"geldik, efendim."
taksi yavaşlayarak durduğunda elimdeki telefondan konuma bakıyor, ardından etrafa bakarak doğru yerde olup olmadığımı anlamaya çalışıyordum.
yaptığım akıl kârı değildi. kesinlikle sadece bir gece geçirdiğim adamın, kim olduğunu bilmeden, doğrudan attığı konuma gelmem akıl kârı değildi.
üstelik taksinin durduğu sokağa şöyle bir baktığımda burayı ona yakıştıramamıştım. beni burada herhangi bir restorana yemeğe çağırdığına ihtimal vermekte zorlandım çünkü biliyordum; varlıklıydı, boynunda bile birkaç altın zincir taşıdığını görmüştüm ve... sadece birkaç saat geçirmemize rağmen beni şımartmak konusunda elinden geleni yapmıştı. böyle işlek bir caddede kadehini sakince yudumladığı bir tabloyu kafamda oluşturamıyordum.
yine de telefonumdaki konum tam olarak sağ tarafımdaki restoranı gösteriyordu ve taksiciye bir miktar para bıraktıktan sonra inerken adımlarımı o yöne çevirmekten başka seçeneğim yoktu.
kötü bir yer değildi- elbette değildi. dışı harika bir şekilde ışıklandırılmıştı, girişte rezervasyonunuz olup olmadığını sorgulayan bir çalışan vardı ve ortalıkta elinde yuvarlak tepsilerle gezen garsonların koluna asılmış havlular yerini koruyordu.
burası sadece biraz... kalabalıktı.
anlaştığımız saati kaçırmak üzere olduğumu fark edince mekanı incelemeyi bırakıp adımlarımı hemen girişte duran çalışana yönlendirdim. saçları arkadan sıkıca bağlanmış, kırmızı takımı üzerine tam oturan bir kadındı. beni görünce hoş bir şekilde gülümsedi.
"rezervasyonunuz var mıydı?" diye sordu.
pekala, öncelikle hayır- rezervasyonum yoktu ve adamın adını hala bilmiyordum. hoseok hyung'un kafamda bir yerlerde belirip bana aptal dediğini duyar gibi oldum. bu sefer haklılık payı vardı.
"hayır, yok ama..." bir şeyler söylemeyi denerken kadın önündeki listeden kafasını kaldırıp bana şöyle bir baktı.
"bay jeon mu? jeon jeongguk?"
şaşkınlıkla gözlerim aralanırken dışarda kalma ihtimalime karşın hızla kafamı salladım. kadın bu sefer daha büyük gülümsedi ve elindeki listeyi yanında bulunan ufak bir masaya bıraktıktan sonra "beni takip edin lütfen bay jeon." diyerek önden ilerlemeye başladı.
onu takip ederken içerisinin sahiden göründüğü kadar kalabalık olduğunu fark etmiştim fakat biz ilerlerdikçe masalardaki kişi sayısı azalıyordu.
ufak yürüyüşümüz sonlandığında masam diğerlerinden daha özenli gözüküyordu. sadece tek tarafında sandalye vardı, diğer tarafı şef tezgahıyla bitişikti ve hal böyleyken onun neden bu masayı seçtiğini düşünüyordum.
kafa karışıklığıyla gözlerimi bir masada bir çalışan kadında dolaştırırken kadın hiçbir soruma yanıt olmadan "masanız burası bay jeon," dedi. "bay kim birazdan burada olur." ardından saygıyla eğilip uzaklaşmıştı.
bay kim.
pekala. en azından artık elimde ona dair bir bilgi vardı.
belli ki birazcık geç kalmama rağmen ona kıyasla erkenciydim. önünde durduğum masaya telefonumu ve cüzdanımı bırakırken onu görme umuduyla etrafta bakışlarımı dolaştırdım.
geçirdiğimiz gecede sarhoştum, biraz öpüşmüştük ve sanırım- ilerisine de gitmiştik ama bana adını söylediği an öyle buğuluydu ki, o an muhtemelen vücudumdaki diliyle ilgileniyordum. bunun o gecede kalacağını sandığım için bu şimdiye kadar bir sorun da değildi. tabii eğer üç gün içerisinde bana ulaşmış olmasaydı.