dört

79 21 77
                                    

Eğer Jun kafadan kontak delirmiş herifin teki değilse ve gerçekten de dünyadaki bedenim şu anda ölüyse, hatırlamakta güçlük çektiğim eski hayatımın baş faktörlerinden biriyle karşı karşıyaydım şimdi.

Kaygı.

Silik silik kafamda hareketlenen anıların hisleri, boğukça uzanıyordu zihnimin tenha köşelerine. Görüntü veya ses yoktu ancak hisleri yeterince doyuruyordu meraka aç olan beynimi.

Kaygı, yaşamım boyunca peşimi bırakmamış, terapistimin ergenliğimin bir parçası olduğunu iddia etmesinin üstünden kaç sene geçse de yakamdaki ellerini indirmemiş, köhne hayatımın bir parçası haline gelmişti adeta. Bana bugünü yaşamayı unutturmuş, dünde hatta daha kurulmamış olan geleceğimde kafa yormama sebep olmuş, olmayan ve belki de olmayacak olan sahneleri anılarımda defalarca kez yeniden oynatmış, içimde bir yerlerde yatan canavarı dürtüklemişti.

Bu duygu yüzünden hayatı olasılıklarla yaşamaya çalışırdım. 'Bunu yaparsam ya iyi ya da kötü bir sonuç doğurur.' Ama iyiye odaklanmak istemez, kötü sonuçlarla karşılaşma ihtimalime karşı tetikte bekler, bugünü yaşamayı unuturdum.

Üzücü olacak ki hesaba katmadığım bir şey vardı; ölüm.

Ölümü geleceğime kondurmayı becerememiştim. Daha küçüğüm, zamanım var diye düşünmüştüm. Bir cebimde varlığını her daim hissettiren ölüm, zihnimdeki buğulu düşünceleri ve karanlık karakterimi bu zamana kadar bir yerlerden gizlice dürtüklemişti fakat ben ölmeyi göze alamayacak kadar korkaktım, korkaklık da kaygıdan doğuyordu nihayetinde.

Ve şimdi buradaydım.

Belki de bu, Tanrı'nın bana aynı hataya ikinci kez düşmemem için gönderdiği bir lütuftu. Birkaç saat içerisinde darağacında cansız bedenimin sallanacağını bilmeme rağmen, yaşamayı amaçlamıştım. Bu iğrenç, küf ve rutubet kokan, tek kişinin bile zor sığacağı gerçeğini reddedip iki kişi için kullanılan hücrede bile, aklıma yaşamaya çalışmak geliyordu.

Belki son anıma kadar usulca ölümü izleyen yolu takip edecektim, hücrelerim hayata tutunmak için haykıracaktı.

Komikti, sanırım ilk kez kendim için iyi olduğunu düşündüğüm bir şey yapıyordum.

"Ne düşünüyorsun bu kadar derin?"

Yanıma yerleşen bedenle düşüncelerimden uzaklaştım. Aniden kadrajıma girmesiyle ürksem de, belli etmedim be kafamı ondan tarafa çevirip oldukça orantılı olan yan profilini izlemeye başladım. Uzun, kahverengi saçlarını kulağının arkasına sıkıştırmış, önündeki yeşil şeyi kaşıklamakla meşguldü. - O şeye yemek demek hakaret olurdu - Bu kocaman yapının yemekhanesindeydik. Binlerce mahkumdan oluşan uzun, yüzlerce masa vardı. Kulaklarımdaki ses o kadar gürültülüydü ki yanımdaki adamı duymakta zorlanıyordum.

"Beomgyu ben." Benden cevap alamayacağını fark edince dudaklarındaki gülümsemeyle yeniden konuştu. Bana uzattığı elini tutarak, "Jaeyun." dedim. Gözleri anında elimdeki kırmızı bilekliğe kaydı, kaşlarını kaldırdı ve elini geri çekerek istifini bozmadan devam etti. "Vay, senden korkmalı mıyım?" Onun gibi bileğimde duran bilekliğe bakış attım ve gri formamın yenini düzelterek gizledim. Buradaki mahkumların kaderini belirleyen şeyin bu bileklikler olduğunu bu sabah Jun'dan öğrenmiştim. Hoş, öleceğimi de bu şekilde anlamıştım. Bilekliği görüp asılacağımdan memnun muhafızların kendi aralarında yaptıkları geyik hâlâ kulağımda çınlıyordu.

"İstediğini yap." Umursamayarak konuştuğumda elimdeki kaşıkla yeşil lapayı dürttüm. Asla yenilecek gibi değildi. "Yeni gelenlerden misin? Onlarda da kırmızı bileklik var, kolay kolay sahip olmaz kimse ona." Sorusunu sorarken bir yandan da yemeğini yemeye başlamıştı. Konuşurken parmak ucuyla gösterdiği masaya baktım. Asla tekin durmayan, tıklım tıklım olan bu yere rağmen yanlarındaki en az üç sandalyenin boş olduğu ve benim gibi kırmızı bileklik takan üç kişiyi görmemle kaşlarımı çattım. "Hayır, tanımıyorum onları." Beomgyu bir şeyler mırıldandı fakat duymakta zorlanıyordum. "Yasak ormanda yangın çıkarmış piçler. Silahlılarmış, üstelik Kyren'den geliyorlarmış. Geldiklerinden beri Natako'yu indiriceklerine dair bir şeyler zırvalayıp saldırıyorlar." Kaşığımdaki lapayı dudaklarıma götürmeyi denedim. İğrenç kokusunun burnuma gelmesiyle tiksintiyle geri indirdim. "Yangın çıkardıkları için mi idam edilecekler?" Kafasını hafifçe salladı ve devam etti. "Buranın işleyişi böyle. Hükumetin adına leke sürersen, ölürsün." Bileğindeki yeşil bilekliği gösterdi ve devam etti. "Ben ailemi katlettim. Bana yirmi yıl yazdılar." Sanki havadan sudan bahsediyormuş gibi konuşmasının ardından yutkundum. Usulca yemeğini yemeye devam etti, titrediğimi hissediyordum.

natako, heejake.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin