Hoca tahtada bir şeyler anlatıyor, ben onu dinler gibi her kelimesinde onaylar biçimde sallıyordum kafamı. Sıkıcı ninni gibi anlatışı yüzünden çoğu kişi kafasını sıraya koymuş yatıyordu. Kadın bana kafayı takmamış olsaydı ben de yatmak isterdim.
"Değil mi Sare?" Nergis Hoca sert bakışlarını bana yöneltti.
"Aynen hocam." bu cevabım onu tatmin etmemiş gibiydi ki ben yanılmadan konuşmasına devam etti. "Sence ben bu dinliyor numaralarını yer miyim Sare? Ben sana..." gerisine kulaklarımı kapattım. Aynı şeyleri duymaya niyetim yoktu.
Nergis Hoca'nın sözünü kesen içeri giren müdür oldu. "Herkes aşağı."
Bütün 11. sınıflar aşağıda toplanmış meraklı gözlerle müdüre bakıyordu.
"Seneye sizleri yoğun bir süreç beklediğinden kaygılarınızı unutturacak bir kamp düzenledik. Hep birlikte adaya gideceğiz ve sayısız yarışmalarımız olacak. Kazanana para ödülümüz olacak!" ardından bir alkış tufanı. Yarışmak kelimesi kulağa harika geliyordu. Eğlenceli bir kamp olacağına eminim.
^^
Kamp için olan heyecanımı bastırmak için spor yapıyordum ancak telefonumun çalmasıyla durdum. Deniz'in aradığını gördüğüm an açtım çünkü o acil bir şey yoksa aramazdı. "Sare perşembe akşamı çok güzel bir parti var senin de adını yazdırıyorum hızlı cevap ver, yer dolacak şimdi." Başka gün mü kalmamıştı? "Deniz biz o gece okulun düzenlediği kamp için yola çıkıcaz. Üzgünüm."
Sesini yükselterek "Ya günlerdir planlıyoruz gideceğiz diye. Zırlaya zırlaya gittiğin okulun saçma sapan kampı yüzünden beni tek mi bırakacaksın?!" diyip cevap vermemi beklemeden telefonu yüzüme kapattı. Bu kadar tepki çok gereksizdi. Moralimi bozmak istemediğimden sporuma devam ettim.
Gezi Günü...
"Şapkanı aldın mı Yazel?" bana diğer ismimle seslenen tek kişi annemdi. Sorusuna başımı sallayarak cevap verdim.
"Mayonu aldın mı?"
"Annecim tatile değil kampa gidiyoruz."
"N'olcak sanki? Onlar yarışır sende yüzersin canım ne var bunda?" sanırım sırf yarışma kelimesini duyduğum için gittiğimi bilmiyordu.
"Otobüs geldi annecim, hadi gidiyorum ben görüşürüz." annemle babama sarılarak otobüse doğru ilerledim. Bizi havaalanına bırakacak olan otobüsün içi oldukça geniş ve lükstü. Gözleri kamaştıran farları yanınca geç kaldığımı anlayarak koşmaya başladım. Öğrencisini bırakıp gidecek bir okulda okumadığım aklıma geldiğinde koşmayı bırakarak yürümeye devam ettim.
Saatler süren yolculuğun ardından sonunda adaya varmıştık. Adanın ortası ağaçlarla dolu etrafı kumlarla çevriliydi.
"Ayy çok güzel güneşlenilir burada! Aleyna şurada beni çek hemen." Simge'nin de annem gibi tatile geldiğimizi sanmasıyla her saniye ona bakan garip bakışların sayısı arttı. Simge'nin bir bakanın bir daha bakacağı güzelliği sayesinde hepimizden daha çok takipçisi vardı. Ben hariç, çünkü sosyal medya kullanmıyordum.
Çember şeklinde dizilmiş ağaç kütüklerinin ortasında yanan bir ateş vardı. Hepimiz kütüklerin üstüne oturduğumuzda aslında bunun kütük görünümlü tabure olduğunu anladım. Selim Hoca, Nergis Hoca ve Narin Hoca da yerine geçtiğinde Selim Hoca anlatmaya başladı.
"Şu an bu adada sadece bizler varız bu yüzden rahat olabilirsiniz. Birden fazla yarışmamız olacak ve ne kadar süreceği belli olmadığından gidiş zamanı belli değil. Doğal şartlar altında yaşamaya çalışacağız. " Nergis Hoca sözü devam ettirdi. "İlk yarışmamız için adanın bir çok yerine et sakladık. Bu etler siyah poşetlerin içinde olacak. Ancak dikkat edin çünkü içinde her zaman et olmayabilir. Eti bu alana getiren kişiler kazananlar olacak."
"Kazanan kişilere rozet verilecek, elinde en çok rozet biriken kazanan kişi olacak süreniz şu andan güneş tamamen doğana kadar. Güneşin doğduğunu anlayamam ben diyorsanız buradan birer saat alabilirsiniz.Süreniz başladı." diyerek konuşmayı bitirdi Narin Hoca.
İşimi sağlama almak için koşarak saati alıp ormana doğru ilerledim. Hava karanlık olduğundan işimiz daha zordu. Kaybolmak istemediğimden ormanın kenarlarından gidiyordum ancak bir tur atıp hiçbir şey bulamayınca ormanın derinliklerine doğru ilerledim.
Birkaç ağaç ve çalı atlattıktan sonra gördüğüm siyah poşete doğru koştum. Bir an çok mutlu olmuştum buldum diye ama arkamdan gelen hırlama sesi ile yüzümdeki gülümseme korkuya dönüştü. Yavaşça kafamı çevirdiğimde gördüğüm köpek bana doğru geliyordu. Elimdeki etin kokusunu almış olabilirdi-poşetin içinde et olduğu bile belli değildi ama neyse - . Tabii köpeği gördüğüm an koşmaya başladım.İkimizde koşuyorduk ama tyek farkımız o havlıyor, ben "Hoşt!" diye bağırıyordum. Yaşanan birazcık(?) koşuşturmanın ardından köpeğin nerede olduğuna bakmak için arkamı döndüğümde kafamı bir yere çarptım ama ne olduğunu anlayamadan poşeti elimden kaçırdım. "Şansına küs minik fare." Poşeti alan çocuk -çocuk falan değil koca dağ ayısı- elini, başımı tuttuğu ağaçtan çekerek koşmaya başladı. Sanki köpekle anlaşmış gibiydi ancak yorulduğum için daha fazla koşamadim ve yoluma devam ettim.
Hala bir şey bulamamış halde gezinirken işittiğim seslerle durdum. İki ağaç ötemde beş kişi ve ortada bir kız duruyordu. Kız elindeki poşeti sıkıca tutmuş , yüzünü kahverengi saçlarıyla kapatmıştı. "Fotoğralarının yayılmasını inan bende hiç istemem güzelim ama sen istiyorsan karışmam. Ver şu poşeti uğraştırma bizi be." konuşanın Simge olduğunu anladığımda ona karşı nefretim tekrar canlandı. Aralarındaki mesele ne idi bilemem ancak sırf Simge için ona özel bir jestim olacaktı.
Telefonumu cebimen çıkarıp internete girdim, ayı sesinin olduğu videoya tıkladım ama videoyu başlatmadan önce Simge için egosu kadar büyük bir taş alıp ayağına doğru fırlattım. Okçulukla ilgilendiğim için hedefim şaşmadı. Simge kafasını çevirmeden ağacın arkasına saklandım.
"Sen kimsin be hayvan?!" hayvan kısmında birazdan haklı olacaktı. Yaklaşan adım seslerini duyduğum an videoyu açtım. Kükreyen ve hırlayan bir ayı sesi duyduğunda çığlığı bastı. Onları köle olarak gördüğü arkadaşları tedirgin bir şekilde Simgeciklerine bakarken Simge Hanım arkasına bakmadan kaçtı. E haliyle arkadaşları -şüpheli- onun peşinden koşmaya başladı. Telefondan çıkan bir sesin gerçek olduğuna inanacak kadar ürkek bir kızdı Simge. Saf kelimesi daha uygun olabilirdi ancak Simge gibi kurnaz birini bu kelimeyle tanımlamak, kelimeye yazık olurdu.
Etrafta sadece ortadaki kızın orada durduğunu, yavaş yavaş tedirgin şekilde geri giderek etrafına bakındığını fark ettim.
"Burada olduğunu biliyorum beyaz atlı prensim. Hadi çık ortaya." prensinin geldiğini sanan kızın umutlarını boşa çıkaracak olsam da ona cevap verdim.
"Beyaz atım yok ama prenses olabilirim. Kabul olur mu?" bu cümlemin kızın utandırdığını fark ettim. Cevap veremeden kaçtığında bende bir ağacın dibine oturup kafamı ağaca yasladım. İki dakika dinlenmek isterken kızın gittiği yönden gelen çığlık sesleriyle yerimden kalktım Hatta kalkmak ne kelime fırladım. Fırlasaydım sadece keşke. Fırlarken hopladım. O derece uçtum yani.
Kızın çekingen tavırları bana kendini koruyamayacağını düşündürttü. Bu yüzden daha da hızlı koştum. Ancak gördüğüm benekli köpek bana 10 dakika önceki koşuşmamızı hatırlatınca fırladığıma pişman oldum. Kızı kovalayan köpeğin hedefine bende eklendim. Korkudan altıma yapmamak (!) için kızın elini tuttum. Köpek öyle böyle bir şey değildi. Kangal olduğunun kesinliği bir yana kocaman dişleriyle hırlayışı ile korkmamak mümkün değildi.
Attığımız çığlıklar sonunda birisine ulaşmış olmalı ki karşıdan bir erkeğin telaşla bize doğru geldiğini fark ettim. Biz ona doğru koşarken o da elindeki taşla bize doğru geliyordu. Taşı bir hışımla köpeğin önüne doğru attı. Köpeğe atsaydı o taşı ona- neyse.
Taş sadece biraz uzaklaşmasına neden olunca adını bilmediğim çocuk "Kıtmir'in selamı var" diye bağırdı köpeğe ve nasıl olduysa köpek bir anda kuzuya dönüştü resmen. Çocuk köpeği göndermeye çalışırken yanımdaki kızın kulağına eğildim."Senin prens geldi." Bu dediğime karşılığı kızın yanakları kızararak verdi.
Kıtmir çocuk bize doğru yaklaştığında al yanaklı kızın yanakları allığına al kattı. Hayırlısı İnşallah.
"Sadece kıtmirin selamını iletmenizi yeterdi. Ha bu arada Bartu ben." elini uzatan Bartu ' ya elimi uzatarak" Yazel Sare ben de. Genelde Sare derler. Seçim sana kalmış." dedim ve ardınca bakışlarımı Alkız'a çevirdim. Adını bilmiyordum ama bu lakap ona çok yakıştı.
Bartu Alkız 'a sadece bakmakla yetindiğinde neden elini uzatmadığının nedenini merak ettim ancak burnumu her şeye sokmamam gerektiğini düşünerek sormayacktım ama tabii merakıma yenik düşer miyim? Hayır.
"Bu da Alkız. Adını henüz öğrenemedim ama sen biliyorsun sanırım. Adı ne Alkız'ın?" bu lafımın ardından ilk defa Alkız ile göz göze geldim. Yeşil gözleri öfkeli bakarken minik burnu daha hızlı nefes almaya başladı. Bu Alkız'ın sülalesine sövmüştü de benim mi haberim yoktu?
"Adım var benim! Ela Ela Ela. Alkız değilim ben!!" Bulduğum isim gayette güzeldi, niye bu kadar öfkelendiğine anlam veremedim. Ta ki Bartu konuşana kadar.
"Sana söylediğim lakabı başkalarına mı söylüyorsun sen? Sadece ben biliyorum sanmıştım."
"Ben kimseye bir şey söylemedim! Bak, sana demiştim. Sende onlar gibi bana sormadan suçluyorsun beni. Kimseden bir farkın yok!" son cümleyi vurgulayarak hızla uzaklaştı. Sare durur mu? Tövbe tövbe.
"Alkız- hay sikeyim. Ela bekle!" cidden de durdu. Bu kadar kolay olmasını beklemiyordum.
Arkasını döndüğünde zaten büyük olan gözleri daha da büyümüştü. "Poşet..." ellerine baktı, sonra benim elime. Bartu'ya baktı. Yoktu, asıl mevzu olan poşet yoktu. Ela hızlı adımlarla geldiğimiz yola doğru yürüdü. Poşeti birlikte götürürsek ikimize birden rozet verirler miydi? Başka bir poşet bulana kadar bu düşünceyle gezebilirdim.
"Bartu koş, poşet yok!" sözümle Bartu'nun gözlerindeki üzüntüyü tekrar telaş ele aldı.
Artık üç kişi, bir poşeti arıyordu.
---
Saatler akıyor, her geçen dakika telaşımız artıyordu çünkü bir türlü bulamıyorduk poşeti.
"Üzgünüm arkadaşlar ama ben pes ediyorum. Size kolay gelsin." diyen Bartu gitmeye yeltenmişti ki kulağından tutarak buna engel oldum. "Saçmalama Bartu. O poşeti bulup birlikte alacağız rozeti. Tek kişi bulacağını zannediyorsan bak bulursun." diyerek elimi gösterdim. Elimi yumruk yaparak ona el haraketi yapmıştım ve o buna sadece göz devirerek yetindi. Aslında bulmasına bulurdu da benim işime gelmezdi.
İlerlemeye devam ediyorduk ki önde giden Bartu'nun durmasıyla biz de durduk. Bartu eliyle bize sus işareti yaparak ağacın arkasına doğru ilerlemeye başladı. Hepimiz pür dikkat o ağaca bakarken arkasından çok da yabancı olmayan bir ses ile kaşlarımın çatılmasına sebep olan kişiyle göz göze geldik.
"Bunu mu arıyordunuz fıstıklar. Yer fıstıkları." ardından Simge'nin mide bulandırıcı kahkahası. Elinde tuttuğu siyah poşeti havaya kalddırmış bize gösteriyordu. Aykız yerinde durur mu? Hayır.
"Ver şunu Simge." Alkız neredeyse 1.50 boyuyla kendisinden 15 cm uzun kızın eliyle yukarı kaldırdığı poşeti almaya çalışıyordu. Simge onunla oynar gibi bir kaç adım geri atıp yerinde dönüyor, gülüyor; Alkız, ona uzanmaya çalışıyordu.
"Oyunu kes Simge." diyerek onlara yaklaşayan Bartu ' ya Simge'nin yanıtı "Sinirli zürafa, yer fıstığını korumaya mı geliyor yoksa?" idi ve ardından bir kahkaha daha.
Fakat beklemediğim şekilde Bartu bir anda Simge'nin ellerini sırtındda kelepçeli şekilde tutarak yüzünü ağaca yasladı. Kısık ama ama gür çıkan sesiyle "Oyun oynama dedim Simge!" demesiyle "Bartu!" diye bağırarak onlara yönelttim adımlarımı.
"Bir erkek, bir kıza hiçbir nedenle el kaldıramaz." dememle Bartu'yu geriye çektim. Omzundan tutup arkasına döndürdüğüm Simge'nin elinden poşeti hızla aldım. O da zorlamadan verdiğinde şaşırdım bu kadar kolay olmasına. Bakışları donuktu, Bartu'nun bu ani haraketini beklemediğinden dolayı ürkmüş olmalıydı ancak bakışlarının altında başka bir şey olduğunu düşünüyordum. Fakat şu an bu umrumda değildi.
"Gidelim." şimdi tek amaç alanı bulmaktı.
^^
Güneşin doğmasına çok az bir vakit kalmıştı ve biz alana yeni gelmiştik. Herkes buradaydı. Üç kişi bir poşet kabul ederler miydi?
Jüriler -hocalar- tam karşımızda bize bakıyordu. Hafif bir gülümsemeyle onlara yaklaştık. Siyah poşeti onlara uzattım.
"Üçünüz birlikte mi getirdiniz?" yargılayıcı bakışlarıyla sorusunu yönelten Nergis Hanımcığı onayladık.
"Böyle bir şey kabul edilebilir mi Selim Hocam?" Nergis Hoca 'nın sadece Selim Hoca' ya sorması Narin Hoca'nın sert bakışlarını ona çevirmesine yeterli oldu.
"Yarışmanın başında yasak olduğunu belirten bir cümle kurduğunuzu hatırlamıyorum."
"Kız haklı bunu konuşmalıyız. Biraz müsade edin çocuklar. " uzaklaşmamızla aralarında fısıldaştılar.
Ancak bir dakika! Poşetin için de her zaman et olmayabilir demişlerdi, ya yoksa? İçine bakmak hiç aklımıza gelmemişti. Allah'ım lütfen et olsun içinde. Lütfen lütfen.
Ben içimden dua etmeye devam ederken Hocalar bize döndü ve gel işareti yaptı Selim Hoca.
"Aldığımız yeni kararla grup çalışması yapılabilir. Yani bu kabul edilebilir." alkış alkış alkış!
Buyrun rozetleriniz diyen Narin Hoca'yı durduran Nergisciğim oldu. "Durun! Poşetin içine bakmadık. Et yoksa kabul edemeyiz." yüzündeki oluşan çarpık gülümseme, kaybetme ihtimalimizden dolayı Nergis Hoca'yı sevindirmiş olmalı.
O eline aldığı poşeti yavaş yavaş açarken benim kalbim yerinde duramıyordu. Bartu ve Alkız'ın yüzündeki korkuyu fark ettiğimde kalp atışlarımı daha çok hissetmeye başladım. Kalpten gidelim diye mi yavaş açıyorsun şu poşeti be kadın?
Sonunda açılan poşetle Nergisimin asık suratıyla karşılaştık. "Rozetleri verebiliriz çocuklara."
Sevinerek önce Alkız'a sonra Bartu'ya elimle çak yaptım. Büyük bir sevinçle rozetlerimizi almaya giderken arkadan bir ses duyuldu.
"İtiraz ediyorum. O poşeti benden zorla aldılar."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Adada Sayısız Gün
Teen FictionOkulun düzenlediği kampa katılan Yazel Sare okulla bir adaya gider. Adada birden çok yarışma yapılacaktır ancak her şey her zaman yolunda gitmeyebilir🤷♀️ Sare bu yolculukta nice dostluklar, koyu düşmanlıklar kazanır ve onları ardı kesilmeyen süpri...