Üzerimdeki ağırlık.
Başımdaki feci ağrı.
Yere değen bedenim.
Neredeyim?
Daha doğrusu...
gözlerimi açıp etrafa baktım. Yapış yapış hissediyordum. Tiksintiyle ayağa kalkmaya çalıştığım sırada sağ bileğimdeki zinciri fark ettim ve istemsiz bir kahkaha attım.
Zindandaydım.
Prensesi zindana atmışlardı. Leuona, diz çöküp yalvarmak yerine, çiçeği bulmak için bana güvenmesine rağmen, beni ayaklarımdan zincirleyip bu kokuşmuş, yosunlu yere kapatmıştı. Kendimi zayıf, çok zayıf hissediyordum. Bağırmak, elime geçen her şeyi kırıp dökmek istiyordum. Prensese yaptığı bu şeyin cezasını çeksin istiyordum.
Ama ben dahi kendime güvenemiyordum.
Sessizce duvara yaslanarak siyah ve soğuk zindana baktım. Duvarlar yeşil ve mavi yosunlarla kaplıydı. Taşları soğuk ve yapışkandı. Ölü bir şeyler kokuyordu.
Ölüm kokuyordu.
"Seni aşağılık pislik." Diye mırıldandım duvara doğru. Yanımda yırtık bir örtü vardı. Üzerinden kalktığım örtü.
"Seni adi..." diye bağırdım. Sesimi sadece kendim duyuyordum. Bağırdığımda kırılan burnum sızlamaya başladı. Bacaklarımı kendime çekerek yere oturdum ve ağlamaya başladım. Canım yanıyordu, güçsüzdüm ve dayanacak gücüm yoktu. "Keşke beni öldürseydin..." diye bağırdım ama yankı tekrar kendi kulağıma geldi. Keşke bunları yaşamak yerine ondan beni öldürmesini dileseydim.
Çaresizlik tüm iliklerime dolarken tekrar bağırdım. Etrafımda küçük sivri taşlar vardı. Onlara bakarak gülümsedim. Böyle, yıkık dökük eski zindanlar, büyülü demir ve taşlardan yapıldığı için, kaçılması imkansızdır. O yüzden size bir seçenek sunarlar. O sivri taşı alıp...
Ama hayır. Hayır. Bu kadar kolay olmamalıydı. Tel tek ayrılmış saçlarıma dokunup tekrar ağlama isteğimi geri bastırdım. Sadece uzanıp ölmeyi bekelemek bana daha kolay geliyordu. Ama mücadeleci ruhların bu karanlık sarayında ben de onlar gibi savaşamaz mıydım? Savaşmaktan kastım kendimi öldürmek olmasa bile?
'Senin hiçbir gücün kalmadı ki.' Dedim. Sırıttım. Sırıtışımın soluğu bana tekrar duyuldu. Kulaklarımı kapadım ve biraz daha ağladım. Ağladım. Ağladım. Gözlerim bulanık görünceye dek ağladım. Boğazımdan kendi tükürüğüm geçemeyinceye kadar ağladım ve ağladım. Her şeyi atmak istercesine, boğazım yırtılırcasına bağırdım. Kimse cevap vermedi.
Çünkü herkes ölüydü.
Kömür Mağaraların Geçilmez Zindanları. Buradaki her şey, her şey, suçluyu, hırsızı, katili, yolsuzu delirtmek için yaratılmıştı. Ne bir katil, ne bir hırsız ne de yolsuzdum ama bana layık görülen bu acımasız cezanın hayranıydım. Çok okumuştum. Burayı kitaplarda çok okumuştum ama bir gün burada bulunmayı ben de hiç beklemezdim.
Komik bir durumdu.
"Seni orospu çocuğu," diye fısıldadım karanlığa. Karnım gurulduyor, ama midem bulanıyordu. Cesetlerin kokusu etrafımı sarmış, bayılmamak için zor duruyordum. Herkes kendini kesmişti. Kan gölünün ortasındaydım. Yüzyıllık cesetler etrafımda düğün yaparken tek yaşayan olmaktan utanç duydum. "Hepiniz için üzgünüm, ama ölmeye niyetim yok." Dedim sakince. Beni anladıklarını düşünerek yerdeki örtüyü aldım ve parmaklığın kenarına yattım. Şu an yüzümü görmek istemiyordum. Saçlarımdaki tüm pislikler ellerimin titremesine neden oluyordu ama buradan çıkacaktım. Kötü bir durumda olsam da, ellerimi kesmek zorunda kalsam da kimse beni hapsedemezdi. Ben hapsedilmek için kaçmamıştım. Beni delirtenlerden de hesap soracaktım. Listem kabardıkça kabarıyor, ulaşılmaz ruhlar da olsalar onları elime geçirdiğim gibi canlarını yakmayı düşlüyordum. Ve burnumu kırdıkları için eksi puan.