Bulunduğu sahil kenarına bir daha baktı adam. Hava kararmıştı, gri bulutlar hala kendilerini gösteriyor, şimşekler gökyüzünü delmeye çalışır gibi birbirleri ile yarışıyorlardı. Tanıdık sahile doğru bir adım attı, korkmadı canavar gibi gürleyen sulardan, çığlık atan şimşeklerden.
Çocukken annesi ve babasıyla gelirdi buraya. Akşam saatlerinde, annesinin yaptığı bir daha tadını asla unutmadığı yemekleri yedikten sonra, babasının yanında hiç anlamadığı siyaset programını izledikten, babasının onun için yaptığı paşa çayını içtikten sonra gelirdi buraya. Bakışları sahilin sonlarında olan küçük dondurma arabasına takıldı. Babasının aldığı dondurma tadı dolandı dudaklarına, genzine koca bir düğüm.
Burada tanışmıştı annesi ile babası. Sahilde, Ege'de. Ellerini çenesinde gezdirdi, gördüğü, hissettiği ellerle genzinde ki düğüm bir kez sarsıldı. Nasır tutmuş, büyük, üzerinde yara izi olan elleri değildi bu eller, küçücüklerdi. Kollarına baktı, bedenine, dudaklarından küfür niyetinde bir nefes kaçtı. Çocuktu Ege, yine annesinin prensi, babasının aslanı olmuştu. Herkesin çok sevdiği, acıyı daha tatmamış, ölüm nedir bilmeyen, yok olmak istemek ne demek bilmeyen, hasret nedir bilmeyen Ege olmuştu.
Rüya gördüğünü biliyordu, uyanmak istiyordu. Kocaman sahilde etrafına bakırken bir şimşek daha çaktı, bu sefer küçük bedeni titredi. Korkmamalıydı oysa, korkmazdı Ege şimşekten. Büyümüştü o, görmemesi gereken acıları görmüş yaşamıştı, ufacık bir şimşek böyle korkutmamalıydı onu. Engel olamadı kendine, küçük Ege'nin gözleri doldu, kocaman sahilde bir başınaydı, yapayalnızdı. Esen sert rüzgar onu yok etmek ister gibi esmişti, teslim olmak istedi rüzgara, bıraktı kollarını, zayıf, ince bedenini.
Bir el hissetti elinin üzerinde. Kendi ellerinden biraz daha büyük, zarif, yumuşacık, bembeyaz bir el. Bir rüzgar daha esti, bana gel der gibi ama el izin vermedi, daha sıkı tuttu kolunu, canını acıtmadan, korur gibi. Gitmek istiyordu Ege, yok olmak istiyordu, elin onu bırakmasını istiyordu ama eli itmiyordu. El ona dokundukça için ılık hisler kaplıyor, şimşekler onun için çaksa da korkmuyordu.
Küçük bedeni elin sahibine bakmak istedi, arkasını döndüğünde milyonlarca güneş aynı anda doğmuş gibi aydınlandı hava. Minicik ellerini gözlerine siper etmek zorunda kaldı. Parmaklarının arasından gördüğü tek şey uçuşan turuncu renk saçlardı. Uzun saçlar rüzgarlı hava da uçuşuyorlardı ama artık şimşekler yoktu. Işık vardı, onun ışığı. Karşısında ki kadının yüzünü görmesine ihtiyacı yoktu, kim olduğunu biliyordu çünkü kimse onun gibi parlayamazdı, kimse onun gibi etrafına ışık saçamazdı.
Gözleri ışığa alışamıyordu, kadının saçları dışında hiçbir şeyi göremiyordu. Ağzını açacak gibi oldu, yalvarmak istedi. Rüyasında bile haram mıydı kadının yüzü ona? Olmamalıydı. Dünya üzerinde ilahi olan, güzel, iyi, sevap olan tek şey olacaksa Ege için kadının yüzü olmalıydı. Tek bir yüz görecekse onun yüzünü görmeliydi.
Ellerinden birini kadına doğru uzattı, uzunca kirpiklerine dokundu ufak parmakları. Parmaklarının ucu yanıyordu, İbrahim ateşinin orta yerinde kalmış gibi yanıyordu parmakları. Ucu ıslanan, yanan parmaklarını geri çekmedi, ne olduğunu biliyordu çünkü. Annesi anlatırdı ona bunu, melekler derdi, ağladıklarında gözyaşları cehennem ateşi gibi olurmuş. Deliriyordu, başka açıklaması olamazdı.
Silah arkadaşlarının, canından çok sevdiği annesi babasının, oğlum diye sevdiği köpeğinin ölümünde bile delirmeyen Ege, yaşadığı hiçbir zorlukta delirmeyen Ege, aklını yitiriyordu. Bir kadın için. Hayır dedi ufak dudaklar, Mars için deliriyordu. Bir gecede aklını, kalbini, ruhunu, onu mahveden kadın için deliriyordu.
Yanan parmak uçlarını yerlerinden oynatmadı Ege, gözleri acıyordu, parmakları yanıyordu, duyduğu kuş sesleri öyle fazlaydı ki kulakları kanayacaktı. Acı veriyordu. Onu sevmek acı veriyordu. Bunu anlamış gibi güldü kadın, hayatı başına yıkıldı Ege'nin, gülüşü ömrüne ömürler kattı. Kadının zarif parmakları saçlarına dokundu, daha önce kimsenin ona dokunmamış olmasını diledi, sadece bu dokunuşu hissedebilmek için.
"Lütfen," dedi cılız çıkan sesi ile, "Lütfen, lütfen gitme. Savaş." kelimeleri seçmekte zorlanıyordu, aklı bulanıyordu. Bitecekti rüya, bitmesin diye gözlerini sımsıkı yumdu. Çocukça bir hareketti ama başka çaresi yoktu.
Tekrar işitti melek gibi sesi ama bu sefer daha uzaktan geliyordu ses. Zarif parmakları saçlarında hissedemiyordu artık. Uyanıyordu, uyanmak istemiyordu hatta sonsuza kadar burada kalmak istiyordu. Minik ellerini kadına uzattı, tutamadı onu. Gözlerini aralamadan önce melek gibi sesi son kez duydu. Kan ter içinde uyandığında, telefonunun aydınlanan ekranına kaydı gözleri. Mesajla aynı ses yankılandı kafasında.
Mars; Bana savaşmayı öğret.
Yorum yapmayı, yıldız vermeyi unutmayınız, öpüyorum💕