004

259 43 21
                                    

sınav haftasına girmiştik. geçmiş üç sınavda da ikinciydim.

üç yıldır sarsılmayan biriciliğim, götü boklu bir dahi yüzünden elimden kayıp gidiyordu.

sabahlara kadar çalışıyordum ama yapamıyordum. eve gitmek istemiyordum, annem ve babama hesap vermek, azarlamalarını dinlemek istemiyordum.

gözümü açmak istemiyordum.

böyle küçük bir meseleyi bu kadar büyüteceğini düşünmemiştim. kan davası haline getirmiş gibiydi resmen.

'ben yıllardır babamı aramam sormam. nasıl bir duruma düştüğümü tahmin bile edemezsin şu an.'

o andan beri çok suçlu hissediyordum açıkçası. muhtemelen ailesiyle arası pek iyi değildi ve benim yüzümden üstüne yeni şeyler de eklenmişti.

haklıydı. belki de bu işe burnumu sokmamam gerekiyordu, ama nedenini bilmediğim bir şeyden dolayı sigara içmesi hoşuma gitmemişti. kendine zarar veriyordu bir nevi.

zili çalmasıyla eşyakarımı hızlıca çantama tıkıp çıkışa doğru yöneldim.

"kütüphaneye mi?" chigiri'ydi bu. başımı onaylar şekilde salladım.

"çok değil mi? bu kadar çalışmak yani... yorgun değil misin?" yorgundum. deli gibi yorgundum hem de.

kafamı iki yana sallayıp chigiri'ye gülümsedim. tren istasyonu ve küttüphane ters taraflarda kaldığı için chigiri'ye el sallayıp kütüphanenin olduğu tarafa ilerledim. kütüphanenin yanındaki marketten atıştırmalık bir şeyler alıp kütüphanede her zaman oturduğum yerime geçtim.

oturduğum masa biraz köşede kaldığı için genelde kimse oturmaz, tek başıma gce geç saate kadar çalışırdım. ama bu sefer, her zaman oturduğum yerin yanında çanta ve bir hırka vardı. bir futbol kulübünün hırkası.

çok takılmadan çantamdan kitaplarımı çıkartıp çalışmaya başladım.

saat 19:28.

konu tekrarını bitirdiğimde saat 22:53'tü. yanımdaki eşyaların sahibi hala gelmemişti. belki de burda unutmuştur...

defterimi kapatıp soruları çözmeye geçtim. zaman ilerledikçe soruları çözme sürem de uzuyordu.

belli bir soruda yaklaşık 15 dakikadır uğraşıyordum. ne kadar kafa yorsam da çıkmıyordu sonuç.

kitabımın üzerinde yabancı birinin kalemi belirince şaşırmıştım.

yanımda oturan kişi gelmiş, işlemlerle nasıl yapmam gerektiğini gösteriyordu. eli bembeyaz.

çözmeyi bitirip cevabı işaretleyince yanımdaki bedene döndüm. tabii ya, nagi seishiro.

"naber? kahve içerken uyuya kalmışım."

"burda ne arıyorsun?" kafasını masanın üzerine koydu. gıcık.

"ders çalışmaya gelmiştim de... uyuya kalmışım. az daha kestirip eve giderim."

sırtını bana dönüp uykusuna devam etmişti.

o bana sırtını dönünce ben de işime döndüm. sorun çıkaracak sanmıştım ama aksine bana yardımcı bile olmuştu.

birkaç saat geçti. kütüphanede artık tek tük insan kalmıştı. tren seferleri bitmek üzereydi. nagi'yi dürttüm. dürtmemle yavaşça bana döndü.

"şimdi gitmezsen eve bir daha gidemeyecek-" sözüm burnumda hissettiğim baskıyla kesilmişti.

"kanıyor."

beni kolumdan tutup lavaboya getirmişti. peçetelikten birkaç peçete alıp burnumu, burun çevremi ve kendi elini temizlemişti. "salaksın. bu kadar zorlamaya ne gerek var? salak."

"ha? arada oluyor zaten, sorun değil."

"normal değil bu. dinlenmen lazım."

"sana ne nagi?"

tek kaşını kaldırıp bana doğru baktı. hiçbir şey demeden baktı sadece. elindeki peçeteyi çöpe atıp tuvaletin çıkışına doğru ilerledi.

"ne sikim yaparsan yap, çok zahmetlisin reo. kimse seninle uğraşmak istemiyordur."

***

önceki bölümün çok kısa olduğunu düşündüğüm için ikisini birden salayım dedim :>

sequence, nagireoHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin