Annemin "Hadi kızım kalk artık akşam oldu neredeyse." sesiyle gözlerimi açtım.
"Aman anne beş dakika dahaa." diyerek yatak örtüsünü yüzüme çektim.
Annem bu sefer daha da gür bir sesle "Ne beş dakikası benim avel evladım senin bugün iş görüşmen yok muydu?" dediğinde zıplayarak kalkmaya çalıştım ama bu sefer de yataktan düştüm. Ne sakardım! Nazik popom yere çarpmanın acısıyla sızlıyordu ama aldırmadım. Hızla "Allah'ım geç kaldım." diyerek kalktım.
Annem başını sallayarak odadan çıktı. Ben de dolaptan ilk elime gelen siyah kalem etek ve beyaz gömleği geçirdim. Saçlarımı alttan tutturdum. Ve dudağıma da hafif bir parlatıcı sürerek odadan çıktım. Emekli babam ve müzmin bekar erkek kardeşim yemek masasında kahvaltılarını yaparken onlarla vedalaştım. Annem kahvaltı yapmam için ısrar etse de onu dinlemedim çünkü genelde yemek yemezdim.
Mahallenin yukarısındaki otobüs durağına koşarken ayağım takıldı ve yine yeri boyladım. Hemen kalkarak koşmaya devam ettim. Otobüs durağa çoktan gelmişti ve yolcuları alıyordu. Bir yandan koşmaya devam ediyor bir yandan da mahallenin belalı esnafı Mükremin abiye "Otobüsü tut!" diye bağırıyordum. Mükremin abi sağolsun otobüsün önüne kendini siper ettiğinde nihayet yetiştim.
"Sağ ol Mükremin abi." dediğimde o da bana "Ne demek gül lokumum." diye karşılık verdi. Mükremin abi Ispartalıydı. Memleketine aşıktı. Gül lokumunu çok severdi ve beni de çocukluğumdan beri gül lokumum diye severdi. Onu tanıdığım sürede Ispartalı adamların ne kadar belalı bir insan olabileceğini anladım. Aklınız varsa Isparta'nın belalı erkeklerine bulaşmamalıydınız. Hafif bir tebessümle yolu seyretmeye başladım. Otobüs biricik fakir ama mutlu mahallemden çıkmış tam gaz yola devam ederken bir yandan da saati kontrol ediyordum. Geç kalmıştım. Umarım yetişebilirdim.
Hele şükür devasa plaza göründüğünde otobüsten indim ve son kez üstümü başımı düzelttim. Asla söz dinlemeyen hırçın buklelerimi kulağımın arkasına saklayıp yürümeye başladım.
Biraz koşarsam yetişebilirdim. Koşmak mantıklıydı. "Tabana kuvvet kızım." diyerek koşmaya başladım. Birkaç kişinin göz ucuyla bana baktığını hisettim ama gram aldırmadım. Sonunda giriş kapısını gördüğümde daha da hızlandım. Sonra bir taşa çarptım belki de kayaya bilmiyordum. İkinci kez popomun üstüne düştüğümde narin popomda artık morluklar vardı, emindim. Zaten süt gibi beyazdım. Üstüne tenim de pisti. Dokunduğunda morarırdı. Neyse Allah'tan bekar kızım diyerek içten içe kendimi teselli ederek ayağa kalktım. Karşımdaki kaya değil bir adamdı. Gerçi kaya da olabilirdi. Hayatımda hiç bu kadar kastan oluşan bir varlık görmemiştim. Uzun boylu, güçlü yapısı ve delici bakışlarıyla beni süzdü. Heybetiyle beni pıstırabileceğini zannediyordu herhalde! Çok beklerdi! "Salak mısınız beyefendi?" diye cırladığımda şaşkınlıkla gözlerini daha da araladı. "Koşan adamın önüne niye çıkıyorsunuz?" diyerek suç bastırmaya devam ettim. Tam ağzını açıp konuşmaya yeltenecekken " Hadi kardeşim işim var zaten geç kaldım." diyerek onu geçiştirip içeri girdim.
Devasa büyük holdinge baktım. Buranın yıllık cirosu ne kadar acaba diye düşünerek resepsiyona yöneldim. Resepsiyondaki boya fıçısından az önce çıkmış olduğunu düşündüğüm kız beni aşağılayıcı gözlerle süzerek" Buyrun nasıl yardımcı olabilirim? " diye ağzını geve geve konuştu. Bir tane çakasım gelmişti. "Ben Karmen Yılmaz mülakat için gelmiştim." dediğimde artık ben de ağzımı geve geve konuşuyordum. Bana tip tip bakmaya başladı. Tövbe çekerek sırıttım. Eline ofis tipi pembe taşlı telefonu alarak bir numara çevirdi. Telefona pembe taşlar yapıştırmıştı manyak. Sonunda çevirdiği numara telefonu açmış olmalı ki konuşmaya başladı. "Banu Hanım tuhaf bir tip var burada. İş görüşmesi için gelmiş." dediğinde gözlerini tekrar üzerime dikti. Ona ne münasebet der gibi kötü kötü baktım. Ne acayip bir yerdi be burası. İzbandut gibi adamlar önüne bakmadan yürüyordu. Bu kadın tuhaf tuhaf konuşuyordu. Şimdiden sorgulamaya başladım. Keşke Mükremin abinin benim için fakir ama mutlu mahallemde bulduğu ağdacılık işini kabul etseydim diye düşünürken kız tekrar bana yönelerek geçici bir kart uzattı.
"Buyrun sağdaki asansörden 42. kata çıkacaksınız. Banu Hanım'ı bulun sizi mülakat için CEO'muz Melikşah Melikoğlu Bey'in yanına götürecek." dedi. Melikşah Melikoğlu kimdi be?
"Tamam teşekkürler." dedim ve gözlerimi devirerek elindeki kartı aldım. Asansöre bindiğimde boya fıçısının dediği gibi en üst kata çıktım. Asansördeki aynada üstümü başımı tekrar düzelttim. Ama hırçın buklelerim bir türlü şekile girmiyordu. "Neyse artık." diyerek asansörden indim. Burası devasa büyüklükte bir kattı. İleride büyük bir oda vardı. Kat çok sessizdi. "Allah'ım bu boya küpü beni nerelere gönderdi böyle?" diye dualar etmeye başladım. Büyük odanın yanından geçtiğimde içeriden sesler duymuştum. Bir adam borazan gibi sesiyle bangır bangır konuşuyordu. Aman aman diyerek devam ettim. Odanın ilersinde camdan duvarlı kocaman bir oda vardı. Odada kimse yoktu. Odanın tam karşısında ise camdan büyük bir masa vardı. Masada bir kadın oturuyordu. Kadın beni görünce harektlendi. "Buyrun mülakat için gelmiştiniz değil mi?" dediğinde ayaklandı. Ama koca göbeği ayağa kalkmasını zorlaştırıyordu. Bu kadın her an doğurabilirdi hala neden çalışıyordu acaba?
Gülümseyerek "Evet." dedim.
"Buyrun. Melikşah Bey şuan toplantıda çıkınca sizinle görüşecek." diye eliyle beni yanındaki koltuklara buyur etti. "Bir şeyler içer misiniz?" dediğinde olumsuzca başımı salladım. Melikşah dediği adam inşallah toplantı odasındaki o borazan sesli adam değildir diye dua etmeye başladım. Birkaç dakika sonra sessizlik canımı sıkmaya başladı. Kadına dönerek "Hayırlı olsun kaç aylık?" diye sordum. Kadın gülümseyerek "Sekiz ayı geçti." diye cevap verdi."
"Maşallah maşallah neden hala çalışıyorsunuz peki?" diye sordum.
"Melikşah Bey titiz bir adamdır. Yerime geçici birini hala bulamadık. Umarım bulunan kişi siz olursunuz." dediğinde şoka girdim. Sekreterlik için başvurmuştum. Ama işin CEO'nun karşısında olmasını beklemiyordum.
Kafamı eğerek "Umarım." dedim.
O sırada koridordan sesler gelemye başladı. Toplantı bitmişti anlaşılan. Birkaç adam ve kadın koridordan asansöre yönelirken adamın biri de bizim olduğumuz tarafa yöneldi. Uzaktan yüzünü seçemedim. Ben iki numara miyoptum ve sabah aceleyle çıktığım için gözlüğümü evde unutmuştum. Adam baya iri yarı bir şeydi. Bu şirkette çalışanların kas yapma zorunluluğu mu vardı acaba diye düşünmeden edemedim. Adam iyice yaklaşınca sekreter kız ve göbeği yine ayağa kalktı. Onunla birlikte ben de kalkmak zorunda kaldım. Adam iyice karşıma geldiğinde dünyam başıma yıkılmaya başladı. Bu benim sabah çarptığım dünyanın en kaslı varlığıydı. Delici bakışları yine beni süzerken o sek sesiyle "Banu hanım, mülakat için başvuranları odama gönderin." dedi. İşte şimdi yanmıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AMAN TANRIM KOCAM BİR MAFYA
HumorO kadar güçlü ve o kadar heybetliydi ki.. Uzaktan kokusu burnuma yiril yiril esiyordu. Odunsu ve ham kokusu... İnanamıyorum!!! Bu muhteşem ama asla dikkatimi çekmeyen zorba adam şimdi benim kocam mı olacaktı? Bu kitap eğlence amaçlı yazılmıştır. Mak...