Mezopotamya ovası , Mardin'in ayaklarının altına serili bir atlas gibidir. Ortadoğu'da Dicle ve Fırat nehirlerinin geçtiği bölgenin adıdır, Mezopotamya. Ova, her mevsimde kendine has bir güzelliğini sunuyor insanlığa.
Mezopotamya ovasına kartal yuvası gibi üstten bakan Mardin Ezîdîler, Şemsiler, Ermeniler, Süryaniler, Keldaniler, Kürtler, Araplar, Türkler, Yahudiler, Hristiyanlar ve Müslümanlar daha da nice medeniyetin yaşadığı bir yerdir.
Geçmişteki bu çok kültürlü yapısını Mardin'i gezdiğinizde görürsünüz. Adeta bir açık hava müzesidir Mardin. Kale'nin eteklerinin kesme taşlarla basamak şeklinde kurulan şehir karşılar sizi.
Masalların şahı, Şahmaran masalınında diyardır Mardin. Karanlıkta Mezopotamya'dan Mardin'e bakıldığında bir gerdanlıktır. Bu yüzden Mezopotamya'nın incisi olmakla beraber masal kentidir Mardin.
Sokaktaydım, Mardin sokaklarında. Birbirinden güzel taş evler, tarihi eserler ve büyüleyici manzaralarıyla tam bir açık hava müzesini andırıyordu.
Arnavut kaldırımlarla döşenmiş tek bir insanın geçebileceği büyüklükteki labirent sokaklarında elimde Pirayemle dolaşıyordum. Fotoğrafçılık serüvenine başladığımdan beri bana bu yolda fotoğraf makinesi olarak Piraye eşlik ediyordu. Değerli süs, ziynet anlamına gelen Piraye adını koymam tek ziynetimin fotoğraf makinem olmasından kaynaklıydı, elbette Nazım Hikmet Ran'ın Nazım ile Piraye eseriyle hiçbir alakası yoktu.
"Asena, buraya bakmak ister misin?" Dikkatimi Ege'nin baktığı tarafa çevirdiğimde gözlerime inanamadım. Bir şehir ancak bu kadar büyüleyici olabilirdi. Dört bir yanımızdaki manzara öyle güzeldi ki uzaklardan görünen Suriye ışıkları dahi insanın sinir sistemini yerle yeksan etmiyordu.
Mardin Kalesi'ne destansı bir yolculukla ulaşmıştık. Yolculuğumuzun sonunda karşılaştığım manzara beni öyle bir büyülüyordu ki buraya neden masal şehir denildiğini bir kere daha anladım.
Mardin Kalesi ya da Evliya Çelebi'nin deyimiyle Dara'nın Tahtı. Efsaneye göre o zamanlar adı Şahika Dağı olan bu yere kaleyi Hazreti Yunus Peygamber bizzat kendisi yaptırmış. Kışları Musul yakınlarındaki bir şehirde yaşayan, yazlarıda Mardin'de kalenin bulunduğu yerde bir mağarada ibadete çekilen Hz. Yunus burada ümmetini yiyen bir ejderha öldürmüş. Yunus'un bu kudreti daha önce inançsız olan üç bin kişinin iman edip dağda ona komşu olmasına vesile olmuş. Dağda ejderha yaşadığı işin dağa Mar, kente Mardin denmiş. Bazı kaynaklara göre ise Mardin'in adı Süryanice kaleler anlamına gelen Marde kelimesinden geliyor.
Fotoğraf çekimimizi bitirdikten sonra soluğu yine Seyri Merdin'de almıştık. Mardin'de ikinci günümüzdü ve biz dünden bu yana bütün öğünlerimizi Seyri Merdin'in manzarasına karşı yapıyorduk.
İki gün önce ani bir kararla arkadaş grubumla bir Mardin gezisi ayarlamıştık. Onlar aslında hem birlikte vakit geçirebilecekleri hemde kültürel olarak doyacakları bir gezi hayal ederlerken benim fotoğraf çekimlerimide ihmal etmemişlerdi ve Mardin'e karar verilmişti. Verdiğimiz en doğru gezi kararlarından birisiydi kesinlikle. Bu şehir bana insanın kısacık zamanda bir mekana, bir yere nasıl bu denli sevgi duyarak bağlanacağını öğretmişti.
Ortaya karışık söylediğimiz yiyeceklerden hariç kendime birde Mardin tabağı söylemiştim. Tadımlık şekilde, ırok, sembusek, haşu, kidre, ihbeys ib-lehmi, ikbebet ve ekşili patlıcan dolması olmak üzere yedi çeşit yemek barındırıyordu ve her biri birbirinden şahane lezzetlerdi.
Tabağıma odaklandığım için masada dönen muhabbete dahi katılamıyordum. Sadece ara sıra gözüm manzaraya takılıyordu. Yanımda oturan Ecem elini getirip gözlerimin önünde aşağı yukarı salladığında başımı kaldırdım ve masadakilere baktım. Bir yandanda ıroktan kestiğim kadarını ağzıma götürmeyi ihmal etmedim. "Dünyadan Asena'ya diyoruz ama kendisi satürnde sanki bizi duymuyor." Selim'in söylediğine hep bir ağızdan kahkaha atmıştık. "İnan satürnde olsam bu kadar büyülenmem." Ege parmaklarını şıklattı. "Bingo! Bu şehir büyüleyici olduğu kadar kızlarıda çok büyüleyici." Aklı fikri kızlarda olan Ege'ye sadece gözlerimi devirmekle yetindim.
Ecem benim çocukluk arkadaşımdı ve Selim'le evlilerdi. Ege'de Ecem'in sadece bir yaş küçük zıpır erkek kardeşiydi. Çok arkadaşım olmasına rağmen yanlarında kendimi en rahat hissettiğim ekip kesinlikle onlardı. Herkesin delilik olarak adlandırdığı pratisyen hekimlikten istifa etmem ve ardından TUS defterini kapamamda dahi beni bir an olsun desteklemekten vazgeçmemişlerdi.
Senelerce dirsek çürüttüğüm doktorluğu bir kenara atıp elime Piraye'yi alarak gez, gör, öğren, çek mottoma ise saygı duymuşlardı. Hatta Ege'nin fikriyle bir blog hesabı bile açmış bunu hobiden ziyade işe çevirmiştim.Turnam gidersen Mardin'e
Turnam yare selam söyle
Karlı dağların ardına
Turnam yare selam söyleAyfer Vardar'ın sesi usul usul ortama dağılırken beni alıp geçmişe götürmüştü.
"Belki bir gün Turna kuşu olup Mardin'e gelirsin."
İki sene önce yalnız gittiğim Kapadokya gezimde tanıştığım birisi vardı. İki günlük gezimin her anında birlikteydik ama elimde çektiğim tek bir fotoğrafı ve Mardin'de olacağından söz etmesinin dışında hiçbir bilgi yoktu. Bildiğim tek şey o geçirdiğimiz iki günün ardından benim ben olmadığımdı. Birde verdiğimiz kader bizi bir araya getirene dek birbirimize ulaşmaya çalışmayacağız sözü.
Masal şehir ; Mardin. ❤️
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TURNA
Teen Fiction"Belki bir gün Turna kuşu olup Mardin'e gelirsin." "Turnam gidersen Mardin'e Turnam yâre selam söyle Karlı dağların ardına Turnam yâre selam söyle" (...)