"Tek uyuşturucumuz aşkımızdı
Oğlum, nasıl da birbirimizde sarhoş olurduk."-Pim Stones, The Life We Could Have Had
-
Jimin adımları her zaman neşeli olan çocuklardandı. Öylesine bir anın içindeyken bile, bir sınav olmak için okuluna yürüyorken veya yetişmesi gereken bir ders varken bile izlemeye değer ritmik adımlar atardı. Acelesi yoksa bu adımlar dans hareketlerini bile andırabilirdi. Yürümeyi, koşmayı, birçok şekilde hareket etmeyi severdi. Bunun en sevdiği çeşitlerinden biri elbette Kaliforniya sahillerinde yürümekti. Kore'de olduğu zaman nasıl yürüdüğünü hatırlamıyordu bile, belki de yeni yürümeye başlamıştı?
Şimdi ritmik adımları Paris caddelerinde dans ediyor, köşebaşı dükkanlarda oturmuş kahvesini veya içkisini yudumlayan birçok yerlinin gözüne takılıyordu.
İstikameti hiçte meraklısı olmadığı yurt odası olmasına rağmen ayakları ilk defa geri geri gitmiyordu. Odaya ulaşmak için hevesliydi çünkü bir an önce randevusu için hazırlanması lazımdı.Kampüsten çıkıp yurda yürümenin iki farklı yolu vardı. Birisi sabah Natheniel ile birlikte yürüdüğü yoldu ki bu uzun olandı ve on beş dakika kadar sürüyordu. Natheniel ile ne zaman birlikte yürüseler bu yoldan gidiyorlardı ve aslında Jimin onun kestirmeyi bilmediğini düşünmeye başlamıştı. Halbuki Natheniel Jiminden daha uzun süredir bu yurdun yollarını arşınlıyordu. Pembe saçlı fark etmeyecek veya konduramayacak olsa da Natheniel yanında Jiminin olduğu her yürüyüşü uzatmanın bir yolunu bulurdu. Elbette onunla sohbet ederek veya sohbete bile gerek yok, yalnızca varlığını yanında hissederek on beş dakika yürümek altı dakika yürümekten daha güzeldi.
Jimin adımları kestirmeye yönelse bile vazgeçti ve yolu uzatarak caddeden ilerledi. Böylece yol üstünde bir yerden ayaküstü yiyecek bir şeyler alıp hızlıca yurda ulaşır ve akşamki randevusuna hazırlanırdı. Evet, hazırlanabilmek için yalnızca bir buçuk saati kalmış olan randevusu!
Adımlarını hızlandırdı ve neredeyse koşar halde caddenin köşesinde yer alan ve her zaman taze pişmiş hamur kokuları yayılan fransız fırınına girdi. Sabahtan beri Jungkook'un turtasından aldığı bir dilim ve vanilyalı lattesi hariç hiçbir şey yememişti, dolayısıyla karnı fena halde açtı.
Bozuk fransızcasıyla acele bir kruvasan siparişi verip onu alır almaz fırından çıktı. Bu esnada daha içerideyken çalmaya başlayan telefonunu açıp kulağına yaslamıştı."Anne?"
"Bebeğim, nasılsın?"
"İyiyim anneciğim. Şimdi okuldan çıktım yurda geçiyorum. Sen nasılsın?" diye sormuş ve annesinin konuştuğu sürede kruvasanını çiğneyebilmek için bir ısırık almıştı. Hamurişi yemekten her zaman zevk almış olsa da kruvasan onun için farklı bir meseleydi. Tereyağı dolu, çıtır çıtır olan bu hamurişini yerken cennetten bir lokma alıyormuş gibi hissediyordu. Tereyağı her şeyi olduğundan nasıl daha güzel yapabiliyordu?
Elbette kruvasanı bu kadar seven biri olarak Fransa'da olmanın keyfini sonuna kadar çıkarıyordu.
"İyiyim canım. Sadece bugün sesini duyamadığım için keyifsizdim ama şimdi çok daha iyiyim." Jiminden bir söz beklemeden devam etti. "Ne yiyorsun bakalım? Lezzetli mırıltıların buradan bile duyuluyor."
Jimin gerginlikle yutkundu. Lezzetli mırıltıları kesilmişti çünkü bir anda yedikleri zehir gibi gelmeye başlamıştı.
"Kruvasan yiyordum-"
"Şu ülkeye gittiğinden beri doğru düzgün bir yemek yemedin Jimin. Hamurişine boğuyorsun kendini."
Jimin için şaşırtıcı olmayan bir şekilde lokmaları boğazına dizilirken elindeki kruvasanı paketin içine geri koydu. Tuhaf bir şekilde annesine yalan söyleyememek gibi bir huyu vardı. Bazı şeyleri onun kızacağını bilmesine rağmen yine de saklayamazdı. Bunu biraz tüm hayatını annesine yapışık gibi yaşamasına bağlıyordu. Daha birkaç hafta önce paris'e gelene kadar birbirlerinden hiç kalıcı şekilde ayrılmamışlardı. Bundan önceki ayrı kalmaları yalnızca Jiminin büyükannesiyle yurt dışı gezilerine çıkması yüzünden olurdu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Peach Melba | Jikook
FanfictionJimin mesele tatlı yemekse ekmek arası kalıp çikolatayı bile sever, astrolojiye ve fala inanır, Paris'e bayılırdı. Jungkook ise Jiminin yanakları dışındaki hiçbir tatlıyı sevmez, astroloji ve fal gibi şeyleri deli saçması bulur, Paris denen şehirde...