7. BÖLÜM: YIRTIK DİKİŞ

51 9 67
                                    

BÖLÜM 7
❦ ════ •⊰♛⊱• ════ ❦
YIRTIK DİKİŞ
☬☬☬

BÖLÜM 7❦ ════ •⊰♛⊱• ════ ❦YIRTIK DİKİŞ☬☬☬

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.


~Hazan Mahi Piyale~

Bazen, kelebeklerle dolu, herkesten uzak, su ve kuş seslerinin yankılandığı bir vadide olmak istediğimi hissediyordum. Sanırım bu son on yılda istediğim tek şeydi. Şehrin yoğunluğu beni boğuyordu ve kaçmak istediğim şeylerin sayısı gittikçe artıyordu. Kendimden kaçmak istiyordum, insanlardan kaçmak istiyordum, boşluktan kaçmak istiyordum, Reha'dan kaçmak istiyordum...

Ama bazen de oluyordu ki, kaçmak istediğim şeylere ihtiyacım oluyordu. Ne kadar yalnızlığı tercih edersem edeyim, kalabalıkta büyümüş bir insandım ve kalabalıkta büyüyen insanlar istemeden de olsa kalabalığa muhtaç bir hale geliyordu. Bazen aldığımız nefesi bile birileriyle birlikte almak istiyorduk. Mahkûmiyet buydu. Mahkûmiyet kalabalıktı. Maruz kalmaktı ve yokluğunda değeri anlamaktı mahkûmiyet.

Çocukken, aşkın veya sevginin varlığını sorgulardım. Sevgi neydi? Ben birine sempati hissediyordum fakat bu sevgi miydi? Birileri bana güzel şeyler hissettirmeyi başarıyordu fakat ben gerçekten hissediyor muydum? Etrafımdaki insanların bana karşı bir art niyeti var mıydı? Bunlar, küçük bir çocuğun sorgulamaması gereken şeylerdi. Zamanla üstüne toprak atılan veya önüne perde çekilen hislerin aslında bir şekilde yaşama tutunabildiğini ve dışarıya yansıtıldığını fark etmiş ve kendimi bir anda buralarda bulmuştum. Bana göre ıssız bir dağ olan bu liman, aslında oldukça kalabalıktı. Beni alıp götürecek gemiyi hem bekliyor hem de korkuyordum. Bekliyordum çünkü kalabalıktan uzaklaştığımda kendimin farkına varacaktım. İnsanları ve hisleri anlayacak, aklımdaki soru işaretlerine cevap bulacaktım fakat korkum da vardı. Korkum, mahkûm olduğum kalabalıktan kopmaktı. Kendiyle çelişen bir ruhtum. Elimden geldiği kadar özgür, elimden geldiği kadar tutsaktım.

Bir tutsaklığım daha vardı. Siyah saçları, kehribar gözleri, dövme dolu bir sol kolu ve kadife bir sese sahip olan bir tutsaklıktı bu. Ona tutsak değildim. Aramızdaki bağlar beni tutsak etmişti. Gördüğüm ipler, resmen bir hapishanenin parmaklıklarından farksızdı. Söz dinlemezdi, pervasızdı, kafasına göre hareket eder fakat yine de kuyruğunu kurtarmayı başarırdı. Korkmazdı, kendine düşkündü, istediğini alabilmek ve elindekini kaptırmamak için her şeyi yapardı ve bütün bu özellikleri beni ona hayran bırakırken aynı zamanda korkutuyordu. Yapabileceklerinin ucunu, bucağını göremiyordum. Ne yapabileceğinden emin olmadığım bir çocuktu ve sonunu kestiremediğim senaryolar beni bir adım geri atmaya zorluyordu.

Yanımda uzanan kıvrımlı bedeninin parçası olan, yataktan sarkan koluna diktim gözlerimi. Dövme doluydu kolu. Adı yazıyordu, çiçekler vardı, tiyatronun işareti olan gülen ve ağlayan maske vardı, gözümün ısırdığı fakat çıkaramadığım bir çiçek, hepsine önderlik ediyordu. Diğer bütün çizimler, o çiçeğin etrafına çizilmişti. Kolundan eline indirdim gözlerimi. Serçe parmağında kırmızı renkli, düğüm atılmış ipe benzeyen bir dövme vardı. Bir anlamı olmalıydı fakat ben anlamını bilmiyordum. Diğer parmakları boştu. Parmakları uzun ve inceydi. Eli zarifti. Bir erkeğe göre zarif elleri vardı. Sol bileğini eski bir saat süslüyordu. Şıktı ve pahalı olduğu belliydi. Elimi kaldırıp eline doğru yaklaştırdığımda sadece elinin yanına tutmakla yetindim. Ten rengi farkımızı inceliyordum fakat bilinçaltımdan tek bir soru geçiyordu: Elim eline yakışır mıydı?

BAĞ BOZUMU TANRISIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin