Akdenizin en sıcak şehirlerinden birinde, en sıcak günler yaşanırken halkın tek derdi bu nemli sıcaklardan bir an önce kurtulmak, ağaç gölgelerinde, klimalı mağazalarda, soğuk duşlar altına girerek serinlemekti.Asvaltın bile eridiği yollardan geçen arabalar çoğunlukla soluğu şehrin iki ayrı köşesinde alıyordu. Deniz ve yayla.
Yılmaz ailesi de soluğu yaylada bulma taraftarıydı. Üç aile, on yıl önce aldıkları üç katlı binaya her yaz gidiyor, yazın sonuna kadar da o binadan ayrılmıyorlardı. Tabii erkekler dışında. Onlar iş için her gün şehre inip geri dönmeye devam ediyorlardı.
Bu yaz ise ailenin sevilen oğlu Hamitin fıtık amelyatı olması sebebiyle yaylaya gitme işi ağustos ayına kadar ertelenmek zorunda kalınmıştı.
Yarım saatlik yolun ardından yayla evine vardıklarında artık şehrin o bunaltıcı havası gitmiş, yerine serin bir bahar havasını almıştı.
Hamit arabanın anahtarlarını cebine atarken önüne arabasını park etmekte olan abisine kısa bi bakış attı, ardından kızına seslendi. "Bagajdaki poşetleri yukarı getirdikten sonra bana seslen, arabayı kapatayım."
Yolcu koltuğunda hala oturmakta olan annesiyse, "Önce kardeşini al kucağımdan Ayşegül." dedi. "Uyudu kaldı kaç dakikadır... Kollarım uyuştu ya." Ayşegül başını sallayarak önce kucağındaki kardeşini yukarı götürüp mindere yatırdı sonra içinde erzak, meyve sebze olan poşetleri tek tek taşımaya başladı.
Kuzenleri ve abisi de onunla beraber poşetleri taşıyor olsa da kimisi geç başlamıştı yardım etmeye kimi ise erkenden bitirmişti yardımını.
Poşetler hallolduktan sonra üçüncü kattaki evine gelen Ayşegül, terasta oturmakta olan ailesinin yanına gitti.
Dört kardeşlerdi. Bir abisi ve iki erkek kardeşi vardı. Kardeşlerinden biri beş diğeriyse on bir yaşındaydı. Abisi yirmi dört yaşında, Ayşegül'den iki yaş büyüktü.
Birinci katta oturan amcası ve beş çocuğu, orta katta ise babaanne ve dedesi oturuyordu.
Aslında her dairenin sahibi varmış gibi gözükse de tüm günü en üst katta, hamitlerde geçirirler, uyku vakti herkes köşesine çekilirdi.
Bu yüzden ne Ayşegül ne de annesi yaylayı hiç sevmezdi. Oturup da havanın, manzaranın tadını çıkaramazlardı da ondan. Yemek yapmak, temizlik yapmak hatta bahçeyle ilgilenmekten sadece geceleri rahata eriyorlardı.
Ayşegül hemen bu sene bitirmişti üniversiteyi. Babasının zoruyla yaşadığı yerde okumak zorunda bırakılmış zor bela hemşirelik okumuştu. Şu an KPSS'ye hazırlanması gerekirken yaylada bütün bu işleri sırtlanıyor olması onu hiç şaşırtmamıştı. Elbette öncelik ailesiydi. Sonra değil, en son kendisi gelirdi.
Tüm gün boyunca annesi ile önce temizlik yapıp eşyaları yerleştirdiler ardından yemek yapmaya koyuldular. Bu sırada erkekler yaylanın küçük çarşısına inmiş ortalıkta dolaşıyorlardı.
"Kızım!"
Ayşegül doğradığı marulları bırakıp başını kaldırdığında, "Efendim?" diye seslendi.
Annesinden ses çıkmayınca yerinden kalkıp balkona doğru ilerledi. "Efendim?" diye tekrar etti."Babanı ara, şehriye iste." dedi erzak dolabını karıştırırken. "Mercimek de alsın, yarın çorba yaparsın bir güzel."
Ayşegül başını sallayarak telefonunu eline aldı. Annesinin isteklerini babasına ilettikten sonra işine geri döndü.
Birbirinin kopyası günlerden sonra, on iki ağustos geldi çattı. Ayşegülün en küçük kardeşi Muratın doğum günü...
Ayşegül neredeyse çocuğu gibi sevdiği kardeşi için pasta ve poğaça yapmış, önceki günden ise anne ve babasına "Muratın çok sevdiği bir film vizyona girdi, babam şehre inerken bizi de eve bıraksa biz filmi izleyip sonra yaylaya geri gelsek olur mu?" diye sordu.
İlk başta burun kıvıran çift, en sonunda kabul ettiklerinde Ayşegül heyecanla yarın giyeceği kıyafetleri seçti.
Ertesi gün olduğunda Murat ve Ayşegül büyük bir heyecanla sinemaya gittiler. Murat izlediği animasyondan çok patlamış mısırlara odaklanmış karnı şişene kadar yemişti. Ayşegül ise tam aksine filmin içine girmiş, en azından birkaç saatliğine kafasını dağıtmayı tercih etmişti.
Filmden çıktıklarında elinde hoplayıp zıplayan kardeşini kucağına alan Ayşegül, "Ne istiyorsun sen bakalım?" diye sordu.
Murat eliyle örümcek adamlı uçan balonu gösterdi. "Onu istiyorum."
Ayşegül gülümsedi ve kardeşine sulu bi öpücük kondurdu. "Seni yerim ben ya."
Balonu aldıktan ve biraz daha dolaştıktan sonra artık eve gitme vakti gelmişti.
Alışveriş merkezinin dışında sakince yürüyen Ayşegül ve sürekli elinden kaçmak isteyen Murat durağa doğru ilerliyorlardı."Gitmek istemiyorum, gitmek istemiyorum." Murat eve döneceklerini anlamış neredeyse ağlayarak alışveriş merkezine geri dönmeye çalışıyordu.
"Ama evde sana bir sürprizim daha var Murat." Kardeşini kucaklamaya çalıştı ama kardeşi ayaklarıyla buna engel olunca anlayışla yürütmeye devam etti. "Ve çok seveceğinden eminim."
"Hayır! Ben burada kalmak istiyorum!"
Muratın gözyaşları akmaya başladığında Ayşegül bu duruma hiç şaşırmamış olsa da başını iki yana salladı. "Resmen kendi bacağıma sıktım."
Murat gürültüyle ağlamaya devam ederken Ayşegül karşı şeride geçmek için kırmızı ışığın yanmasını bekledi. En sonunda yandığında gülümseyerek kardeşine baktı. "Tamam sürprizimi açıklıyorum." dedi. Kardeşiyle karşıya geçmeye başladılar. "Pasta! Pasta yaptım!"
Murat ablasını umursamadan elinden kurtulmaya çalıştı, "Bırak!" Ayşegül durup kardeşini sıkıca tuttuğunda yolun ortasında olmanın verdiği korkuyla başını kaldırıp duran arabalara baktı.
Önde duran arabalar onları seyrediyor, geçmelerini bekliyordu.
Ayşegülün elini ısırıp kurtulmayı başaran kardeşi bi anda alışveriş merkezine doğru koşmaya başladı.
"Murat!"
Ayşegül çığlık atarak kardeşine doğru koşmaya başladığında belki de gereksiz bir tepki vermişti. Çünkü zaten kırmızı ışık yanıyordu, arabalar durmuş onları seyrediyordu.
Fakat o an korkunç bir şey oldu. Ayşegülü neredeyse korkudan bayıltacak bir şey.
Yolun boş olan kısmından hızla geçmekte olan beyaz bir araba, kırmızı ışığa aldırmamıştı. Hızla ilerlemeye devam etti. Murat'a sertçe çarpıp kendiyle beraber yirmi metre kadar ilerlemeye...
En sonunda durduğunda Muratın hareketsiz vücudu bir yerde araba bir yerde Ayşegül başka bir yerdeydi.
Dakikalar önce kardeşine aldığı örümcek adamlı balonsa gökyüzüne doğru ilerlemekteydi.
YOU ARE READING
SON HAYAT
Художественная прозаİnsan başına kötü bir şey geldiğinde başkasını suçlamaya meyillidir çünkü kolay olan budur. Zor olan kendini suçlayabilmektir. En zor olansa hayatı suçlamayı bırakmaktır. Kadere teslim olmaktır.