Sonbahar güneşinin pencerelerden sızan şuaları içerideki zifiri aydınlatırken, gördüğüm simalar yaşadığım ilk 8 yıl kadar yabancıydı.
Daire şeklinde konumlandırılan 8 sandalye, o sandalyelere bağlanmış 8 genç ve kafada dönen sayısız sorular... Aynı kaderi yaşayan yabancılar: yani biz.Herkesin yüzünde bir tükenmişlik vardı, lüzumsuz direnişin emaresi. Yine de barışık değildik bu olanlarla, sadece elimiz kolumuz bağlıydı. Gerçek anlamda bağlıydı.
Sanki serbest olsaydık ne yapacaktık ki?
Onlara karşı hiçbir şansımız yoktu. En son bir hücrede uyandığımı hatırlıyordum, orası kesinlikle en son bayıldığım yer değildi. Çıkardığım zorluğun ardından bedenimi hafif sızlatan bir titreşim hissetmiştim. Ve şu an buradaydım, onlarla birlikte aynı kaderi yaşıyordum. Bağırmaktan ses tellerimiz yorgun düşmüştü. Bizi kaile alan ise olmamıştı. Acı bir sükût hâkimdi meydanda. Artık bizi sandalyeye birleştiren kayışları koparmaya gayret etmiyorduk. Saatler geçmemişti bu kurtulma çabamızın ardından, dakikalar tüketmişti bizi.Saklı planlar, benim beklenmedik imtihanım olmuştu. Aklıma gelmeyen başıma gelmişti. Dolaylı yolla da olsa, beni onlara babam teslim etmişti. Bunu anlamayacak kadar aptal değildim, bu durum beynimi eriten türdendi...
Bir gün önce babamla yemek yerken, bu ani ve bana bilindik olan bir maksadı olmayan yemek için her türlü senaryo kurulmuştu kafamda. Yalnız bu değil...İlahi bakış açısı...
1 gün önce...
Hazel Kuzgun, babası Kıvanç Kuzgun’la özel günlerde tenha bir mekânda yemek yemeğe alışkındı. Fakat bu gün, bu yemek alışılmışın dışındaydı. Onlarca mekânı olan babası, yine mekânlarından birini kapattırmıştı; kendilerinden başka hiçbir müşteri yoktu etraftaki masalarda.
Alışılmadık olan ise, bu yemeğe sebep olarak ortada Hazel için bilinen ne bir özel gün, nede bir maksat vardı.
Yeşilin tonlarına sahip ela gözleri, bir cevap arar gibi babasının yüzüne sürekli kaçamak bakışlar atıyor, şu an bu masada oturmasının bir sebebi olup olmadığını merak ediyordu. Hem de arada bir çıkık köprücük kemiğini ovuyor, merakını gidermek için doğru zamanı bekliyordu. Zira yersiz verilen sorular, Kıvanç beyi sinirlendire bilirdi. Bunun olmasını asla istemezdi, ama belirsizliğin getirdiği endişe, daha ilk dakikalardan onu rahatsız etmeye başlamıştı. Başını arkaya çevirdiğinde ise bir kaç metre uzaklıkta, kapının yanında duran korumanın, yalı kazığı gibi dikilip beklemesi olağan bir durum değildi. Onu ilk kez görüyordu. Uzaktan bakınca bile hayran olunası bir çekiciliği vardı doğrusu, orada öylece dikilmesi Hazel’e göre sinir bozucuydu.
Mesela oturup birlikte yemek yeselerdi, daha çok hoşuna giderdi. Buradan en göze çarpan şey, siyah takım elbiseli, dik kametli vücuduydu. Biraz daha yakın olsaydı, yüzünü daha iyi inceleme fırsatı olurdu, Hazel’in. Ama maalesef bu mümkün değildi. Nerede görülmüştü, Kıvanç beyin bir koruması ile aynı masa etrafında oturması?
Bakışlarını kızına hiç değdirmeyen adam, oldukça düşünceli gözüküyor, sükûtun hâkim olduğu ortamda arada bir saatini kontrol etmekteydi. Kar gibi beyazlayan saçları, onu olduğundan daha yaşlı gösteriyordu.
Kızına geçen ela gözlerinin feri gitmiş, yüzünde zor geçen yılların yorgunluğu kendini belli ediyordu.Derin bir soluk aldı, Hazel: “Bu yemeğin bir maksadı var mı, baba?”
Bu soruya karşılık, Kıvanç beyin bakışları nihayet kızını buldu. Ama tek kelime etmedi, yok dese yalan olurdu. Tam bu sırada bir çift topuklu ayakkabı ve servis masasının tekerleklerinin sesi mermer zeminde yankılanmasıyla, dikkatler o yöne kaydı.
Üzerine beyaz gömlek siyah kalem etek giyen, kahverengi saçlarını ensesinde sıkı bir topuz toplayan genç kadın, servis yapmak üzere masaya doğru ilerliyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kuzgunlar Cemiyeti
RandomKuzgunlar Cemiyeti, asırlardır dünyanın dengesini bozacak kapasiteye sahip güç kaynağını beşeriyetten gizleyen bir topluluktur. Cemiyetin her bir üyesi 'kuzgun' olarak adlandırılmaktadır. Hâkimiyetin kuşaktan kuşağa geçtiği bu cemiyette, 7. Kuşağı d...