19 Ocak 1997/İstanbul
"İstanbul güne gözünü alevlerle açtı. Sabah saat 5 civarlarında boğaz kenarında bir evde yangın çıktı. İtfaiye ekiplerinin hızlı müdahalesiyle yangın yayılmadan söndürüldü. Çevrede yaralanan biri olmadı, evde ise sadece bir kız bebeği bulundu. Bebeğin ailesi ve evin sahipleri ise hala bulunamadı.
Bebek itfaiye ekipleri tarafından nüfus müdürlüğüne teslim edildi."Mustafa elindeki bebeğe bakarken hissettiği tek duygu acımaydı. Amiri kendisine bu bebeğe bir kimlik çıkartıp bir yetimhaneye bırakması gerektiğini söylemişti. Önündeki nüfus kayıt ekranına bakan Mustafa çocuğa ne isim vermesi gerektiğini düşünüyordu. Çocuğun bir yangından kurtarıldığını duymuştu. Ona bu duruma uyacak bir isim vermek istedi, aklına Tansu ismi geldi "Doğaüstü, mucize olay" bu bebeğe fazlasıyla uyan bir isimdi. Soy ismini de onun vermesi gerekiyordu daha yeni doğmuşken öksüz kalan bu çocuğun hep güçlü olmasını istedi Mustafa, bunu dileyerek soyadını Yılmaz koydu. Anne ve baba adı yerine gelince derince yutkundu. Anne adına Havva, baba adına Adem yazdı; daha sonra kucağındaki çocuğun güvenli bir şekilde büyümesini umarak onu Papatya çocuk yurduna bıraktı. Nerden bilebilirdi ki o yurdun o çocuğa bir cehennem olacağını...
20 Eylül 2024/Şırnak
-Tansu Yılmaz
Sabaha karşı aldığım çağrıyla apar topar sınır yakınlarındaki sağlık çadırlarına gelmiştim. Çok fazla yaralı asker vardı, bu yetmezmiş gibi birde yanımdaki doktor ve intörnlerle uğraşıyordum. Çatışma fazlasıyla ağır geçmiş gibi gözüküyordu. Önümdeki sedyede yatan askerin 2 kurşun yarası vardı, biri koluna biri karın boşluğuna isabet etmişti. Yanımızda fazla malzeme olmadığı için yalnızca lokal anestezi yapabiliyordum. Önce karnındaki yaraya bakmaya başladım, fazla derin değildi yaranın etrafına kesikler atarak deliği genişlettim. Kurşun vücudundan çıkmamıştı fakat organlarına veya kemiklerine de herhangi bir zarar vermemişti kurşunu çıkarıp yarasını dikmeye başladım. Daha sonra kolundaki yaraya da aynısını yaptım. Serumuna ağrı kesici katıp diğer hastaya doğru ilerledim, o sırada intörnlerden Eylül bana seslenmeye başladı.
"Tansu hocam yardımınıza ihtiyacım var, burada fazlasıyla ağır yaralı bir asker var!" Diye bağırdı.
Hastanın yanına yaklaştım iki bacağında da şarapnel ve kurşun yaraları vardı. Saldırıyı açan örgütün kullandığı kurşunlar normal değildi, zehirli kurşunlar kullanılıyorlardı. Adamın bacak kemikleri zaten şarapnel parçaları yüzünden parçalanmıştı, kurtarılma şansı yoktu. Fakat bacakları acilen ampute edilmezse kurşunlar yüzünden zehirlenecekti. Ameliyathaneye gitmeden amputasyon yapmak imkansızdı, bu yüzden acilen bir hastaneye gitmesi gerekiyordu.
"Eylül ben gelene kadar kurşunları çıkarmaya çalış, fakat çıkarırken kurşunların ana damarlara temas etmediğinden emin ol. Ben geri dönene kadar hastayı hayatta tut."
Sağlık çadırından çıkıp komutanların bulunduğu çadıra doğru ilerledim, bulabildiğim yetkili birilerine hastaların acilen hastaneye gitmesi gerektiğini söyleyecektim. Çadırın içine girdiğimde gözüme çarpan ilk kişi masaya yaslanmış bir şekilde duran askerdi. Masaya yaslanmasına rağmen o kadar uzun gözüküyordu ki bir kaç saniye şaşkınlıktan gözümü alamadım. Bende çok kısa bir insan değildim, hatta çoğu kadına göre uzun olduğumu söyleyebilirdim fakat bu kişi benden tahminimce 30 santim kadar uzundu. Ve benim boyum 180. Şaşkınlığımdan kurtulmayı başarabildikten sonra etrafa bakınmaya devam ettim şansıma içerdeki tek kişi de oydu. Beni sonunda fark etmiş olacak ki bana doğru seslendi. "Ziyaretinizin sebebini öğrenebilir miyim?" Gözlerimi gözlerine doğru çevirdim fakat bunu yapmam fazlasıyla zor olmuştu, malum adamın boyu sırık gibiydi. "Buradaki en yetkili askerle konuşmak istiyorum, lütfen kendisini çağırın."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Neşter
Roman d'amour"Hayatım boyunca yalnızdım. Nereye gittiğim önemli değildi yalnızlığım beni hep takip etti. Binlerce kişinin gittiği konserlerdeyken de, evimin banyosunda uzanırken de yalnızdım. Değersiz hayatımda önem verdiğim tek şey mesleğimdi. Tekrardan o neşte...