dudaklarımız ayrıldığında gözlerimi barış'tan uzak tutmaya çalışarak evin önünde bizi izleyen amcalara yönelttim.
"işte kanıtınız!"
amcalar aralarında konuşmaya başlamışken ilginin dağılmasını fırsat bilen barış kollarımdan tutarak evin içerisine çekip kapıyı kapatarak baş başa kalmamızı sağlamıştı.
"şey..bunun için özür dilerim."
"sorun yok." gözlerinin benim üzerimde dolaştığını hissedebiliyordum. aniden kolumla çekilmemle kendimizi sarılır bir şekilde bulmuştuk. omuzlarına denk gelen başımı okşayarak adımla seslendi.
"semih.. çok mutluyum, teşekkür ederim." onu bunak köylülerden kurtardığım için olmalıydı bu teşekkür.
"bu kadar mutlu olman çok iyi." sözümün bitmesiyle kolları arasından sıyrılmıştım.
"ben işe geri dönüyorum." barış tarlaya doğru yol alırken arkasından bakakaldım. 'dede ne yapmalıyım..neden buradayım?'
----------------------
barış gittikten bir süre sonra ben de tarlaya dönmüş çalışmaya devam ediyordum. doldurduğum kasaları kucaklayıp eve kadar taşımaya başlamıştım.
"semih!" adımın tanıdık bir ses tarafından söylenmesiyle kasaları bırakıp arkama döndüm.
"senin için bunca yolu geldim, bir merhaba yok mu?"
"kenan?"
----------------------
buraya geleli birkaç gün olmuştu. bugün de diğer günler gibiydi tabii tek bir şey dışında: kenan yıldız'ın trabzon'dan buraya gelmesi.
"burada özgürüm biliyorsun değil mi? cidden bu köyde yapmamı gerektirecek bir şey yok."
"o zaman bana yardım edebilirsin aptal!"
"hayır buraya sadece gezmek için geldim."
"eğer benimle dalga geçmeye geldiysen hemen geri dön trabzon'a!"
kenanla çocukluk arkadaşıydık. dedesi rakip şirketin başkanıydı, bizim de rakip olmamız beklenirken benzer hayatlar yaşadığımızdan ve birbirimizi anlayabildiğimiz için arkadaş olmuştuk. kenanla küçüklüğümüzü düşünürken gözlerim soğanlarla ilgilenen barış'a kaydı. kenan buraya geldiğinden beri doğru düzgün sohbetimiz olmamıştı. kenan telefonuyla ilgilenirken ben de barış'ın yanına gittim.
"soğanların hasadına ne kadar zaman var?"
"3-4 aya iyice büyürler. ondan sonra toplarız."
"yani daha çok var." sabırsızlığımı belli eden cümlemle barışın dudakları kıvrılmıştı.
"merak etme hasattan sonra ilk senin yemeni sağlayacağım."
"ama ben soğan sevmem ki.."
barış'ın düşen yüzüyle kendimi kötü hissedip durumu toparlamaya çalıştım.
"tamam tamam yerim. kendi yetiştirdiğim şeyi yemek isterim zaten."
"söz verdin bak unutma."
"biliyorum, yiyeceğim."
----------------------
eve dönünce barış topladığımız sebzelerle yemek yapıp sofrayı hazırlamıştı. ona yardım etmeye çalışsam da becerememiş kenan'ın gülüşlerime maruz kalmıştım.
"hadi yiyelim."
pırasa yemeğinden bir kaşık ağzıma atmamla kenan'dan anlamsız sesler yükselmeye başlamıştı.
"oha!"
"ne var?"
"semih sen pırasa yiyeceğime ölürüm derdin!"
ağzıma bir kaşık daha pırasa yemeği atarken cevap verdim. "hmm..cidden öyle mi dedim?"
"sürekli pırasayı ne kadar sevmediğimiz ile ilgili konuşurduk hatırlasana."
"buraya geldikten sonra yemeye başladım."
"çok kötü gözüküyor."
"diyorum sana barış'ın yemekleri çok lezzetli, denemen lazım." pırasa yemeğini kenan'ın önüne koyarken kenan pırasanın kokusunu almamak için burnunu kapatmış iğrendiğini belli eden gözleriyle bana bakıyordu.
"yemek için teşekkürler barış."
"afiyet olsun."
----------------------
kenan hala uyurken her zamanki gibi saat beşte kalkıp işe başlamıştık. tarla aletlerinin olduğu küçük barakada barışla beraber ekilecek tohumları ayarlıyorduk.
"bütün tohumları ekecek miyiz?" kucağımdaki tohum çuvalına baktım.
"evet."
"bu arada kenanı misafirin olarak kabul etmeni beklemiyordum. gelişi çok ani oldu."
"lafı olmaz, sonuçta senin arkadaşın." kulaklarımın kızardığını hissediyordum. kucağımdaki tohum çuvalını unutup bir elimi kulağıma götürmek için çekince ağzı açık olan çuval hafifçe dökülmeye başlamıştı.
"ah!"
farkında olmadan ağzımdan çıkan sesle barış'ın arkamdan sarılıp çuvalı tutmama yardımcı olması bir olmuştu. bulunduğumuz pozisyon daha da kızarmamı sağlarken barış kafasını öne eğip yüz yüze gelmemize sebep olmuştu. gözlerinden başka yere odaklanamazken dudaklarını araladı.
"iyi misin?" sorusuyla kalbim daha da hızlanmayı başarmıştı. kızarmış yüzümü görmemesi için yere baktım.
"iyi-iyiyim."
görüş açıma giren işaret parmağı çenemden tutup yeniden yüz yüze gelmemizi sağlamıştı. işaret parmağı çenemden dudaklarımın üstüne kısa bir tur atarken gözleri gözlerimi buldu.
"yüzüne tohum yapışmış, onu aldım. gidip kahvaltı yapalım mı?"
bedenlerimiz ayrılmışken ani bir hareketle yüzünü ellerimin arasına aldım. gözleri büyümüş halde bana bakıyordu.
"sakalın ne kadar kalınmış." dedim düz bir suratla. aniden yaptığım bu hareketi toparlamaya çalışıyordum.
"siz ikiniz...hadi kahvaltı yapalım, çok acıktım." ellerim hala barış'ın yüzünü avuçlarken kenan'ın sesiyle irkilmiştik.
"geliyoruz şimdi."
bu ficte barışı eski saçıyla hayal edin olur mu kıvırcık platin saçlarıyla hiç köylüye benzemiyor çünkü 😔😔😔
ŞİMDİ OKUDUĞUN
trabzon boy meets rize/barsem
Romancetokyo boy meets country mangasının uyarlanmış halidir. yer yer mangaya göre farklılıklar olacaktır. iyi okumalar.