"Buna bir son vermeliyiz."
"Neye?"
"Beraber olmak zorunda hissetmemize."
"Gitmek mi istiyorsun?"
"Giderek, sonsuza kadar kalmak istiyorum."
"Bu çok saçma. Mantıklı davranmak sırası değil."
"Mantıklı davranmak olsaydı, sana sarılmazdım."
"Sarılman gitmen anlamına gelmez."
"Korkuyorum."
"Neyden?"
"Senden. Sana bağlanmaktan. Hep korkmuşumdur, bir gün başıma geleceğini biliyordum."
"Bir benden gitmek istememi isteyeceğini de, biliyordun."
"Evet. Çünkü bu sürdürülemez. Senle ben, ayrı dünyaların insanı değiliz. Fakat sen çok farklı bir dünyadasın. Çünkü buraya ait olmak istemiyorsun, kalıpların yok senin."
"Böyle olduğumu sana düşündüren nedir?"
"Anlattıkların."
"Anlattıklarım kendi içimden bir parça idi. Daha çoğunu anlatmadım. Dinlemek istemiyor muydun o anda da?"
"Hayır. Dinlemek isterim hep, her an. Fakat içimi kemiren çok şey var. En başta da sen."
"Benden korkma. Çünkü korkulacak adam değilim. Daha doğrusu seni çekecek bir şeyim de yok aslında. Ben varım sadece."
"Biliyorum. Bu yüzden buradayım hala."
"Korkuyorsun değil mi?"
"Korkuyorum. Mantığımla yaşamaya alıştım. Ve duygularıma yenilirsem, sana kapılır giderim. Ve sen sonra bırakıp gidersin beni öyle değil mi? Herkes için her zaman öyle olmuştur. Herkesin bir hiç gelmeyecek gideni vardır."
"Bırakmam dersem bana inanacak mısın?"
"Ne münasebet. Tabiki de inanmayacağım."
"O zaman çabalamamın da bir anlamı yok."
"Bu kadar kolay pes edecek olacağını düşünmüştüm aslında."
"Sen bana inanmayı seçmedin ki, ben bunun için çabalayayım."
"Belki inanacaktım sen çabalamaya kalksaydın. Hem bak. Bir martı daha geliyor vapurun üzerine. Simit atıyorlar hayvana. Neden? Çünkü oraya kadar çabaladı, uçtu."
"Ben martı değilim. Kanatlarım yok. Hem kanatlarım olsaydı burada mı dururdum? Giderdim kendi kafama göre. İstediğim yere. Sesini bile çıkaramazdı diğer martılar. Sen bile çıkaramazdın."
"Çabalamaktan korktuğunu da hissetmiştim. Kendi başına olmak isteyen bir adama neler anlatıyorum ki."
"Anlat. Belki bir gün daha çok anlar. Gitmeye kalkmandan daha çok, anlatmanı istiyordur."
"Hiç de bile."
"Sen öyle san. Anlamak sevmenin yarısıdır derdi amcam. O da amaçları doğrultusunda kaybetmişti hayatını. Bencillik. En sevdiği şey bencillikti. Kısa boylu şişman biriydi. Paragözdü anlayacağın. Sesini çıkarmadan yürüttüğü paralar dedemin ve babamın bizlere ayırdığı paralardı. Dedem hala sever onu, fakat babamla konuşmazlar. Birbirlerini gördüklerinde yollarını değiştirirler. Benim de böyle arkadaşlarım oldu hayatımda. Beni görünce ya tepki vermediler, ya da arkamdan sövdüler. Umursamadım. Umursamadıkça battı geçmiş. Sen de geçmişe karışıp herkes gibi olmaya niyetlisin. Evet evet, hakkın var; sen öyle san!"
"Gitmek istediğimi nereden çıkarıyorsun?"
"Anlattıklarından. Bak, dejavu olduk.
"Hiç gelmeyecek olan bir treni beklemek istediğini söyleyen sen değil miydin?"
"Bilmem. Hatırlamıyorum. Kendi benliğim yok oldu, parçalara bölündü."
"Parayla alınamayacak tek şey senin benliğin. Ve sen benliğini gelmeyecek bir şeyin üzerine kurmak istiyorsun. Ben gelirsem, benim üstüme kuramazsın hayatını. Hayatını benim üzerime de kur diyemem ki! Gelmezsem, benim üstüme kurabilirsin hayatını. Çünkü mantıklı olmak gerekirse, sen beni hiçbir zaman sevmeyeceksin. Senin kadının iç dünyanda, onunla sevişip, onunla öpüşüp güne uyanıyorsun. Bunları nereden mi biliyorum? Çünkü o kadın olmayı çok istedim. Ama senin fikirlerini değiştirmek imkansız."
"Doğru ya evet. Bir o kaldı zaten karakterlerimin içinden. Kararlı olanı. En büyük olanı. Benim fikirlerimi değiştirmek yerine, anlamaya çalışsaydın?"
"Anladım da zaten, bu yüzden değiştirmek istemiştim. Sahiden, benim değiştirmek istediğim şey sen değildin. Senin bölünmüş bir insan olmanı istemiyordum. Tek bir adam. En sevdiğim adam. Sadece benim olan adam. Sesini duyduğumda içimin cız ettiği dik bakışlı adamım olmanı istedim. Bu yüzdendir ki, yine sana sahip olamayacağım, gibi."
"Bilemem. Çünkü sen beni bir durak gibi kullanıyorsun. Sen yolcusun, ben durak. Otobüsün geldiğinde-yani istemediğin bir şey olduğunda binip gittiğin(herkes gibi)- çekip gitmek istiyorsun. Her kadın gibi. Genelleme yapmacağım. Bir kahve daha söyleyelim, martılar çoğaldı gibi."
"Ben istemem kahve. Sen de içme. Çok da şekerli içiyorsun çünkü. Hayatının geri kalanından şüphe ediyorum."
"Hiç gidecekmiş havası yok sende. Kal desem oturup bir büyük kahve daha içersin."
"Öyle ya. Hakkınız var. Resmiyete gerek duyduğum bir an oldu şu an. Ele geçirilmek istemem. Mantığım var benim, yapma diyorsa yapamam."
"Mantık kadar korkak bir duygu görmedim desem bana ne dersin?"
"Küstah."
"Hak ettim. İnsanların değerleriyle dalga geçmeyeli uzun zaman oldu. Fakat bu senin değerin değil, bunu çok iyi anladım. Korktuğun için hayatına mantık sigortası yaptırmışsın. Korktuğun anda şak! Bir atıyor şarteller, ve sen kalbine giden bütün elektriği kapatıyorsun."
"İyi benzetme hakkını vermeliyim. Fakat tam olarak böyle değil. Ben; çok şey yaşadım."
"Herkes çok şey yaşadı."
"Herkesin hikayesi kendine göre farklıdır."
"Bencillik olmasın o dediğin?"
"Hayır. Hem bundan bize ne? Pardon. Banane, ya da sanane? Biz dememeliyim gidecek iken."
"Ben alışkınım. Herkes benden gider. Çünkü aradıklarının ben olmadıklarını ben de bilirim onlar da."
"Aradığım sensin diyemem. Ancak aramadığım da sensin diyemem. İkisinin ortası kadarsın. Bu yüzden çekiniyorum senden."
"Benden kaçma cümlesini kaçıncıya kuruyorum."
"Ama kaçacağım. Ağlamaklı bir veda olmayacak bizimki. Sade bir veda olacak."
"Canımı yakmayı istiyorsun."
"Belki de içten içe bunu istiyorum. Beni unutmamanı."
"Her kadının istediği budur zaten. Ben istediğimi yapayım, ama bir erkek beni unutmasın. Hafızasına kazınayım."
"Lütfen abartmayınız. Çünkü böyle bir şey istemediğimi ben biliyorum."
"Ama ben bilmiyorum. İnanmak da istemiyorum. Ödeşmiş mi olduk inanmamak konusunda?"
"İntikam için yaşadığını da düşünmüştüm. Yaşadığınızı demeliyim."
"Hayır. İntikam değil. Unutmamak. Gözünde bu kadar kötü göründüğümü bilmiyordum. Gözünüzde demeliydim."
"Resmiyete çabuk alıştınız, çünkü korkaksınız."
"Size uyuyorum. Çünkü sen bir katilsin. Ben de az sonra ölecek olan kurban. Benim için neden üzülüyorsunuz ki?"
"Kendim için üzülüyorum. Sonuçta kurban öldükten sonra, katil hayatına devam eder."
"Biliyordum."
"Neyi?"
"Canımı yakacak kadar çok seveceğim bir şeyin bir gün başıma geleceğini."
"Size yine inanamıyorum. Çünkü benim canımı yakacak kadar çok büyüksünüz içimde. Mantığım yine dürtüyor beynimin diğer tarafını. Size kapılamam, anlıyor musunuz?"
"Evet. Gerçekten de çok korkuyorsunuz."
"Korkmuy-"
"Korkuyorsunuz. Çünkü hayatınızın başından beri, gerçekten sevmenin, bakışların içine işleyeceğini öğrenememişsiniz. Sizi hep el bebek gül bebek büyütmüşler belli. Sobalı evde bile kalmamışsınızdır siz."
"Kalmamış olmam acıların ve sevgilerin nasıl bir şey olduğunu bilmemem anlamına gelmez."
"Evet gelmez. Ama bir kısmını görürsünüz. İçinde yaşamamışsınız siz. Ya da ilk defa gerçekten çok umutla bakmamışsınızdır birinin gözüne. Şu an benim olduğum gibi. Gözlerimin böyle parlamasının sebebi olan kadın ne yazıktır mı desem, sizsiniz."
"Böyle şeyler söylemeyin lütfen. Sesimi çıkaramayacak kadar korkuyor, ve kurbanımı öldürecek kadar soğukkanlı olmalıyım. Saatin geç olduğunun farkına bile varamadık bu son oturmamızda."
"Vedaları sevmem ben, çünkü size veda etmeyeceğim. Siz bana veda edeceksiniz. Sizin hayatınız hep mutlu güzel bayan. Benim hayatımda yine bir gün daha kara bulutlar açacak."
"Üzülmeyin canım, yeni birilerini illa ki bulacağız."
"Soğukkanlı olmaya çalışmayın. Neden gözleriniz doldu?"
"Hava soğuk ya ondandır. Ellerim de üşüdü biraz."
"Alın, eldivenlerimi giyin lütfen."
"Olmaz efendim. Gideceğim kişiden eldivenlerini alamam."
"Gidin, ama bu eldivenleri alın. Ne olacak ki? Bir köşeye atacaksınız yaz günleri gelirken, diğer giysilerin içinde kaybolacak."
"Olmaz, hem sizin elleriniz üşür. İçimde kalır."
"Bana böyle davranmayın bayan, daha çok canım yanıyor."
"Yapmak zorundayım. Keyfimden mi gidiyorum sanıyorsunuz? İstemiyorum gitmek. Ama yapmak zorundayım."
"Ben anlamam. Giderseniz, bunu sizin isteğiniz olarak kabul edeceğim."
"Gitmeyin demem bile çaresiz kalacak. Sizi son bir kere öpmeme izin verin."
"Olmaz. O zaman gidemem. Lütfen yapmayın."
"Nasıl isterseniz. Artık gitme vakti mi dersiniz sizin için?"
"Evet. Biraz daha kalayım. Hayatımın adamı olmasını istediğim birinden gitmek benim için de zor."
"Anlıyorum. Umarım güzel bir hayat bulursunuz. Bulursunuz da gerçi."
"Bilmiyorum. İstanbul hep mutsuzluk şehri. Sarıyer de öyle."
"Denizin kıyısına gidince hep, beni hatırlayın. Bu uzun uzun konuşmaları. Sarılmamızı. Öpmemizi. Çünkü bir daha artık, bunlar olmayacak. Çok buruk olacak benim için. Sizi bilemem. Sizin adınıza da konuşamam."
"Hatırlayacağım ben de. Merak etmeyin lütfen. Her şeyi. Çünkü benim bir parçam oldunuz. Ve bir parçamı bugün ellerimle kaybedeceğim. Artık ben gideyim. Gitmeliyim."
"Sizi tutamam. Tokalaşmamıza izin verin."
"Veremem. Bana dokunmadan gitmem gerek. Çünkü öyle olursa gidemem."
"Siz bilirsiniz. Artık izninizle, siz gittikten sonra burada beklemek istiyorum."
"Neden?"
"Hiç gelmeyecek olan birini bekleyeceğim bir durak burası. Otobüsler gelip, içine insanlar binecek ama; inen insanlardan hiçbiri beklediğim şey olmayacak. Çünkü gelmeyeceğini biliyorum. Hiç gelmeyecek olan bir şeyi bekliyorum ben artık. Hiç de gelmesini hem istemediğim hem de ümitle beklediğim kişiyi."
"Bu delilik. Bunu yapamazsınız."
"Yaparım. Ben akııllı değilim zaten. Baksanıza. Hala gidemedim. Sizin gitmenize de mani oldum."
"Estağfurullah. Gideceğim ben şimdi, zaten saat onbiri buluyor. Bu dedikleriniz çok güzel ama, daha fazla konuşamam sizinle. Size kapılamam en başında da dediğim gibi. Beni bir daha aramayın."
"Anladım, nasıl isterseniz. Vedaları sevmem ben, lütfen bana veda etmeden gidin."
"Dediğiniz gibi olsun. Dediğimiz gibi olsun. Kendinizi çok iyi bakın. Lütfen."
"Siz iyi bakın, ben bakacağım. Bu durakta."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tumblr Derlemeleri
RandomTumblr'da yazmış olduğum kısa yazılarımı derleyip Wattpad'e aktarıyorum. Yeraltı ve Yerüstü Edebiyatı. Her Hakkı Saklıdır.©