üç gün önce
ayağımdaki topu yanımdaki veletlere kaptırmamak için tüm hünerlerimi sergileyip sektiriyordum.
"hop! hop!" topu uzatıp gibi yapıp çocukları iki kere sinirlendirdim. sanırım üniversite okumasaydım şu hayattaki tek vasfım mahalle veletlerini sinir etmek olurdu.
"adal! n'apıyon gene!" çocuklardan birisinin annesi pencereden çirkefleşip bağırdığında, tahminimce 5 yaşlarında olan minik veledi bağırmaya başlamıştı."ane! bu benim topumu vermiyo!" ayağımdaki topa tüm gücümle vurup küçük çocukların ve meltem teyzenin bağırışını kazanmıştım. "al sana top." konuştuktan hemen sonra arkama bile bakmadan koşmaya başladım.
ne mızmız veletlerdi yahu bunlar. tamam, bende az şerefsiz değildim ama bu yeni nesil pek bir nazlıydı. arkamda duyduğum küçük ama çok ayak sesiyle çocukların peşimden geldiğini anlamıştım. arkamı dönüp baktığımda birkaç tanesinin peşimden geldiğini fark etmiştim. sanırım öbürleri de topun peşinden koşmuştu. zaten küçük oldukları için çok efor harcamadan kurtuldum onlardan.
arkamdaki duvara yaslanıp hafifçe kıkırdadım ve nefeslendim. birkaç saniye sonra telefonum çaldığında elimi şortumun cebine attım ve yanıtlayıp kulağıma yasladım.
"ulan oğlum nerede kaldın sen? ağaç olduk ağaç!" gökhan'ın sinirle konuşmasına takılmayıp yaslandığım duvardan ayrıldım ve buluşma noktasına yürümeye başladım. "geliyorum oğlum ne sabırsız çıktınız."
"şerefsiz yarım saattir bekliyoruz ne sabırsızı?" birkaç şey geveledikten sonra telefonu yüzüne kapatmış elim cebimde yürümeye başlamıştım. beş dakikalık bir yürüyüşten sonra oturdukları çardağa gelmiştim. ettikleri küfürleri duymazdan gelerek gökçe'nin yanına oturmuştum. yanağından bir makas almış ve "naber fıstık?" demiştim. omzuyla omzuma vurmuş ve "sik gibi. niye bekletiyorsun lan bizi bu kadar?" demişti. onun konuşmasından sonra hepsi bir anda yükselmişti.
"sizde fıstık gibi beni beş dakika beklemeyecekseniz niye arkadaşız lan?" masanın üstündeki çekirdek paketinden bir avuç alıp çıtlatmaya çalıştım. ama birkaç hafta önce taktırdığım diş telim buna izin vermeyince elimle açmaya başladım. "ee nereye gidiyoruz?"
'tiab
büyük avm'den birlikte çıktık ve vedalaşıp ayrıldık. aybars ve gökçe benim ters istikametimden giderken gökhan ve kutay yolun karşısına gitti ve bende sağ taraftan yürümeye başladım. bluetooth kulaklığımı telefona bağlayıp kulağıma taktım. hava çoktan kararmıştı, saat tahminen sekiz buçuk falandı.
akşam olmasına rağmen hava o kadar sıcaktı ki. kısa şortum ve kolsuz tişörtüm bile beni terletiyordu. Mersin'in sıcağı ayrı bir şeydi. yoluma çıkan ilk markete girdim ve soğuk havanın yüzüme çarpmasını sağladım. içecek dolabına gidip kapağı açtım. bilerek fazlaca oyalandım ve bir tane soğuk içecek aldıktan sonra soğuk dolabın kapağını kapattım. ellerim siyah dalgalı saçlarımı geri ittirdi ve yüzüme yelpaze oldu.
kasaya ücreti ödedikten sonra şişeyi boynumla öpüştüre öpüştüre içtim.
'tiab
ŞİMDİ OKUDUĞUN
time in a bottle
Fanfictionben onun gözlerinde sadece şişedeki zamanımı harcamayacaktım kendimi de harcayacaktım.