Bölüm Bir: Bilinmeyene Yolculuk.
Bazen ait olduğumuzu sandığımız yer sadece bir yanılgıdır.
-
Hiçbir zaman kendimi bir yere ait hissetmedim.
Her zaman bir yabancıydım sanki insanların arasında. Ne yaparsam yapayım hep bir eksiklik hissediyor, aralarında güvende ve huzurlu hissedemiyordum.
Belki de ben, asla doğmamalıydım.
Bu hislerim belli bir noktada başlamadı aslında. Küçüklüğümden beri ara sıra yaşıyordum bunu.
"Yui, şu kitapları da düzeltsen olur mu?"
"Tabii ki."
Patronumun ricasıyla ön raftaki kitapları düzelttikten sonra en arka tarafa doğru gitmiştim. Bu kısım neredeyse hiç güneş almıyordu ve fazlasıyla tozlanıyordu.
Ne diyordum? Oh, evet. Bu hislerim ben küçükken de vardı.
Bunun kaynağının büyükannem tarafından büyütülmem olduğunu düşünüyorum.
Dediğine göre ebeveynlerim ben doğduktan sonra bir iş gezisine gitmişler. Hâlâ da farklı ülkelere yolculuk yapıyorlarmış.
Tabii bunlara sadece küçükken inanıyordum. Çünkü yirmi yıllık bir yolculuk kulağa biraz komik geliyordu.
Liseyi bitirdikten sonra evimizin yakınındaki halk kütüphanesinde çalışmaya başlamıştım.
Bunda kitap okumayı ve bir şeyler öğrenmeyi sevmemin etkisi elbette büyüktü. Fakat en önemli etken yazar olmak istememdi.
Burada istediğim kadar kitap okuyabiliyor ve diğer yazarların kalemlerini dikkatle inceleyebiliyordum.
Kitapları yere indirip rafların tozunu almaya başladım. Bir yandan da büyükannemin bana öğrettiği bir şarkıyı mırıldanıyordum.
Toz almayı bitirdiğimde kitapları teker teker dizmeye başladım. Tam son kitabı da katmış gidiyordum ki kitapların arasından cılız beyaz bir ışığın yandığını gördüm.
Yaklaştığımda siyah-beyaz kaplı bir kitabın etrafından parıltılar çıktığını gördüm. Dokunmaya çalıştığımda başaramadım. Toz gibilerdi.
Kitabı elime aldım. Satranç.
Buradaki her kitabı okumuş sayılırdım. Okumadıklarımı da biliyordum. Ama bu kitap... Onu daha önce hiç görmemiştim.
Paniğimi gizlemeye çalışarak bu garip kitapla beraber patronumun olduğu yere gittim.
"Bitirdin mi Yui?"
"Evet efendim." Biraz hasta gözükmeye çalışıyordum. "Fakat kendimi kötü hissediyorum, sanırım sabah yediklerim yüzünden midemi bozdum."
"İstersen oturup dinlenebilirsin."
"Eve gitme şansım var mı acaba? Mesaim zaten bir saat sonra bitecekti. Bence Mei beni idare edebilir."
"Tamam, eğer o kadar kötüysen gidebilirsin." dedi arkasına yaslanarak. İlk defa izin alıyor olmam onu şaşırtmış gibiydi.
"Teşekkür ederim efendim." Saygıyla eğilip hızla dışarı çıktım. Kitabı fark etmiş miydi bilmiyordum ama zaten buradan kitap almama alışkındı. Okuduktan sonra geri getirmediğim hiçbir kitap yoktu ve bu konuda bana güveniyordu.
Eve geldiğimde büyükannem bahçede çiçekleriyle ilgileniyordu. Beni görünce gülümsedi.
"Hoş geldin canım, erkencisin bugün."
"Hoş buldum büyükanne. Evet, biraz midem ağrıyor da."
"Anladım. Sana ıhlamur yapmamı ister misin?"
"Hayır, dinlensem geçer zaten." dedim ve onu yanağından öpüp koşar adımlarla odama çıktım. Biraz daha kalsam büyükannem beni rahat bırakmazdı ve ben bu kitabın ne olduğunu öğrenmek zorundaydım. Hem de hemen.
İlk sayfayı açtım ve merakla okumaya başladım. Dakikalar geçtikçe daha çok içine çekildiğimi hissediyordum. Bir saatin sonunda ise çoğu şeyi anlamıştım. Bu kitaptaki karakterler satranç taşlarını temsil ediyordu.
Beyaz taşların olduğu krallıkta yaşlı bir kral vardı. Siyah taşlarda ise orta yaşlarda bir kraliçe. Tabii vezirler, filler, kaleler, atlar ve piyonlar da vardı.
Bu iki krallık yıllardır anlaşmazlık içindeydi. Ülkedeki topraklara hükmeden kişinin tek bir krallık olması için hâlâ savaşmaya devam ediyorlardı ve giden canların gözlerinde hiçbir değeri yoktu.
Okuduğum son bölümde kraliçenin öldüğünü öğrendim fakat bu ölüm savaş alanında olmamıştı. Sayfayı çevirdiğimde boş olduğunu gördüm. Buradan sonraki her sayfa boştu.
Ben sayfalara bakmaya dalmışken içeriye giren büyükannem sıçramama neden oldu.
"Yui, iyi misin?"
"Evet... İyiyim büyükanne. Sadece korktum."
Yavaşça yanıma gelip yatağın kenarına oturdu. Gözleri kitabımı bulduğunda şaşkınlık içerisinde ona baktı. "Sen... Nasıl?"
"Ne?" Anlamadığım için sadece yüzüne bakıyordum.
Gülümsedi. "Bu kitabı ne zamandır okumak istiyordum canım. Bu gecelik ödünç alabilir miyim?"
Ben daha cevap veremeden büyükannem kitabı aldı ve getirdiği ıhlamuru masama bıraktı. Kapıdan çıkmadan önce bana baktı. "Ihlamuru içersen yarına hiçbir şeyin kalmaz. İyi geceler, seni seviyorum." Sonra çıkıp gitti.
Ne olmuştu az önce? Oldukça garipti.
Ihlamuru içtikten sonra yatağımda uzanmış uyumaya çalışıyordum. Fakat aklım hâlâ kitaptaydı. Yavaşça kalktım ve büyükannemin odasına doğru adımladım.
Kapıyı açtığımda odasında olmadığını gördüm, lavaboya gitmişti herhalde. Kitap ise yerde açık bir şekilde duruyordu.
Fırsat bulduğum için hemen içeri girdim ve kitabı yerden alıp tekrardan odama gittim.
Kitap yine parıldıyordu, tıpkı kütüphanede olduğu gibi. Saçtığı cılız beyaz ışık gittikçe arttı ve parıltılar fazlalaştı. Ne olduğunu anlamıyordum ama etrafım dönüyor gibiydi.
Gözüm kararıyordu ve ayakta duramıyordum. Dengemi kaybedip yere düştüğümde hatırladığım son şey büyükannemin adımı haykırmasıydı.