Uzun zaman olmuştu bu sokaklardan geçmeyeli, uzun zaman olmuştu onu görmeyeli... Çocukluğumun ve gençliğimin geçtiği sokaklarda elimdeki davetiyeye bakarak yürüyordum şimdi. Metroya ulaştığımda hangi durakta ineceğimi kendime hatırlatarak oturmuştum boş olan yerlerden birine.
Başımı arkamda duran cama yasladım ve karşı camdan yansıyan görüntüme baktım. Göz altlarıma sürdüğüm kapatıcı yetmemişti anlaşılan, günlerce uyumamışçasına duruyordu yüzüm. Gözlerimi kısa bir süre kapadım ve dört durak boyunca sürecek yolculuğunun süresini hesaplamaya çalıştım.
Tahminimce on beş dakika kadar bir süre sonra istediğim durağa varacaktım. Telefonumu açtım ve on dakika sonrası için alarm kurarak titreşim moduna aldım. Birileriyle konuşamadığım hâlde telefon taşımak çoğu zaman saçma gelse de böyle zamanlarda epey mantıklı geliyordu.
Gözlerimi kapatarak dinlenmelerini sağlamaya çalıştım, eh on dakikada ne kadar dinlenebilirlerse o kadar dinlendirecektim onları.
On dakikanın ardından elimde tuttuğum telefonumun titremesiyle alarmı kapattım ve gözlerimi ovalayarak durak çizelgesine baktım. Sonraki durak ineceğim duraktı. Camdaki yansımamdan kendimi tekrar kontrol ettim. Hafiften dağılan saçımı düzelterek gözlüklerimi taktım ve metronun yavaşlamasıyla ayağa kalkarak kapıya ulaştım.
Açılan kapının ardından birbirini ittiren insanlarla birlikte indim. Az önce düzelttiğim saçlarım tekrardan dağılmıştı. Kendimi göremeden düzeltebildiğim kadar düzelttim ve cebimden davetiyeyi çıkartarak salonun adına baktım. Birkaç sokak ilerideydi.
Yorgun ama yaklaştıkça heyecanlanan adımlarım ile sonunda salona ulaşmıştım. Kapıda bekleyen lise arkadaşlarımı görünce hafifçe tebessüm ederek onları selamladım. Liseden sonra hiçbiri ile iletişim kuramamıştım. Hoş onların da beni çok merak ettiğini sanmıyorum. O bile yalnızca bir davetiye ile çağırdı beni.
Aniden bana sarılan beden ile şaşırsam da değişmeyen kokusu kendini bana tanıtmıştı. Kollarımı yavaşça ona sarmıştım. Yurtdışına çıktığı için tüm bağlarımızı koparmak zorunda kalmıştık onunla. Kollarını bedenimden ayırmadan uzaklaştı ve burukça gülümseyen yüzü ile yüzümü izledi bir süre.
"Seni çok özledim." Dudaklarını okuyarak anladım cümlesini. Yüzümde yer edinen minik tebessüm ile ben de yavaşça oynattım dudaklarımı. "Ben de seni çok özledim Chan hyung." Genişçe gülümsemiş ve bozulan saçlarımı düzelmişti. Bir süre daha beni incelemiş ardından yanına gelen insanlar ile telaşla bana dönmüştü.
El hareketlerim ile içeri gireceğimi anlatmaya çalışmıştım. Zira kendisi işaret dilini bilmiyordu. Beni anladığını umut ederek arkamı döndüm. Lisede aynı sınıfta değildik onunla, komşumuzun oğluydu ve kısmen beraber büyüdük diyebilirim. Ancak kendisi lise sonuncu -ben ondan iki yaş küçüğüm- sınıfta apar topar ailesi ile birlikte Avustralya'ya dönmek zorunda kalmıştı.
Şimdi ise içeri girmeden önce arkamı dönüp ona baktığımda yanında duran sarışın çilli bir gencin dudaklarına ufak bir öpücük kondurduğunu görüyorum. Sanırım ikisi evlilerdi çünkü Chan hyungun parmağında bir yüzük görmüştüm.
Fazla düşünmeden içeri geçmiş ve eski sınıf arkadaşlarımın yanına oturmuştum. Birkaçı bana dönmüş ve bir şeyler anlatmaya çalışmışlardı ama bu loş ortamda onların dudaklarını okuyamadığım için onları anlayamıyordum. En sonunda pes ederek kendi aralarındaki sohbete devam etmeye başladılar. Ben de gözlerimi kapayarak geçmişi düşündüm.
Okullar arası basketbol maçı devam ediyordu ve ben gözlerimi toptan ayırmadan koşuyordum. Bu sırada üzerime gelen rakibi Minho engellemiş ve bana yandan bir sırıtış atarak topu işaret etmişti. Dikkatimin fazla dağılmasına engel olarak topa tekrardan odaklanmıştım. En sonunda topu rakibin elinden almış ve bizi şampiyon yapacak o sayıyı kazanmıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
love. // minsung
FanficLee Minho, Han Jisung'un hayatında değişiklikler ve iyikiler yaşattığın için teşekkür ederim. - angst -