Sabahın erken saatinde çalan telefon ile açtım gözlerimi. Yanımda hareketlenen beden ile hızlıca komodinden telefonumu almış ve arayan kişiye bakmadan telefonu kulağıma götürmüştüm.
"Alo, Lee Minho ile mi görüşüyorum?" Kaşlarını çatarak telefonun ekranına baktım ve kayıtlı olmayan numarayı görmemle boğazımı temizledim. "Evet benim, siz kimsiniz?"
"Ben Seul Emniyet Müdürlüğünden arıyorum, Han Jisung ile bir yakınlığınız var mı?" Jisung'un adını duymam ile yatakta doğruldum.
"Arkadaşım olur kendisi, bir sorun mu var?"
"Bay Lee, Arkadaşınız Bay Han dün gece yoğun alkol tüketiminden kaynaklı alkol komasına girmiş. Her gün çöpleri almaya gelen kapıcı ona ulaşamayınca kapıyı kırmışlar ve cansız bedeni ile karşılaşmışlar." Duyduklarım ile telefon elimden düşmüştü. Hemen üzerime bir şeyler geçirmiş ve ardımdan seslenen karıma cevap dahi vermeden karakola doğru yola çıkmıştım. Yol boyunca karımın aramaları devam ederken dün dedikleri aklımda dolanıp duruyordu.
"Han Jisung için gelmiştim." Polislerden biri beni yönlendirmişti ve şu an oturmuş bir şekilde önümdeki kutuya bakıyordum. "Cesedi bulunduğunda yanında bu kutu ve sizin düğün davetiyeniz bulunuyordu. Fotoğraftakinin siz olduğu tespit edilince size ulaştık. Başka bir yakınını tanıyor musunuz?"
Sorularına karşılık veremiyordum. Daha fazla dayanamamış ve ağlamaya başlamıştım. "Onun, onun kimsesi yok ki. Ailesi o liseye yeni geçtiği sıra ölmüş."
"Cenazeyi devralmak ister misiniz? Aksi takdirde kimsesizler mezarlığına götürülecek külleri." Hızlıca başımı olumsuz anlamda salladım, nasıl onu kimsesizler mezarlığına gönderebilirdim ki?
"Ben devralırım her şeyi. Bu kutu da... bende kalabilir mi?" Polis bir süre kutuya bakmış ve en sonunda kutunun bende kalmasına izin vermişti. Karakolun bahçesindeki banklardan birine oturmuş bir şekilde cebimden telefonumu çıkardım ve Chan hyungu aradım.
"Hyung..."
"Sen ağlıyor musun?" Chan hyungun endişeli sesi benim daha da ağlamamı sağlarken kutuya sarılmaktan başka bir şey yapamıyordum.
"Hyung, karakola gelir misin?"
"Beş dakikaya oradayım." Kapanan telefonun ardından daha sıkı sarılmıştım kutuya.
Birkaç dakikanın ardından önümdeki arabadan inen Chan hyungu ve peşinden endişeli bir şekilde gelen kuzenimi gördüm. "Noldu minho? Ne işin var burda? Eşin seni arayıp duruyormuş ama ulaşamamış, gelirken Felix'i aradı biz de endişelenmemesini söyledik."
"H-hyung... O ölmüş!" Bedenimi sarsan kolları duraksamıştı böylece. Yüzündeki ifade hüzne bürünürken yanıma oturdu. "Jisung mu? Ama... Daha dün beraberdik Minho!"
Hyunguma sarılmış ve hıçkırarak ağlamaya başlamıştım. "Alkol koması... Bizim fotoğraflarımıza bakarak ölmüş hyung. Dün bana itiraf etmişti duygularını. Ama çok geçti hyung, ben evlenmiştim çoktan. Üzülmesin istedim, arkadaştın benim için yalnızca dedim. Benim yüzümden bu kadar içti hyung!"
Bağırarak içimi dökerken Chan hyung beni sakinleştirmeye çalışıyordu. Nefesim gittikçe daralırken kontrolü kaybediyordum.
...
Gözlerimi açtığımda evimde, yatağımda yatıyordum. Yanı başımda duran telefonumu aldım ve saate baktım. Gözüm tarihe çarptığında birkaç gündür uyuduğumu fark ettim. Kuruyan boğazım için komodinde duran sürahideki suyu bir bardağa doldurmuş ve içmiştim.
Yavaşça kalkmam ile yere yığılmam bir olmuştu. Ardından açılan kapı ve içeri giren Chan hyung beni kucaklamış ve yatağa yatırmıştı.
"Ne oldu bana?" Sıkkın bir nefes aldı.
"Kriz geçirip bayıldın, ara ara uyandın ama sonunda tekrar kriz geçirdin ve tekrar bayıldın."
Olanlar bir bir aklıma dolarken gözlerimi sıkıca yummuş ve aklıma gelen şey ile hyunguma dönmüştüm. "Cenaze... ben uyurken yapmadınız değil mi?"
"Hayır, bunu senin yapmak isteyeceğini düşündüm. Kutu da çalışma masanda duruyor."
Başımla onu onaylamış ve aklıma gelen şeyle tekrar hyunguma dönmüştüm. "Peki Jinhee nerde?"
"Hiçbir şeyden haberi olmadığı için oldukça şaşkındı, Jisung'un liseden çok yakın bir arkadaşımız olduğunu söyledim. Yine de senin tepkini çözebilmiş değil daha sonra konuş onunla."
...
Ertesi gün tüm cenaze işlemlerini halletmiştim ve şimdi elimde onun külleri duruyordu. Onun için ayrılan yere küllerini ve fotoğrafımızı bırakarak kilitlemiş ve ayakta durmakta güçlük çeken bedenimi zorla arabama taşımıştım.
Kısa sürede onun evine ulaşmıştım. Yan koltukta duran kutuyu aldım ve bana teslim edilen anahtar ile evine girdim. Ev onun gibi kokuyordu, kokusu hiç değişmemişti.
Birkaç adımda kendimi yatak odasına attım ve yatağına uzandım. Yastığına sinmiş kokusunu derince soluyarak bir süre öylece kaldım.
Kutuyu açmanın vakti geldi diye düşünerek kutunun kapağını kaldırdım. İçinde gördüğüm şeyler ile ağlamamı tutamadım.
Bir fotoğraf albümü, ona aldığım birkaç şey, lunaparktan anı kalsın diye aşırdığımız jetonlarımız, gittiğimiz sinemaların biletleri, birlikte tuttuğumuz anı defteri...
O deftere bir gün ben diğer gün ise o yazardı. Ne yazık ki sayfaları doldurmaya zamanımız yetmemişti, yaşam bizi ayırmıştı.
Defteri incelerken kalan sayfaların doldurulduğunu fark ettim. Son sayfayı incelediğimde düğün günümde, ölüm gününde, yazıldığını fark etmemle okumaya başladım.
Bugün onu son görüşüm oldu, bunu biliyorum. Bir aptal gibi gidip ona kendi hissettiklerimi söyledim. Gerçekten ne kadar da aptalım, düğün gününde ona onu sevdiğimi söylüyorum.
Ama insanlar kalplerine söz geçiremezler öyle değil mi? Ben de onu sevmeyi kendim seçmedim, hoş pişman da değilim. İyi ki onu seçmiş kalbim, iyi ki onun için hızlanmış, onun için ritmini bozmuş.
En büyük şansım o benim, hayatımda iyi ki dediğim tek kişi. İsterdim ki farklı şekilde olsun sonumuz, mesela bugün o kadının yerinde ben olmak isterdim. Beyazlar içerisinde giydiği kabarık gelinliği ile çok güzel görünüyordu. Çok kıskandım onu, hayır giydiği elbise için değildi kıskançlığım. Minho'ya sahip olduğu için kıskandım onu.
Bu defterin son sayfasına çok şaşalı şeyler yazmak istemiştim aslında ancak yazma konusunda pek başarılı değilim anlaşılan.
Sadece şunu söylemeden bu defteri kapatmak istemiyorum...
Ben, Han Jisung, hayatım boyunca tek bir kişiyi sevdim. Tek bir kişiye bu denli bağlandım. Tek bir kişinin sesini duymayı bu kadar istedim. En çok da kahkahasını merak ettim onun. Bir kerecik kahkahasını duyabilseydim keşke.
Ben hiçbir zaman duyamadığım için kendimi kötü hissetmemiştim, hiçbir zaman duymak da istememiştim... Onunla tanışana kadar.
Lee Minho, Han Jisung'un hayatında değişiklikler ve iyikiler yaşattığın için teşekkür ederim.
Akan göz yaşlarımdan biri sayfaya damlamış ve mürekkebin hafifçe dağılmasını sağlamıştı.
Özür dilerim Jisung, zamanında daha cesur olmalıydım. Ve teşekkür ederim Jisung, hayatımda bir iyi ki olduğun için.
𖠋
öncelikle merhaba!
bu kurgu wedding atlı kısa filmden esinlenerek yazılmıştır.
aslında angst okumayı da izlemeyi de sevmeyen biriyim ancak hayat her zaman istediğimiz yönde gidecek diye bir şey yok maalesef.
umarım beğenmişsinizdir çünkü yazarken çok beğendiğim bir kurgu oldu. evet belki sonu daha farklı olabilirdi -sonu bahsettiğim kısa filmden farklı- ancak ben bu şekilde daha anlamlı olacağını düşündüm.
başka kurgularda görüşmek üzeree 🫶🏻
ŞİMDİ OKUDUĞUN
love. // minsung
Fiksi PenggemarLee Minho, Han Jisung'un hayatında değişiklikler ve iyikiler yaşattığın için teşekkür ederim. - angst -