ep15: Teklif

115 23 24
                                        

Ona Amerika'ya gideceğimi söylememin üzerinden 4 gün geçmişti. O günden beri onunla bir daha hiç konuşmamıştım, bu beni deli ediyordu.

Artık derslere geç geliyor ve benden olabildiğince uzağa oturuyordu, suratıma bakmıyor beni görmezden geliyordu. Suratına her baktığımda aynı kederli ifadeyi görüyordum, bu endişelenmeme neden oluyordu. Onu daha sık düşünüyordum. Bu ise beni uykusuz bırakıyordu.

Bu 4 gün içerisinde sadece bir kere metamfetamin almıştım, başka değil. Bu benim için çok önemli bir gelişmeydi.

Ancak onu düşünmekten uykusuz kaldığım o geceler kendimi iğrenç hissediyordum. Kendimi tutmak zor oluyordu ancak sonra düşünüyordum, Minho'yu düzgün bir hayat için reddetmiştim o halde düzgün bit hayat için bu ilaçları da reddedebilmeliydim.

Yine beni görmezden geldiği bir günde ders çıkışında yanına gittim. Kollarımın arasındaki ders kitabına sıkıca tutundum ve ona seslendim.
"Minho."

Sesimi duymak onaun canını sıkmış gibi bıkkınlıkla derin bir nefes aldı ve yüzünü bana döndü.

Kendimi berbat hissettim. Lise döneminde arkadaş edinmek için çabalarken insanların canını sıktığım o iğrenç dönemi hatırladım. Peşinden koştuğum o insanlardan duyduğum tek kelimenin bıkkınlıkla söylenmiş kelimeler olmasının nasıl da beni üzdüğünü hatırladım.

"Hım?" diye mırıldandı. "N'oldu?"

Umarsız bıkmış ses ton ve çökmüş keskin bakışlar...

İçim ürperdi. Geçmişi anımsamak ve o duyguları yeniden tatmak ürperticiydi.

"Önemli değil, boş ver." dedim.

Arkamı döndüğümde ise bana ait olmayan bir şey hissettim. Bana ait olmayan bir duyguyu kendimde hissettim.

Heyecan? Biraz pişmanlık...
Ve tereddüt.

"Ş-şey." diye başladı Minho. Sesi tereddütlü gibiydi.

Tekrar ona döndüm.

"Ne zaman Amerika'ya gidiyordun?"

Heyecan, hüzün, özlem? Bunlar Minho'ya ait duygulardı. Demek o gün hissettiklerimi bu şekilde anlamıştı.

"Gelecek ay diye planladım." dedim.
"Hım, anladım." dedi başını küçük hareketlerle yukarı aşağı sallarken.
Gözlerimi eskimiş Vans marka ayakkabılarıma çevirdim ve göz temasından kaçındım.

"Beni görmezden gelme." dedim kaşlarımı çatarak.
"Görmezden gelmiyoru-"
"Benden nefret ediyorsun değil mi?" diyerek birden onun sözünü kestim.

Bunu dememiş olmayı tercih ederdim. Aniden ağzımdan çıkmıştı. Sıçayım böyle işe..

"Ne?" dedi affallar gibi. "Hayır. Tabi ki hayır. Tanrım."

Utançtan yerin dibine girmek istiyordum.

"Niye bu kadar utanıyorsun?" dedi. Sözler ağzından tane tane çıkarken dudakları yavaşça kıvrıldı ve o sırıtış yüzüne usulca yerleşti.

Bende hafifçe gülümsedim.
"Hadi ama, mahremiyet nerde dostum!" diye dalga geçtim.

Hafifçe kıkırdadı ve başını yavru kedi gibi yana eğip parıldayan gözlerle yüzüme baktı. "Bunu isteyerek yapmıyorum, biliyorsun." dedi.

Başımı salladım. "Haklısın." diye mırıldandım.

Yaklaşık beş saniye birbirimize öylece baktık.

Boğazını temizleyerek aramızdaki beş saniyelik sessizliği bozdu.
"O halde sonra görüşürüz." dedi tatlı bir gülüşle.

"Peki. Sonra görüşürüz." dedim.

Bu konuşmadan sonra aramız düzelir ve beni görmezden gelmeyi bırakır sandım. Öyle olmadı. Ertesi günden itibaren tekrar o soğuk, kederli yüz ifadesi yüzüne yapıştı.

Bir sonraki gün düzelir dedim, olmadı.
Bir gün daha...
Hayır hala görmezden geliyordu.

Neden bunu yapıyordu?

Kızdığı için mi?
O halde neden o gün samimi davrandı?
Ah, sinirimi bozuyordu.

Duygularını anlamak ve derdinin ne olduğunu çözmeyi umuyırdum ancak bu bağı kontrol edemiyordum.

Üstelik bazen duygular yeterince açıklayıcı olmazdı. Duygularını hissetsem bile derdini anlamam güçtü.

Şu durumdayken elimde olan tek şey onunla açıkça konuşmaktı.
Bende öyle yaptım.

Gün sonunda onunla bir kafetaryaya gittik. Onu tanıdığım bu upuzun sürede birlikte hiç bir kafeye gitmediğinizi fark ettim. Aslında bir bakıma bu sıradandı da. Biz hiç arkadaş olmamıştık. Biz tanıdık iki insandan ibarettik...

Birer sıcak kahve istedik ve kısa bir süre sessizlik içinde bekledik. Davet eden taraf olarak konuyu ilk ben açmalıydım ancak bu sandığımdan daha zordu. Kahvelerimizden birkaç yudum daha aldıktan sonra cesarteimi topladım ve duruşumu dikleştirip boğazımı temizledim.

Ağzımı konuşmak için atım ancak bu boşaydı çünkü o benden önce davranıp bir soru sorarak sözü ağzıma tıkadı.

"Neden böyle yapıyorsun, Han?"

Han mı? Şimdi de resmi mi konuşacaktı benimle?

"Ne?"

"Önce beni hayatından sileceğini söylüyorsun, sonra peşimden geliyorsun? Derdin ne senin?" diye açıkladı.

"Sana hiçbir zaman hayatımdan çık demedim!" diyerek sesimi hafifçe yükselttim.
İç çekti ve arkasına yaslanıp ellerinin arasındaki sıcak kahve bardağına göz attı.

"Gitme o zaman." diye mırıldandı ve başını utanmış gibi hafifçe öne eğdi.

"Bunu yapamam.."

"Ya hayatımdan çıkıp git ya da burada benimle kal." dedi başını kaldırıp. Tavrı kendinden emin olduğuna işaretti.
Gözlerimin içine baktı ve devam etti. "Yeni bir şeyler mi istiyorsun? Benim evimde kal, yine üniversite sınavına girebilirsin ve yeni başlangıcını birlikte yapanbiliriz."

Bu teklif ondan beklemediğim bir teklifti. O an bana çok cazip gelmişti. Telefonumu eline alıp uçak biletini iptal etmek istedim.

Masanın üzerinden uzanıp elimi tuttu, en ufak temasta bile çarpan kalbim yine hızlandı.
"Belki asıl doğru olan budur." diye mırıldandı.

"Biliyor musun, bunu düşüneceğim." dedim. Kederli suratı bir nebze aydınlandı ve dudakları azar azar kıvrıldı.

"Güzel." dedi ve elimi hafifçe sıktı.
Parmaklarımı onun eline dolayıp salak gibi sırıttım.

Tanrım. Ben gayim. Peki. (Kabulleniş)

We Are One | Minsung ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin