Sabahları kahve içen insanlara anlam veremiyordum. Sabahları kahve içilmezdi, zannımca. Kahve içmenin ruhumdan bazı şeyleri çektiğini düşünüyorum, anlarsınız ya; böyle emici bir özelliği olduğunu düşünüyorum, arkadan gelen tadıyla beraber, bence ağır bir şey. Genellikle zaten, arkadan tadını aldığınız şeylerin anlamsız bir manası oluyor, hayır, kesinlikle bu bir gönderme değildi.
Velhâsıl, demek istediğim; sabahları genel olarak benlik bir olay değildi. Geceleri yaşamayı çok severdim içten içe. Lakin, hayat öyle kolay bir yer değildi. Kazanmam gereken bir sürü para ve hayalim vardı. Para kısmı çok önemli değildi ama başarının kokusu aldığım zaman durasım gelmezdi. Bilirsiniz, nitekim duygular insanı yaşamaya merak saldırır.
Merak her yaşta güzeldir. Özellikle, küçüklükten başlayan bir merakın varsa, yaptığın işler içinde de yolunu bulmana yardımcı olur. Benim içinde öyleydi mesela, merakım olmasaydı, bu kadar sorgulamasaydım, şu an olduğum ben, ben olabilir miydi? Bu tür soruları kendime hep sorardım. Cevabını almaktan ziyade soruya ulaşmak bazen daha önemlidir.
Sabahları çalışmayı sevmem, özellikle sabahları işe gelmeyi bin daha sevmem. Küçüklükten beri düşünürüm, bunu icat eden kişinin; kesinlikle gece yaşamayı seven insanlardan nefret ettiğini düşünüyorum. Belki bazıları gece çalışarak daha verim alıyordu, bunu kimse düşünmüyordu. Halbuki gece çalışıp, uykusuz kaldığın gecelerin başarısıyla, çok kolay çalışıp aldığın başarıların tadı hiç aynı olmuyordu. Bir kere heyecan eksikliği vardı. Gecenin dürtüsüyle, geç kalmışım hissiyle her şeyi birden yapmaya çalışan insanlar, bence daha verimli işler çıkarıyordu. Bunu insanlara anlatmanın veya bu fikri içlerine geçirmenin hiçbir anlamı yoktu ama çünkü zırvalayacak bir ton şeyleri vardı. Beden sağlığımız falan deyip bir sürü konu açmaya başlıyordular. Seksen yıllık ömrünün tamamını çalışarak geçireceğimiz için beden sağlığını çok düşünen insanlar değildik zaten.Bu yüzden sabahları işe gelmekten nefret ediyordum. İnsan sağlığını en etkileyen şey, sabahları kalmaktı. Birinci olarak bizi mahvedemez şey, dört ayak üstünde durmaktan vazgeçip, iki ayak üstünde durmaktı. İkincisi ise sabahları kalkmayı bir gelenek haline getirmekti. Bir anlık durup düşündüğümde bile kendimi bu saatlerde kalkınca hiç iyi hissetmiyorum. Bir sürü çalışanın arasında, sıkışıyorum gibi geliyordu. Hayır, anksiyete bozukluğu olan biri değildim. Ben Zenitsu veya Hanataro değildim, bu kadar insanlarla arama mesafe koymayı, onlardan uzak kalmayı, endişe etmeyi hiç sevmezdim. Açıkçası bu işe 'Chicago Typewriter' gibi bir şey olacağını sandığım için başlamıştım. Bilirsiniz, on sekiz yaşında yaptığınız hiçbir karar sizin değildir aslında. Bence zaten o yaşlarda birilerini seçim yaptırmaya zorlamak, o kadar sınav stresiyle yüzleştirmek, sadece daha hızlı ölmesine yardım etmekten başka hiçbir şeye hizmet etmiyor. Gel gelelim, neden o diziye benzediğini düşünmüştüm? Çünkü gazetecilik kutsal bir şey gibi görmüştüm. Düşünsenize basın yayın organları üzerinde bir sözünüz var ve konuşmak istediğiniz konular hakkında araştırma yapabiliyor ve daha derinine inerek yazabiliyorsunuz, röportaj yapabiliyorsunuz. Savaş zamanlarında olsaydım, çok havalı olurdu. Ne yazık ki o tür bir zamanda doğmadığım için günümüzün şartlarına uymak zorundaydım. Günümüzün şartları nelerdi? Kötülük ve hiç bitmeyen içimize yayılan iğrençlikler. Cinayetler, kaçırılmalar, uyuşturucu baronları, yolsuzluk yapan devlet büyükleri, kanınıza girmeye çalışan dini satan din adamları, misyoner gruplar...Bu liste böyle uzar ve giderdi aslında.
Hepsine ben bakıyor değildim. Herkesin kendine ait bir yeri vardı. Bazıları sanat için çalışırdı. Bazıları siyaset muhabirliği yapardı. Bazıları magazin dergilerinde çalışırdı. Bazıları televizyonda çalışırdı. Bu işi internet üzerinden de yapanlar vardı. İşte, o geri zekâlılardan biri bendim. Savaş muhabiri olanlar vardı. En çok özendiklerim onlardı açıkçası. Bazıları ise bizim Kyungsoo gibi; sağlık muhabirliği yapardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
can't control myself •chanbaek
FanficByun Baekhyun, sadece işiyle aşık olduğu hayatı düşlüyordu. Başarının peşinden bir sır gibi koşuyordu. Koşarken ayağı takıldı ve bağcıklarını bağlamayı unuttuğunu söyleyen; koca bir devle karşı karşıya geldi. "O dosyayı açmamam gerektiğini biliyordu...