"Ananı s-! Dayı n'oluyor a-??? Hooop dayıııı, lan dayı sana diyorum. Sen gel buldozer gibi ez geç sonra arkana bakma! Yok ya. Aloooo! Duymuyor herhalde bunak herif! Bari bi özür dile. Gözlüğüm nerede benim? Bekle bir dakika. GÖZLÜĞÜM. LAN BUNAK BİTTİN SEN. SENİN YÜZÜNDEN GÖZLÜĞÜM KIRILMIŞ KÖR ETTİN BENİ MANYAK HERİF!! LENSİM DE YOK DAHA YENİ SİPARİŞ ETTİM. Ne zaman gelecek kim bilir. Bak bak hiç umrunda mı? Git git tabakhaneye bok yetiştirecek sanki. Benden dinç yürüyor. Bunlara yer veriyoruz bir de otobüste. Bir daha yer vereni si-sevsinler. Yeşilçamın kör annesi Fatma Girik olduk bugün de çok şükür."
Seungmin tüm siniriyle birlikte yüksek sesle hayıflanıyor, kırılan gözlüğüne baktıkça içinden "bittim ben" diyordu. Yüksek gerilim hattından bile daha fazla elektrik saçtığına şu an kesinlikle emindi. Sanki her şey çok komik ve normalmiş gibi yanından geçen bir çocuk da Seungmin'in haline katıla katıla gülüyordu. Zaten gergin değilmiş gibi siniri iyice yukarılara zıplamıştı şimdi.
"Ne gülüyorsun lan it! Önüne bak. Bu veletler ah bu veletler!"
Seungmin güne işte böyle başlamıştı. Zaten sabah geç uyanmış üstüne bir de bir moruğun ona çarpması yüzünden gözlüğü kırılmış, iyice derse geç kalmıştı. Bugünkü ders önemliydi çünkü koskoca üniversitenin manyaklığıyla bilinen biricik profesörü onu bekliyor olacaktı. Fakültenin ortak dersi olmasına rağmen kimse bir şey anlamadığından not tutan da pek yoktu.Olsa bile seungmin anlamıyordu o notları. Kaçar yol yoktu, yani o derse mutlaka gidilecekti.
Slaytları koca amfide gözlükle veya lensle bile zor görürken şimdi ne yapacağım diye düşünüyordu Seungmin. Oldukça yüksek numara miyop+astigmatı vardı. Şimdi bu durumda üstelik vize haftası yaklaşmışken kör kalması hiç hoş olmamıştı. Üstelik kendi suçu bile değildi. Geçen dönem 900 kişiden sadece 61 kişinin geçebildiği bu kutsal ders artık onun kabusu olacaktı. Bu çok açıktı. Ne yapacağını düşünmeden edemiyordu. Kısacası ayvayı yemişti işte.
O bunları düşünürken bir yandan da yerde söylenip acıyla kıvranıyordu. Önüne düşen parlak metalle düşüncelerinden sıyrıldı. Fark ettiği şeyle gözlerini kocaman açmadan edemedi.
Birisi onu dilenci zannedip, üstüne bozuk para atıp, acıyarak bakarak gitmişti. İşte bu son damlaydı. Hissediyordu. Yüksek sesle bağırmaya başladı.
"Bu ne lan? Lan ben dilenci değilim. Hanım ablam, hanımefendiii! Dilenci değilim benn!"
"Ben böyle günün sabahının izzeti ikramını..."diye mırıldandı. Bugün onun için evren ciddi anlamda destansı bir açılış hazırlamıştı. Sinir bozukluğuyla bir süre gülüp eşyalarını toparladı. Doğruldu ve hızlı olmaya çalışarak fakültenin yolunu tuttu. Stres atabilmek için hemen kulaklığını taktı ve böyle zamanlar için hazırladığı 12 saatlik playlistini açtı. Evet 12 saatti çünkü canı öyle istemişti. Kulağında day6-zombie çalarken gelen otobüse -325 olup olmadığını elli kere sorarak- hızlıca bindi ve cam kenarında bulduğu boş koltuğa oturdu. Bu Tanrı'nın MÜBAREK HEDİYESİ olan günü nasıl atlatacağını düşünmeye başladı. "En azından," dedi kendi kendine "boş koltuk varmış.". Changbin onu duysa kesin fena şekilde dalga geçerdi bu fakir düşüncesiyle ama umrunda olmadı. Moral bozmamaya çalışarak yoluna devam etti.
Seungmin oldukça dobra bir kişiliğe sahipti. Mantığıyla hareket eder, haksızlığa sığmazdı. Gerektiğinde argo ve küfüre başvursa da çoğunlukla düzgün bir diksiyon ve nötr bir tavırla konuşurdu. Dışarıdan sert görünse de en yakınlarına karşı her zaman çok yumuşak hatta sevimliydi. Özellikle köpeklerle oynarken bambaşka birisi olurdu. Yakınlarıyla teması ne kadar seviyor olursa olsun yabancı ya da samimi olmadığı birinin ona en ufak dokunuşu sinirini fazlasıyla gererdi. Gereksiz samimiyetten hiç hoşlanmaz, samimiyetsiz bulduğu her ortamı terk ederdi. Bu sebeplerden ötürü çok sevilmez, arkadaş olmak için pek sıcak bakılmazdı ona. Üniversite birinci sınıfta hukuk okuyordu. Hayali konservatuar okumak olsa da ailesi ve ekonomik şartlar buna el vermemişti. Şarkı söylemeyi, şarkı yazmayı, dans etmeyi, göz önünde olmayı severdi ama eskidendi. Hayalleri yıkılınca, bölümü ne kadar iyi olursa olsun, okula karşı agresfileşmişti. İki tane yakın arkadaşı vardı. Birisi sürekli kavga ettikleri, bir türlü anlaşamadıkları halde yine de birbirinden ayrılamadıkları Changbin'di. İnanılmaz zıtlardı birbirlerine. Biri beyazsa diğeri siyah, biri Trabzonspor'sa diğeri Fenerbahçe, biri köpekse diğeri kedi, biri Nazım Hikmet'se diğeri Yahya Kemal'di . İkinci arkadaşıysa bir o kadar iyi anlaşabildikleri, birbirine inanılmaz benzemeleri, ortak zevkleri, naif kişilikleri sebebiyle aşılamayacak bir dostluk bağıyla bağlı olduğu Jeongin'di. Jeongin Changbin'le pek anlaşamazdı ama yine de severdi kendisini ve seungminle olan arkadaşlık bağını. Seungminin en gerçek halini jeongin bilirdi, Changbin'den de öte en çok o bilirdi. Bu ikisi dışında tam anlamıyla seungmini tanıyan yoktu zaten.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hooop dayı! | seungchan
Fanfiction"Bu ne lan? Lan ben dilenci değilim. Hanım ablam, hanımefendiii! Dilenci değilim benn!"