&
iki gün önce
28 ekimi 29 ekime bağlayan geceakşam galatasarayın evinde çıktıkları maçtan mağlup bir şekilde dönmüşlerdi evlerine. kaç maçtır üst üste ilk on birde başlayamayan genç çocuk bu sefer ilk on birde başlama fırsatı bulmuştu. evet, çok iyi oynayamamıştı fakat kaç maçtır yedek kulübesinde oturmasına rağmen gayet iyi bir performans sergilemişti. ama ağzıyla kuş tutsa bile nafileydi, kaybetmişlerdi nede olsa. akşam o daha eve gelmeden başlamıştı eleştirilmeye.
duygusal bir çocuktu semih, hassastı, hakkında söylenilen her şeyi çokça kafasına takardı, takmamaya çalışırdı ama takardı işte. emir yasaklamıştı ona sosyal medyada kendisini hakkında yapılan yorumları okumayı, semihte söz vermişti daha bakmayacağına ama olmuyordu, kendini bir şekil hakkında yazılanları okurken buluyordu. kimi zaman onu mutlu edecek güzel yazılarla karşılaşıyordu kimi zamansa hayatı boyunca unutmayacağı denli kötü olanlarla. zaten hepimiz böyle değil miydik? hayatımızdaki güzel şeyleri kolayca unuturken kötü, travmatik olaylar küçücük bir iz olarak kalsa bile bizimle mezara kadar geliyordu.
duş alıp yatmak için girdiği yatağında tekrar telefonunu açarak kendisine gelen yorumları okumaya devam etti. saat birden saat üçe kadar yerinden hiç kalkmadan okudu yorumları. en sonunda yerinden kızarmış burnunu silmek için kalktı, ağladığından dolayı çok tıkanmıştı.
odasının lavabosuna girdi burnunu sildikten sonra kendine gelmek için yüzüne su tuttu birkaç kere. kafasını kaldırıp aynaya baktığında berbat haldeki yüzüyle karşılaştı, kendi yüzüne bakmak istemediğinden hızlıca havluya doğru uzattı yüzünü. o gece okuduğu eleştirileri yapan kişilerden biriymiş gibi kendisi olmaktan nefret ediyordu semih.
burnunda nefes almasını engelleyecek tıkanması gitmesine rağmen nefes alamadığını hissediyordu, yaşamak zor geliyordu. işte bu denli duygusaldı semih, çok düşününce krizlere girecek kadar. kimi zamanlar o kadar kötü olurdu ki emiri arardı, sabahlara kadar uyumazlar birbirlerine sarılır semihin krizinin bitmesini beklerlerdi. semih kendini emire karşı hep mahçup hissederdi ama arayacak başka kimsesi olmadığından her zaman tekrar emiri arardı.
ama su sefer barışı aradı, tıpkı son birkaç aydır kötü olduğu her sefer aradığı gibi. bir sürü kere arayıp çağrı bırakmasına rağmen hiçbir dönüş yoktu. sonra üst üste bir sürü mesaj attı semih ona ama hala bir dönüş alamamıştı. daha sonra da çöktüğü lavabo zemininde, elinde telefonu barışın ona dönmesini beklerken, düzensiz nefesleri arasında uyuya kalmıştı.
sabah uyandığında her yeri ağrı içerisindeydi. ayağa kalktığında kucağından yere düşen telefonunu umursamadı bile. ağrıyla adım attı, aynanın önüne geçip yüzüne baktı, göz altındaki halkalar morun koyu tonuyla birleşip yüzünde en yer belirgin haline gelmişti. dudakları dün akşam ağlarken şiştiği gibi kalmış tek fark dün göz yaşlarından ıslak olan dudakları bugün tıpkı çölde su bulamayan topraklarcasına kuruydu. iğrenç bir haldeydi kısacası.
telefonunu yerde bırakarak odasına geçti. perdelerini açıp içeri ışık girmesini sağladı. pek sağlayamadı gerçi, dışarıdaki hava tıpkı içindekileri betimlercesine kasvetliydi. yatağını toplayıp banyoya geri döndü, üstündekileri çıkartıp daha dün akşam duş alması umursamdan tekrar duşa girdi. duştayken telefonuna gelen bildirimlerden habersiz yaklaşık bir saat durdu duşta.
duştan çıktıktan sonra dişlerini fırçaladı. diş fırçasını yerine koyarken yerde çalmaya başlayan telefonuyla eğilip yerden almıştı telefonunu. ekrana baktığında görmeyi beklediği ismi değil emirin ismini görmüştü. hala görmemiş miydi semihin ona bıraktığı bildirimleri?
"efendim emir." sesi yorgun olduğunu belli edercesine titrek ve hafif çıkmıştı.
"aptalsın semih! kaç kere dedim ben sana insanların ne dediği umrunda olmasın diye?" karşıdan gelen ses sinirli olmaya çalışan ama arkadaşı için üzgün bir tondaydı. semih cevap vermedi, verecek bir cevabı yoktu sanırım. "dün akşam barışı aramaşsın, bir sürü de mesaj atmışsın sana ulaşmaya çalışıyordu kaç saattir. ulaşamayınca emirhanı aradı, ara çocuğu çok telaşlandı"
semih sevdiği adamın adını duyunca yerinde kıpırdadı, adını duymak bile kalbini hızlandırıyorken dün ona ulaşamadığı saatlerde neler hissettiğini sadece o anlardı. hızla "teşekkürler" diyerek telefonu kapattı. ne için teşekkür ettiğini bilmiyordu hatta teşekkür ettiğinin farkında bile değildi.
telefonu kapattıktan sonra önüne düşen bildirimlere baktı. barıştan bir sürü cevapsız ve mesaj vardı. hızla herhangi bir cevapsızın üzerine tıklayarak geri aradı barışı. saniyesinde açıldı telefon. "semihim."
barışın sesini duyunca bir an duygusallaştı semih, gözleri doldu. küçük küçük ağlamaya başladı. "çok telaşlandırdın beni" dedi barış semihten cevap gelmeyince. "neden dün bana cevap vermedin?" küçük bir iç çekişin arından diye sordu sarışın oğlan, tıpkı trip atan küçük bir çocukçasına. "yavrum ağlıyor musun sen?" arkadan bir kapı kapanma sesi geldi sonra tekrar barışın sesi. "uçaktaydım bebeğim"
"rizeye mi gittin?"
kıkırdadı barış "dubaideyim." dedi. semih ne diyeceğini bilemedi. her şeyini planlı yapan barışın aniden dubaiye gitmesine mi yoksa ona haber vermeden gitmesine mi şaşırcağını bilemedi. daha çok birinciye şaşırdı ikinciye kırıldı. "haber veremediğim için özür dilerim sarışınım, çok ani gelişti"
"sen her şeyi planlı yaparsın barış, nasıl ani gelişti?"
"daha sonra konuşalım mı bunları? şu an pek müsait değilim güzelim. seni seviyorum kendine iyi bak, öpüyorum dudaklarından"
hızla söylenen sevgi sözcüklerinin ardından yüzüne kapanmıştı telefon. o ise dıt dıt dıt seslerinin arasında "görüşürüz" diyebilmişti sadece. gözlerinden yaşlar yavaş yavaş ama fazlaca akan yaşlar dudaklarına iniyor, kurumuş dudaklarını tuzlu tadlarıyla besliyorlardı. niye böyle olmuştu ki, fark etmeden bir şey mi yapmıştı barışa?
semih barış ona kötü davrandığında yine kendinde aramıştı suçu, hiçbir suçu yokken. kendini hıçkırıkları arasında düşüncelerinin, sorularının arasına boğmuştu.
ama hiç düşünmemişti ki, çığlık çığlığa ağlarken bıraktığı sesleri dinleyen, mesajları okuyan barış ona geri döndüğünde niye sormamıştı 'nasılsın?' diye. veya niye yanında olmak yerine en uzağında olmayı tercih etmişti hiç düşünmemişti.
&
gidici bir kitap gibi duruyor ama hadi hayırlısı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
kaybetme korkusu,, barsem
Fanfictionbir şeylerin değerini anlamak için kaybetmek mi gerek? [barış alper yılmaz & semih kılıçsoy] short story. tamamen kurgudur, tesekkurler. 🙏🏻