♡Hoseok♡
"Tamamdır kahvaltı için size yetişeceğim. Piste gözlüğümü unuttum onu alıcam." Acelem olduğundan telefonu hızlıca kapatıp cebime koydum ve buz pistinin seyirci kısmında olan kapıdan içeri girdim.
Koltukların arasında gezinip gözlüğümü ararken gelen müzik sesi ile dikkatim dağıldı. Gözüm piste kaydığında buzun üzerinde onu gördüm. Maskesine kadar siyah olan kıyafetlerine ve simsiyah parlak saçlarına rağmen bembeyaz bir melek gibi parlıyordu buzun üzerinde.Kim olduğunun gayet farkındaydım ama onu hiç izleme fırsatım olmamıştı nedense.
Şarkının başlamasıyla adımlarını yürür gibi yere vurmayla başladı ve yavaşça geri geri süzüldü. Buna geri geri paten sürmek denilemezdi. Geri geri süzülmeye devam ederek belirli aralıklarla kendi etrafında dönmeye başladı. Dönüyor hiç durmadan geri gidiyordu. Buzun üzerinde sanki buz onu kontrol ediyormuş gibi bir hareket vardı üzerinde. Şarkının sözlerine eş olarak sol ayağını yere vurup geriye doğru sıçradı ve 3 tur dönüşünü kusursuzca tamamladı. Hiç ara vermeden hafif hareketler ile ritme uyum sağlayarak yarım dönüşlerle ilerledi. 'Drop it' sözüyle bu sefer sağ ayağının ön kısmından destek aldı ve sıçradı, 3lü dönüşünü tamamlayıp tekrar indim ve inmesi ile tekrar sıçraması bir oldu.Etrafındaki hiç bir şeyi görmüyor gibiydi şu an. Sadece o ve yaptığı sanat vardı. Yani buna sanattan başka isim verilemezdi. Az çok artistik patenin nasıl olduğunu biliyordum ve daha önce izlemiştim ama kimsenin onun kadar pürüzsüz kaydığına şahit olmamıştım. Sanki buzun üzerinde değil de çok düz bir yolda yürür gibiydi hareketleri. Bütün o dönüşleri yaparken saçlarının savruluşu, vücudunun kontrolü o kadar orantılıydı ki hata yapsa bile fark edilmeyecek gibiydi.
Tek ayağının üzerinde eğilmiş ve diğerini çapraz olacak şekilde tutarak kendi etrafında da döndü ve yavaşça ayağa kalktı. Çapraz tutuğunu bacağını eliyle destekleyip havaya kaldırdı ve dönmeye devam etti. Esnekliğinin ve buna bağlı zarifliğinin asla şakası yoktu. Tekrar iki ayağının üzerine basıp yavaşça ilerledi. Birazcık süzüldükten sonra şarkının sonlarına doğru sol ayağını öne doğru atıp ileriye sıçradı ve hava 3 tur tekrar döndü. Tam yere basacağı sırada yalpaladı ve iki dizinin üzerine düştü. Duracağını düşünmüştüm ama durmak yerine sakince kendini toparladı ve şarkının sonu için ritmik hareketlerle pistin ortasına geldi. Son ritim sesini duyduğumda buzun ortasında iki eli çapraz olarak omuzlarının önünde tutuyordu, bir dizi yerde olacak şekilde gözleri kapalı duruyordu. Şarkı tekrar çalmaya başladığında hiç yorumlamış gibi aynı hareketleri sakince yapmaya devam etti.
Tam olarak beş tekrardan sonra kendini buzun üzerine bıraktı. Bembeyaz sahanın içinde simsiyah bir şekilde resmen parlıyordu. Gören herkesin ona hayran olması ve bu kadar bahsetmesi çok normalmiş. Kendim izleyene kadar böyle bir şeyin gerçek olduğuna inanasım gelmiyordu. Ben buzun üzerinde adeta savaşan taraftım. Bizim izin bu kadar zariflik, kıvraklık ve de sakinlikol uzak kavramlardı.
Aynı yerde bu kadar uzun süredir bulunup neden daha önce Yoongi'nin performanslarını izlemedim bilmiyorum. Namjoon ve Jungkook sürekli bütün yarışmalarına gidiyorlardı bir kere bile eşlik etmemiştim. Şimdi düşününce sürekli bir iş çıkarmışım başıma. Belki de yapmamalıydım.
Orada bir süre uzanmaya devam etti. Gözlerini tavana dikmiş biçimde duruyordu. Başta gerçekten sakindi. Bir anda hıçkırdı ve gözlerinden yaşlar yavaşça akmaya başladı. İsteyerek ağlıyor gibi durmuyordu. Daha çok buna o da şaşırmış gibiydi. Sırtını buzdan kaldırdı ve oturmaya devam etti. Üzerindeki kapşonun kolları ile gözlerini kuruladı ve biraz daha öyle oturdu. Hasta olmak gerçekten umrunda değil gibi duruyordu.
Yavaşça hareketlenmeye başladığında nerede olduğumun ve ne yaptığımın farkına vardım. Çalışırken Yoongi'yi izlemek pist kurallarını çiğnemek ile eş değerdi. Kendi izni olmadığı sürece birinin onu izlemesini asla istemezdi. Bu herkes tarafından da bilinirdi. Sorulduğu sürece gerçekten sorun olmadığını hatta herkese genellikle güzel şekilde yaklaştığını biliyordum ama izinsiz olması kesinlikle kötüydü. Sessiz olmaya çalışarak hızlıca kendimi dışarı attım. En azından daha fazla saygısızlığa devam edemezdim.
Dışarı çıkıp hızlıca yürümeye başladım. Titreyen telefonumu yeni fark edip cebimden çıkardım. Büyük ihtimalle bizimkilerin yanlarına gitmem gereken zamanı çok fazla geçirmiştim çünkü ekranımda Namjoon'dan 4, Taehyung'dan 5 cevapsız arama ve gruptan sayamayacağım kadar mesaj vardı. Normalde her şeyi saatli yapan biri olduğum için büyük ihtimalle bir sorun olduğunu düşünmüş olmalılar. Daha fazla merak etmemeleri için hızlıca Namjoon'u geri aradım. Daha ilk çalışta telefonu açtı. "Umarım ölmemişsindir çünkü bu gecikme Jungkook ve diğerleri için bile fazla."
"Hayır ölmedim merak etme. 5 dakikaya oradayım. Ufak bir aksilik çıktı." Ufak aksilik yarım saat boyunca Yoongi'yi izlememdi ama bunu bilmesine hiç gerek yoktu. Çünkü uzun bir süre nutuklarını dinlerdim. "Aksilikler gözlüğünle ilgili değil di mi? Sonrasında herkes birine gözlük verdiğine pişman olduğunu düşünmesin."
Piste gözlük için gittiğimi tamamen unutmuştum. Aklımda komple başımdan gitmişti. Pistin ortasında elmas gibi göz kamaştıran ve parlayan biri varken her şey durmuştu sanki. "Bulamadım ben kendim bakarım sonra. Ve hayır kimse öyle düşünmeyecek emin ol."
"Tamam tamam çabuk gel herkes seni bekliyor."
"İki sokak ötedeyim." Bir şeyler demesine fırsat vermeden telefonu kapattım. Yeni lig başlamak üzere olduğu için yoğunlaşmadan önce ekip toplantısı yapmak istemiştik. Bir ay sonra lig başlayacaktı ve koçumuz bu sene için bizimle ilgili güzel fikirleri olduğunu söylemişti. Bu fikirlerin ne olabileceği üzerine fikir yürütmek için en iyi şey tam olarak bu buluşmaydı.
Sonunda kahvaltı yapacağımız kafeye geldiğimde bütün masaların birleştirilmiş olduğunu gördüm on üç adam masalara yayılmış şekilde oturuyorlardı. İçeri girip bana ayırdıkları yere, baş kısıma oturdum. "On üç kişi saydığıma göre Jungkook nerde?" Sabah olan her buluşmaya geç kalabilme huyu tam olarak ona aitti. Nasıl olduğunu kimse hala çözememişti. Aynı evde yaşadığı Taehyung bile.
Soruma cevap almak çok beklememe gerek kalmadan kapı açıldı ve beklenen kişi içeri girdi." Yetiştim yetiştim. Burdayım." Nefes nefese kalmış şekilde kapının kenarında durdu ve ellerini dizlerine koyup soluklandı. Sonra da hiçbir şey olmamış gibi Taehyung'un yanındaki boş yere oturdu.
Herkes söylediği yemeği beklerken masada yoğun bir gürültü hakimdi. Çoğumuz bir aydır dinlenme modundaydı bu yüzden herkes birbirine anlatacak şeyi vardı sanırım. Hiçbir zaman anlaşmazlıklar olan bir takım değildik. Daha çok yakın arkadaşlar olarak takılıyorduk. Bazılarımız daha da yakın tabiki.
Namjoon'un beni dürtmesi ile takımı incelemeyi bırakıp ona döndüm. "Sen normalde geç kalmazsın. Noldu?" Aksilik diyip geçmiştim ama şu an ne diyeceğimi gerçekten bilmiyordum. Yoongi'yi izlemeye daldım dersem dilinden kurtulamadım çünkü onları sürekli reddetmiştim. "Bir makale görmüştüm de onu okumaya dalmışım." Gözlerimi kaçırıp farklı noktalara bakmaya başladım. Yalan söyleyememekten gerçekten nefret ettim ilk defa. Namjoon yalan söylediğimi direkt anladı. "Okey bana da anlat makaleyi bir ara."
"Anlatırım." Anlatılacak bir şey yok ama olsun.
...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
'Til my sickness spreads worldwide ▪︎sope▪︎
FanfictionMeleklerin saçlarının beyaz olduğunu ve sımsıcak olduklarını düşünürdüm. Seni görene kadar