.¤particula¤

461 44 33
                                    

Gemi saatiyle 19.00 'da Prometheus ' un fırlatma bölmesine gittim. Başlığın çevresindekiler yana çekilerek yol verdi. Kollarımdan güç alarak kendimi aşağıya, kapsüle bıraktım. Daracık yolcu bölmesinde kıpırdayacak yer yoktu. Uzay giysimin üstündeki musluğa hortumu yerleştirdim. Şişme giysime gömülmüş geminin madeni bölmesine boynumdan bağlı ayaktaydım sözde , aslında oracığa asılıydım...
Kitabın kapağını hızla kapattım. İki saatin sonunda kendimi siyah beyaz sayfalardan zorla çıkardım. Aşağıya indim ve bisikletimi alarak yolları ıslak mahalle boyunca sürdüm. Mahalle başında dışı mavi , verandası güzel ancak bahçesi bir o kadar bakımsız bir evin önünde durdum.
- Ilgın ! Ilgın hadi .
- Ay geldim Okyanus. Daha bahçenin önünde duralı bir dakika oldu.
Ilgın' a gözlerimi devirip , bisikletin kilidini açmasını izledim. Yüzü çok heyecanlı bakıyordu ama elleri yavaştı. Sonunda bisiketlerimize oturup hafif çiseleyen yağmur ve aynı zamanda akşam güneşinin sıcağıyla pedallarımızı ormana doğru çevirdik. Ormanın başlangıcındaydık. Orman başlangıcı seyrek ağaçlı ve kuruydu. Hatta kayalıklarda kertenkeleler olurdu. Ancak ormanın içine doğru ağaçlar sıklaşır , orman nemli bir hal alırdı.
Artık ormanın içine gitmiştik. Güneş ağaçların arasından yer yer gözüküyordu . Önüme bakmadan bacaklarımı çalıştırırken ağaçların nemli ve yosunlu kabuklarındaki böcekleri izliyordum. Ben böyle etrafı seyrederek sürerken Ilgın sanki bir yere yetişecekmiş gibi hızlı sürerdi. O çoktan benim önüme geçmişti.
Ben her zaman yavaş sürerdim çünkü yağmur ormanlarının " kanopi " bölümünü andıran ormanımız , milyonlarca keşfedilmeyi bekleyen böceği barındırırdı. Yine karşı ki ağacın kabuğunda keşfedilmeyi bekleyen bir böcek daha...
Tipi termite benzeyen ancak termitten daha büyük bir böcek...
İstemsizce parmağımı kaldırdım ve yavaş yavaş ağacın kabuğuna doğru uzattım. Ancak bir çığlık sesiyle parmağımı geri çektim. Ve çığlığın kaynağına doğru baktım. Döndüğümde Ilgın etrafta yoktu. Sadece yerde bisikleti vardı. Bisiklete doğru koştum. Bir çukura düşmüştü ve bir ottan tutunarak beni bekliyordu. Çukur derin gözüküyordu. Bu, korkumu arttırdı ve Ilgın ' a elimi uzattım. Ilgın elimi kavradı ancak vücudunun bir başka yerinden güç alamadığı için kendini yukarı çekemiyordu .Benim de gücüm yetmiyordu. Ayaklarım toprağa çivilenmiş gibi sağlam duruyordu ama birkaç denemenin ardından onlar da güçlerini kaybettiler. Ayaklarımdan son kuvveti aldım, terleyen elimi Ilgın ' ın bileğine sardım. Yukarı çekmek için son bir hamle...
Olmamıştı... Ellerimiz hâlâ birbirine yapışık, kendimizi karanlık ve soğuk boşluğa vermiştik. Ilgın çığlık attığı için gözlerimi açamıyordum.
Sonra kendime gelip gözlerimi açtım. - Ilgın ya öldük ya da aşağı düşmüyoruz.
- Kesin öldük Okyanus. Hem hareket etmiyoruz hem de ayaklarım yere basmıyor.
Bu cümlenin ardından ne olup bittiğini anlamak için sağa sola hareket ettim. Ve ansızın burnumu betona çarpıverdim.
- Ilgın ölmemişiz ! Burnum kanıyor! Sen de hafifçe hareket et .
Ilgın söylediğimi yaptı ve o da betona popo üstü düştü. Hafif bir mavi ışık yanıyordu etrafta. Uzun bir koridordaydık.
- Okyanus! Nasıl oldu bu. Biz sanki havadaydık.
Yanımda yerde duran dev diske baktım ve bacağımı uzattım. Evet, bacağımı itiyordu.
- Burada galiba bir tür manyetik alan var. İtme çekmeyle havada kaldık.
- Vay be! Vay be de bizim böcekli ormanın burda ne işi var böyle bir yerin.
- Bunu öğrenmenin tek bir yolu var. Hadi koridorun sonunda ne olduğunu öğrenelim.
- Olmaz Okyanus kendimizi ölüme sürüklüyor sayılırız. Kim bilir koridorun sonunda ne var. Zaten klasik bir film gibi oldu. İki kız gizli bir geçite düşer.
- Ilgın! Kurduğun cümlelerle hikayeyi basitleştiriyorsun. Hem belki klasikler gibi harikalar diyarına ulaşırız.
Ilgın sonunda kabullenip kıvırcık saçlarını geriye doğru attı ve yürümeye başladık. Biz ilerledikçe ışıklar birer ikişer yanıyordu ve yavaş yavaş burnumuza okul laboratuvarı kokusuna benzer bir koku geliyordu.
- Harikalar Diyarının kokusunu hiç beğenmedim.
Bu koku beni de ürpertmişti.
Ve bir mavi ışık daha yandı.
Yolun sonu...
Kocaman bir oda, sayamayacağım kadar dev tüpler içinde embriyo ve fetüsler.
- Harika! Harikalar diyarı tüp bebek merkezi çıktı.
- Bilemiyorum Ilgın. Tüp Bebek merkezlerini pek yeraltlarına yapmazlar. Tüpler den birine yaklaştım ve tüpün altındaki yazıyı okudum. Büyük bir "NUMULARİİS " yazısı altta da " nitröz asit " yazıyordu.
- Ne! Nitröz asidi mi? Bebekler nitröz asidinin içinde mi? !
Bu sözüm üzerine Ilgın yanıma geldi. Uzun uzun tüpün içindeki bebeğe baktık. Sonra Ilgın ' ın gözüne bir şey çarptı. Küçücük kurşuni renkte bir taş öylece havada duruyordu.
Taşın etrafında yalnızca üç eksen vardı.
Ilgın gözlerini kocaman açtı. Bu bakış beni korkutmuştu. Aynı bakış 8 yaşındayken bir doğum günü partisinde balık akvaryumuna atılan bakıştı. Akvaryum kırıldı, balıklar öldü. Ilgın yavaş adımlarla taşa doğru yürüyordu. Bu kadar küçük bir taşın bu kadar cezbedici olması ,yüzlerce embriyonun nitröz asitlerine tıpkı turşuymuş gibi konması. Bunların hepsi Ilgın ' ın merakını ateşliyordu. Ve bu çirağ Ilgın ' ın elini taşa doğru istemsizce uzatıyordu. Ki bunun olmasını istemedim ve Ilgın ' ın bileğini tuttum.
- Hayır bunu yapmasan daha iyi!
Bu sözümün ardından uzaklardan bir ses geldi. Ses tonu güzeldi ama ürpertiyordu.
- Potestatemler için yolun sonu. Hepsi tamamlandıktan sonra Potestatemler Zoideumlar dan yardım isteyecek duruma gelecek. Bu cümlelerden sonra adam sağlam bir kahkaha attı. Konuştuğu kişi de kıs kıs gülmeye başladı. Çirkin bir ses ...
Ilgın ' ın kolunu tuttum. "GİTMELİYİZ " sonra hızlı ama ses çıkarmamaya çalışarak koridorun başlangıcına döndük. Kendimizi manyetik alana bıraktık ve yukarı itildik. Ah Güneş...
Bisikletlerimizi alıp hızla ormandan çıktık.
- Ulan! Yavaş ve dikkatli sürsen öldürdün di mi? Hem insan normal bir çukura düşer. Düşe düşe embriyo turşularının olduğu bir yere düştün.
- Bana ne kızıyorsun! Bizi ormana getiren sensin. Lan turşudan soğudum.
- Üff tamam. Unutuyoruz bunu. Yediğimiz bir şey dokundu. Halisünasyon görmeye başladık.
- Halisünasyomuş daha adını söyleyemiyoruz bir de yaşayacağız.
- Neyse ben unuttum. Hadi görüşürüz.
Bu konuşmaların ardından eve vardım ve bisikletin kilidini bağlayıp yukarı çıktım. Oturma odasına girdiğimde ablam açık olmayan televizyona bakıyordu.
- Abla sen iyi misin? Televizyon açık bile değil.
- Üff iyiyim. Diye tersledi. Bende yüzümü buruşturup. Ablamı denemek adına yaşadıklarımızı ona anlatmaya karar verdim. Yaşadıklarımızı beynen kavramaya çalışıyordum.
- Abla ,yanlışlıkla bir yere düştüğümüzü, düştüğümüz yerin bir oda olduğunu ve odada bulunan dev tüplerde nitröz asidine batırılmış embriyolar olduğunu bir düşünsene.
Dedim ve gerçek olamayacak kadar aptalca olduğunu anlatmak istermiş gibi cümlelerimin sonuna bir de alaycı bir gülüş ekledim.
Ancak cümlelerimin ardından ablamın yüzü değişti. Sanki anlattıklarımı ciddiye almıştı.
Yoksa ablam bir şeyler mi biliyordu....

Merhaba arkadaşlar, bu wattpad ' in yazarlar dünyasına girişimin ilk adımı. Henüz kitabı tam anlayamamış olabilirsiniz ancak ilerleyen bölümlerde bilim kurgunun tadına varacaksınız. Siz yeter ki okumaya devam edin ● ●

PARTICULAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin