Buruk bir hava vardı şehirde.Bilmiyorum belki de şehir benim içimdi.Ama bir burukluk vardı.Bu kesindi.Sabahları gündelik hayatın getirdiği streslerle uğraşıyor,geceleri ise içimde ki sebebini bilmediğim acıyla boğuşuyordum.Neydi aynaya baktığımda bedenimde göremediğim bu acı?Yarasalar gibi gün ışığından mı saklanıyorlardı içimde bir yerlerde? Ve gece neden en güvenli sığınaklarıydı dertlerin? Perdelerini çektiğimiz için miydi,yüreğimin uçurumundaki salıncaktan,ciğerlerime çarpan bacakları,acıların? Bu muydu sebebi?..
Uyku düzenim mahvolmuştu.Koyun saymak için oldukça büyümeme rağmen onu bile denemiştim.Oldukça geç saatlere kadar kitap okuyup gelen mektuplara cevap veriyor,günlüğümdeki eksik olan günleri yazmaya üşeniyordum.Ve bazen bunları yapmaktan bile sıkıldığım oluyor,o anlarda ise istemsiz gerçekleşen nefes alıp verme olayı dışında hiç bir şey yapmıyordum.Ki elimde olsa bunu da yapmak istediğimden emin değilim.Ama bir mecburiyet içinde yaşıyorum.
Bazen düşünüyorum da,aslında biz insanlar Tanrı'nın memur çocukları gibiyiz.Her gün bir şeyler öğrenip her gün belki farkında bile olmadan bir şeyler öğretiyoruz.Birgün bağcılar dolmuşunda şoföre arkadan gelen parayı uzatmayı öğreniyor birgün de bir küfür ezberletiyoruz sokaktaki bir oğlan çocuğuna.Ve her gün yaşamak gibi ciddi bir işe kalkışıyoruz.Dünya için yeterince çalıştığımızda da emekliliğimizi veriyor Azrail elimize.
Tanrı,nasıl isterse...