Ömür mentollü bir şeker gibi ağızda eriyen. Genzimizi yakışı da bundan. Geçip gidiyor dur diyemeden, farkına varmadan. Koşturuyoruz bizlerde zoraki arkasından. Oturup bir acının gölgesine,ağlamaya bile zaman vermiyor hayat. Büyüyelim istiyor, doğar doğmaz büyüyelim istiyor hiç çocuk olmadan. Uyandım, uyandım ve gördüm bir sabah.Zoraki bir yolculuktan başka bir şey değil yaşanan...
Özlüyorum. Rüzgarın pencereden odaya her dağılışında sesini duyar gibi oluyorum mesela. Sesini duyar gibi olmam, sesini yeniden duyma isteğimi artırıyor. Ve sesini bir daha duyamayacak olmak canımı acıtıyor. Bir vakit oluyor, insan sarılmaya ihtiyaç duyuyor bir sevgiye. Ben o zaman da en çok seni özlüyorum. Yaşım yirmi. Yolun neresindeyim bilmem. Ben sadece bir sana olan sevgimi biliyorum bir de evin içinde ayak seslerini yeniden işitmeyi istediğimi, o kadar...
Oturmayı en çok sevdiğin koltuğu hep boş bırakıyorum. Sanki her an çıkıp gelecekmişsin gibi herşey. Hiçbir şeyin yeri değişsin istemiyorum. Olur da bir mucize gerçekleşirse yabancılaşma diye evine. Yemek masasında otururken hep sığabileceğin kadar bir boşluk bırakıyorum.
Hayır...
Delirmedim,
sadece,
unutamıyorum...
Bir vantilatörün pervaneleri arasında sıkışmış gibi kalbim. Paramparça. Elle tutulacak gibi değil. Alıp da kurtarılacak gibi değil. Öyle bir acı... Bırakıp da kaçmak vardı şimdi usulca bir cami önüne şu bedeni. Çünkü ölümün getirdiği acı vücudumda özerkliğini ilan etti. Engel olamıyorum içimde oluşturduğu sancılara. Engel olamıyorum zihnimde oluşturduğu sarsıntılara.
İşte bu, öyle bir acı...
Bilmezler sol yanında bir kalbin ağırlığını hissetmeyenler böyle bir bir acıyı...
Ağustosdayız. Dışarısı cehennem sıcağı. İçerisinin de pek farklı olduğu söylenemez. Bir ölümün yasını tutmak için en acımasız mevsimdeyiz; yazdayız.... Kalabalıklar içinde yalnızı oynamak, mutluluklar içinde bir acıyı sırtlamak...İşte bundan daha fazlası değil görevimiz.
Hepimiz sanıyoruz ki yaşadığımız her olay insanlar tarafından anlaşılacak. Hatta bazen anlaşılacağımız yerine anlaşıldığımızı düşünüyoruz. Ki bu geçmiş zamanın ellerine düşen anlaşılmak fiili,gelecek zamandakinden daha tehlikeli. Bilmiyoruz. Bilmediğimiz şey insanların yaşamadıkları acılara karşı ne kadar hissiz oluşları... Birbirimizin acılarına bir körden daha kör, bir lalden daha sessiz kalabiliyoruz.Yani esas mesele kalpsiz olmamak. Bilmiyoruz. Bilmediğimiz bir şey bir kalbin tüm noksanlıkları kapattığı...