Kongo

74 3 0
                                    

      Doktor Hans Anophecke, dünyaca ünlü bir entomoloji uzmanıydı. Aslen Alman asıllıdır,, gençliğinin ilk 7 yılını Bavyera'da geçirdikten sonra ailesiyle birlikte Londra'ya gitmiş, kısa sürede kendini geliştirmiş ve Oxford üniversitesini kazanmış. Kendi soy adına olan benzerliği sebebiyle Anofel cinsi sivrisinek üzerinde araştırmalar yapmış ve sıtma hastalığının taşıyıcısı olduğunu keşfetmiştir. Zaten onu şuan Kongo'nun iğrenç yapış yapış bataklıklarına getirende bu.
   Sarı kısa saçlı, beyaz tenli ve kahverengi gözlü bir adamdı. Yıllarca Afrika'nın balta girmemiş ormanlarında yaptığı seyahatler ona hiç geçmeyecek yaralar vermişti. zehirli sarmaşık izi, bıçak yarası, sırtındaki ok izi, -yerliler ile yaptığı gezide oklarını kılıfına değil göleğinin içine atmıştı ama soranlara yerli saldırısı diyor- baldırında arada zonklayan bir böcek yarası ve saymamızın gerekli olmadığı sıyrıklar, yara-bere izleri, bunlar bilim uğruna verdiği birkaç tavizdi. 
  Kongo'ya geldiğinin birinci günü onu karşılayan kişi yerel halktan Fulbert yardım edecekti. Fulbert akıcı bir dilde İngilizce konuşan aynı onun gibi keşif kıyafetleri giymiş 20'li yaşlarında kısa saçlı bir adamdı. Yanında kabilesinden 3 kişi daha vardı. geleneksel kıyafet giymiş kişilerden birisi buraya gelen kişiler gibi gözükmeye çalışmış bir gençti. Vücuduna sürdüğü beyaz boyanın ortasına küçük siyah noktalar iliştirmiş ve bunun bir smokin olduğunu iddia etmiş. Hans için komik bir gençti. Adının karmaşık olması dolaysıyla ona "Charles" ismini takmıştı ve genç çocuk bu ismi çok beğenmişti.

    Yanındaki diğer kişi ise geleneksel kıyafetlerini ve kalkanını almış savaşçıya benzeyen 50'li yaşlarda bir adamdı. Hans'ın Mısır'da tanıştığı ve yakın bir vakitte hayatını kaybeden meslektaşı Yakup'a benzeyen uzun sakalları sebebiyle ona bu ismi verdi. Fulbert'in anlattığına göre erkekliğinin bir kısmını vahşi bir kaplan balığı yüzünden kaybetmiş bir adamdı. "Tanrısına dua etsin" diye içinden geçirdi Hans iğrenirken. Çünkü bu yaratığın ağzı bırakın erkekliğini tüm ayağını ve dizine kadar tüm bacağını tek lokmada mideye indirebilecek kadar büyüktü. Hans tüm o yaralarına birde bu yaranın eklenmemesi için dua etti. 
   Diğer adam Charles ile Yakup'un yaşları arasında, uzun, kasları iri sadece bel altını kaplayan uzun hasır pantolon giyen bir adamdı. Yüzü bir kaya kadar sertti ve bakışlarıyla Hans'i rahatsız ediyordu. Bu adam Fulbert'in ağabeyiydi. Adı Alphonse'ydi. Beyaz boyayla bedenine bir "Örümcek" amblemi yapmıştı. Fulbert ısrarla onun akıcı bir şekilde İngilizce, Fransızca, Felemenkçe,  Almanca, Türkçe, Rusça ve birkaç dili daha konuştuğunu söyledi. Hiç bir üniversiteye gitmemesine karşın Kongo'ya gelen Belçikalı askerlerden aldığı kitaplar ile kendini geliştirmiş. Belçikalı'lar ona "spin" ismini vermişler. Hans az buz bildiği Felemenkkçe'den bunun "Örümcek" demek olduğu anlamıştı.
   İkinci gün ormanın merkezine giden yollara gidiyorlardı. Fulbert arkadaşlarına Hans'ın sinek avcısı olduğunu söylemişti. Buna Yakup ve Charles gülmüştü. Charles ona "sinek avlamak için niye onca yol tepmiş eminim evinde de çok fazla vardır" diye dalga geçmişti. Yakup "arkadaşın eğer buradaki sinekleri avlayarak öldüreceğini düşünüyorsa aklını kaçırmış!" demişti. Ama Hans'ın avlamak istediği sinek başkaydı. Kongo'da bir çok insanın hızla ölümüne sebebiyet verdiği düşünülen ve yakın akrabası Anofel cinsi sivrisinekten daha büyük, hızlı ve bir aracın içine anında girebilen bir sinek olan "Sivrisinek Kral"'dı. Anlatılanlara göre leşlerle beslenen dev sivrisineğin yavruları soğuk algınlığına benzer bir hastalık taşıyordu ama erişkin olanlar sizi anında öldürebilecek ve etinizi çürütebilecek bir hastalık taşıyordu. Fulbert ve Hans bunu arkadaşlarını korkutacağı için söylememişti. Onun yerine anofel cinsi bir sivri sineğin peşindeler demişlerdi.
   Üçüncü günün şafağında yola çıktılar. Puslu havadan ve sık yeşil yaprakların arasından altın rengi gün ışığı içeri sızıyordu. Altın rengi gün ışığı cam gibi berrak suya çarpıyor ve görsel şölen sunuyordu. Nehrin güneydoğusunda akıntı biraz hızlanıyor ve onları ormanın gizemli kısımlarına çekiyordu. Kısa süre sonra altın gün ışığı sık ağaçların arasında kaybolmaya başladı. Berrak nehir derinleşiyor ve bazı bodur ağaç ölüleri yüzünden kapanıyordu. Sesler kesildiğinde daha öğlendi ama zifiri karanlık çevreyi kapladı. Fulbert bir meşale yaktı ve yolculuklarına böyle devam ettiler. Birkaç saat sonra kamp kurmak için kıyıya yaklaştılar. Ne bir yılan, ne bir timsah hatta sinek bile yoktu. Ağaçlar o denli çoktu ki kıyıya çıkamıyorlardı.  Yakup ve Alphonse ağaçları kesip kamp kurabilecekleri küçük bir alan açtılar ve yemeklerini yiyip, uyudular.
    Dördüncü gün bu sık ağaçlar Charles'ı ve Yakup'u endişelendirdi. Geri dönmek için ısrar ettiler. onlara göre burası "Tanrı'nın Yasakladığı Yer"'di. Dördüncü gün Fulbert ve Charles arasında bir kavga çıktı. onları Yakup ve Alphonse ayırdı ve dört gün sonra ilk defa Alphonse konuştu. "Hayır!" diye inledi. Dördüncü günün akşamında garip ışıklar  belirmeye tuhaf sesler duyulmaya başlandı. Akşam saatlerinde kamp kurmak için belli belirsiz kıyıya yaklaştıklarında nehrin ilerisinde uçuşan mavi ışıklar gördüler. Hans oraya gitmek için ısrar edince sonunda oraya gittiler. Mavi uçuşan böcekler uçarken tatlı bir gürültü çıkarıyordu. Geniş sazlıkların üstüne geldiklerinde bu uçuşan hayvanlar Hans'ın koluna kondu. Büyük siyah gözleri, bembeyaz bedenleri vardı. Bedenleri aynı ateş böcekleri gibi ışıklar saçıyordu ama mavi ışıklardı bunlar. Kafaları ile bedenlerinin birleştiği yerde bembeyaz tüyler çıkıyordu. kanatları iri ve tüylüydü üzerilerinde desenler vardı. Hayvanın ağız kısmında küçük ve kelebeklere benzer kıvrılan bir boru vardı. Hans'ı yada diğerlerini ısırmadılar. Uçuşarak melodiler yaydılar ve sazlığın ilerisindeki dev kayanın ortasındaki küçük çatlağa girip çıktılar.
    Sonunda Kral Sivrisinekleri bulmuştu Hans. Bazı sivrisinekler ormana gidiyor ve geri geliyordu. Ormanda bal rengi şeftalilere konup anında tüketiyorlar ve fazlasıyla larvalarını besliyorlardı. Hans'ın daha evvel bir sivrisinekte görmediği hareketleri yapıyordu Kral Sivrisinekler. tuhaf bir aile düzeni veya toplum düzeni vardı sanki onların. Karıncalar gibi çalışıp kolonilerini besliyor hiçbir canlıya zarar vermiyorlardı. Arada Hans'ın kampına gelip melodiler çıkarıp yuvalarına dönüyorlardı. Bu bir saklı cennetti hatta saklı cennetten dahi öte bir şeydi.
   Hans ve Fulbert bal şeftalilerinden toplayıp teknelerine yerleştirdiler. Bunları İngiltere'de daha rahat inceleyebilmek için Hans sivrisineklerin bir kısmını yanında getirdiği kavanozlara koydu. Kavanozda keyifle ışıldayıp melodiler çıkaran sivrisinekler kesinlikle hastalık yapamayacak kadar cana yakınlardı.
     4 gün daha süren yolculuğun sonunda Hans, Kongo'da kaldığı Belçika kampına gitti. Belçikalı Komutan Philiphe Michel onu karşıladı. Kahverengi kısa saçlı, dar omuzlu bir asker olan Philiphe, Doktor Hans ve projesiyle yakından ilgilenip ona destek veriyordu. Kampa girince kavanozdaki sivrisinekleri ilk inceleyen o olmuştu. "bayağı ilginç ben ömrümde bir sivrisineğin bu denli cana yakın olacağını, güzel sesler çıkarıp, güzel kokular salacağını düşünmezdim!" dedi.
     Akşam yemeğini kampın özel odasında birlikte yerken Hans bu hayvanları asla yanından uzaklaştırmıyordu. Sanki değerli hazineleriymiş gibi koruyordu onları. "Yarın sizi bir araç karşılayacak bay Hans" dedi  Komutan tabağındaki jambon etini keyifle ağza atarken. Hans ise yemeğine dokunmuyor keyifle sivrisinekleri inceliyordu. "eve gitmek ve onları incelemek için sabırsızlanıyorum" dedi Hans. "evet ama yolculuğunuz uzun ve yorucu sürecek farkındasınızdır umarım" dedi Komutan "ayrıca tehlikeli gemi ile gitmenizde ısrarcıyım biliyorsunuz savaş çıktı çıkacak dün Belçika'dan bir telgraf aldım kampın her an hazır olmasını söylüyor, duyduğuma göre Almanlar ordularını doğu sınırına dizmeye başlamışlar bile Avusturya Macaristan içinde aynı şey geçerli. Sizi seviyorum bay Hans siz iyi bir insansınız, savaş çıkarsa Londra'nın bir Alman bombardımanına tutulması hiçten bile değil. Savaşta tarafsız bir yere gitmelisiniz. Amerika'da yaşayan bir akrabam var Harvard'da etimoloji okuyor çalışmalarınız orada iyi karşılanır. Amerika gibi savaşta tarafsız olacak bir ülkede bu işe devam etmelisiniz" dedi Philiphe. 
   Doktor Hans yemeğinden iri bir lokma aldı "korkmayın" dedi "sizin için bir gemiye bilet alıp İngiltere'ye öyle gideceğim. Gerçi son günlerde onlara da güven olmuyor" dedi. Philiphe başını salladı "aradan geçen iki yılın ardından hala beni korkutuyor" dedi. "Bugün erken yatmalıyım bay Hans. savaş yarın dahi çıkabilir ve ben uykusuz bir şekilde Kongo sıcağında Almanlar'lar mücadele edemem!" dedi.
     Hans ondan sonraki gün erken saatlerde aracına bindi. Sinekler elinde tuttuğu kutunun içindeydi. "her şey için teşekkürler Bay Michel!" dedi Hans aracın ön koltuğunda. Philiphe elini cama dayadı "yolunuz açık olsun efendim" dedi. Hans sinekleri havaya kaldırıp incelerken iki Belçika askeri bacağının teki kopmuş ve can çekişen bir aslanı kapma getirdiler. Aslan ile dalga geçip eğleniyorlardı. Aslanın tek bacağı kopmasa ve tek eli kullanılamayacak derece ezilmese onları orada rahatlıkla parçalayabilirdi. Aslan aracın arkasında iple bağlanmış sürüklenerek Hans'ın aracının yanına getirildi. Askerler ağzını nefes almak için zar zor nefes alan aslana dipçik atıyor ve eğleniyordu.
  Her şey o an oldu. Mavi ışıklar saçan kral sivrisinekler önce mor sonra kırmızı ışık saçmaya başladılar. sesleri kulak tırmalayan bir sesti. beyaz tüyleri karardı, küçük bedenleri şişti ve ağızlarından çıkan minik borular büyüdü. kavanozda 7 sivrisinek olmasına rağmen en iğrencinden milyonlarcasının sesi çıkıyor gibiydi. ilk duyan kişiler ,Hans ve Philiphe, kulaklarını kapayıp bağırmaya başladılar. Hans kulağından akan ılık bir şeyi hissetti, kısa süre sonra aynı burnundan da aktı ve sivri sinekler kavanozu kırıp dışarı fırladılar. Hans bulanan gözlerini açtığında askerlere inanılmaz bir hızla hücum eden sivrisinekleri gördü.
  Sivrisinekler askerlerin çevresini sardılar ve kısa süre sonra yüzlerce sivrisinek yanlarına gitti. Sivrisinekler askerleri sokmaya başladılar. askerle bağırıyor sineklere ateş etmeye çalışıyorlardı. Yalvarıyorlardı. Bir tanesinin şişmiş cesedi araçtan düştü. Vücudu şişmiş koyu kırmızı olmuş her yerinden kanlar ve beyaz sıvılar çıkıyordu. adamın cesedinde bir şeyler kıvranmaya başladı ve kafa dersinin altından başka sinekler fırladı. 
   Diğer askerlerin sonu da aynı oldu ve Kral Sivrisinekler Kongo ormanlarının tepesine çıkıp kayboldular. Diğer sivrisinekler yere düşüp öldüler.
   Doktor Hans korkuyla bayıldı. Ayıldığında yanında doktorlar vardı. 3 gündür uyuduğunu ve Belçika Kampından kovulduğunu söylediler. Şuan nerede olduğunu belli belirsiz sordu.  Doktor ona Kongo'lu arkadaşlarının sahip çıktığını ve kendisi iyileşince İngiltere'ye gönderileceğini söyledi. Doktor hasırdan yapılmış evden çıkarken kapıda biriyle çarpıştı "evet sizi görebilir" dedi Felemenkçe. Hans, Fulbert'i beklerken Alphonse içeri girdi. ona sinirle bakıyordu. "Kralı uyandırdın!" dedi.

Sineklerin KralıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin