Dışarıdan gelen sesler aniden uyanmasına neden oldu, henüz tam anlamıyla uyanamamış olan beyni seslerin nedenini anlamaya çalışıyordu. Apar topar pencereye koştu, bir grup sokak köpeği son üç aydır en yakın arkadaşları olan kedileri parçalamakla meşguldü.
Sokağa fırladı, elinde savunma amaçlı ufak bir sopa almıştı. Nereden bulduğu hakkında bir fikri yoktu, ancak köpeklerin kendisine saldırması halinde ufak sopanın pek işine yaramayacağının da farkındaydı.
Olay yerine geldiğinde, köpeklerden birinin en ufak kardeş olan sarı siyah kediyi ağzında sağa sola salladığını gördü. Köpeğin üzerine yürüyüp sopayı üzerine fırlattı, hayvan ağzındaki leşi bırakıp adamı çok umursamadan yoluna devam etti.
Sahne içler acısıydı, üç kedi de feci şekilde öldürülmüştü ve cesetleri sokağın ortasında yatıyordu. Odasının camı kaldırım hizasında olduğu için arkadaş olabilmişti kedilerle. Suyunu, yemeğini paylaşıyordu onlarla. Cebinde kalmış üç beş kuruş sevgiyi de vermişti aynı zamanda.
Donup kalmıştı, beyni emirler yağdırıyordu ancak hiç bir organı bu komutlara uymuyordu. Çevresine bakındı, tek başınaydı. O ve üç eski arkadaşı.
Karşı binanın dış kapısı açıldı, mahallenin kedi sever hanımı, emekli hemşire Nursel hanım çıktı dışarıya.
"Üçü de mi öldü?" dedi.
Adam konuşmak istedi ilk başta ama sonra vazgeçti, sadece kafasını sallamakla yetindi. Kadın şalına daha sıkıca sarınıp adamın yanına geldi. Ağlamamak için kendini zor tuttuğu açıkça belli oluyordu.
"Elimden geldiğince hızlı çıktım sokağa ama çoktan öldürmüşlerdi, kurtaramadım onları" dedi adam.
Kadın adamdan gelecek bir izni bekliyormuş gibi, ağlamaya başladı.
"Kutu ya da benzeri bir şey getirebilir misiniz?" diye sordu kadına.
Aslında gömmek isterdi arkadaşlarını ama bunu yapabileceği bir yer yoktu çevresinde. Taş beton binalar ve insanlar arasında sıkışıp kalmıştı. Kadın bir şey demeden binaya doğru yöneldi.
Ağlamak istiyordu ama başaramıyordu. Kabız olmak gibi bir şeydi bu. Hani sıçmak isteyip de sıçamamak gibi. Çok daha beteriydi sadece.
Kadın ufak bir kutu getirdi, ufak bir televizyon boyutlarında.
"Ne yapacaksın şimdi?"
"Kutuya koyup çöp konteynerinin yanına bırakacağım, ancak üzerine içerisinde kedi cesedi var diye yazmak lazım"
"Kalem de getireyim o zaman ben, ahh kuzularım benim ahhh, biliyordum ben böyle olacağını. Allah belasını versin bu belediyenin. bin kere telefon ettim başı boş köpek sürüsü geziyor mahallede diye"
"Haklısınız" dedi adam. Tartışmaya girmek istemiyordu. Belediyenin sunacağı çözüm sadece daha büyük bir katliam olacaktı çünkü. Kadın yeniden binaya doğru yönelirken adam da cansız bedenlere doğru ilerledi.
En azından koyun koyuna yatacaksınız diye düşündü. Kısacık hayatınızda hep beraberdiniz."Affedin beni, koruyamadım sizi."
Sokakta bir insan ölse bu kadar üzülmeyeceği gerçeği duruyordu beyninin bir tarafında, şimdilik onun üzerine düşünmek istemedi. Arkadaşlarını koyduğu kutuyu kapatıp çöplerin yanına koydu.
Emekli hemşireden kalemi alıp üzerine "Kedi cesedi var" yazdı. Başka yapacak bir şey kalmadı geriye.
"ahhh kuzularım benim, ahh canlarım benim.." diyerek uzaklaştı kadın. Adamda yavaş adımlarla evine döndü.
Hayatında hiç istemediği kadar zengin olmayı istemişti o an. Zenginlerin böyle bir sahne yaşaması söz konusu değildi. Varoşa uzak evlerinde, elit mühitlerinde, sadece canları sıkıldığında ilgi gösterdikleri evcil hayvanlarıyla beraber yaşıyorlardı. Böylesine vahşi sahnelerin seksen kat yontulmuş halini plazma ekranlarda Afrika'daki aslanlar antilopları avlarken görüyorlardı.
Kulaklarını koparmak istiyordu, içlerine birer şiş sokup kendini sağır etmek istiyordu. İşe yarayacağını bilse yapardı. Minik arkadaşlarının son nefeslerini verirken çıkarttıkları sesleri atamıyordu kafasından bir türlü. İnsan ya da hayvan bütün canlılar öldürülürken bağırır, öldürülmeyi serin kanlılıkla karşılayabilen birinin olduğunu düşünmedi adam.
Vücudu titriyordu. Oturamıyordu, yatamıyordu. Evin içinde voltalar atmaya başladı. İçerisindeki çaresizlik duygusu kemiriyordu tüm kaslarını. Mutfakta bir sigara yaktı, sandalyeye oturup ağlamaya çalıştı fakat yine başaramadı.
Salonun kapısı gürültüyle açıldı. Babası göbeğini kaşıyarak mutfağa girdi, masanın üzerinde duran bardağı aldı dolaptaki soğuk su dan doldurdu, bir miktar da taşırdı. Su masanın üzerinden yere aktı. Öyle yavaş aktı ki sanki zaman durmuştu.
"Uyumadın mı yine lan?"
"Uyuyamadım baba"
"Ulan çık dışarı bir işe güce bak be, Allah belanı versin. Sabaha kadar otur akşama kadar yat. Bıktım ulan senden. Bundan sonra eve para getirmeyene ekmek yok."
"Tamam baba"
Adam normalde babasının bu tavırlarına çok sinirlenmezdi ancak şimdi hiç sırası değildi. İçinde her dakika büyüyen bir öfke vardı. Öfkesinin bir kaynağı da yoktu. Köpekler de suçlu değildi, doğalarının gereği neyse onu yapmışlardı. Belediye ye, hükümete, devlete, insan ırkına hatta Tanrı'yaydı öfkesi.
"Neymiş dışarıda ki o gürültü patırtı?"
"Köpekler kavga ediyorlar işte her zamanki gibi baba"
"Amına koyduğumun belediyesi. Bir gün birisini parçalayacak bu itler"
Adam asıl hikayeyi anlatmak istemedi, babasının arkadaşlarının arkasından edeceği kötü bir kelimeye katlanamazdı. "Babasını 392 yerinden bıçaklayarak öldürdü" gibi bir üçüncü sayfa haberi olmak istemiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Arayış
Ficción GeneralHayatın dengeleri arasında çırpınan Levent'in, çıkış yolu arayışı.