YAZAMAYAN YAZAR

32 3 0
                                    

"Anlatmak istiyorum anlayabilene derdimi. Öğrenemedim ki güven kelimesinin sadece cümlelere eşlik ettiğini. Gerçekte bir karşılığı olmayan süslü bir kelime. Öğrenemedim ki insanlara anlatmamalısın kendini, derdini, içini… Yok! Olmuyor böyle. Arabesk bir parça açsam daha da ön planda olduğunu gözüme sokuyor yalnızlık ÷ mutsuzluk = boşluk. Evet, boşluk. Koca bir boşlukta mal mal yaşayıp gidiyorum.

Yazınca sinirlerim sakinleşiyor. Yazmak bir nevi terapi, mübarek. Yazınca normaldeki gibi yalnız hissetmiyorum mesela. Kalem - Kağıt bana arkadaşlık ediyor. Sonuçta onlardan da kazık yiyecek değilim ya.

Velev ki yazdın özelini - özel diye yazabileceğin bir şey varsa - koydun kışlıkların arasına. Çıkar kış gelince oku, yalnızlığını yalnızlığınla gider.
Piyano tuşları mesela... Başlı başına yalnızlar orkestrası. Tuşlara basıldığı anda nasıl yankı yapıyor değil mi? Piyano tuşları her ne kadar yalnız gibi görünmeseler de onlar da benim gibiler. Etrafları kalabalık ancak her biri tek başınadır yalnızlığın senfonisinde. Tuşa bastığında çıkan ses, bastığın tuşun zavallı çığlığıdır...

Yazmanın da kötü yanı bu işte. Eğer benim gibi anlatılması beklenen epeyce birikmişleriniz varsa, konu konuyu açar ve asıl anlatmak istediğiniz konunun uzaktan arabası durumunda kalırsınız. Neyse yazmayı bırakıyorum. "
Derginin editörü aşağılarcasına bir bakış attı Murat'a. Sonrasında ayağa kalkarak ağzındaki kelimeleri dökmeye başladı. " Murat Oğuz Sarıncak. Dergimizin çekingen yazarı. Yazmış olduğun bu yazıyı yayımlayacağımı sanmıyorsun değil mi? Şimdi, içimdekiler alevlenmeden git olgun bir şeyler yaz. Böyle saçma sapan, çocukça şeylerle bir daha karşıma çıkma."
Murat elini çantasına götürürken kesik kesik cevap verir. "Tamam o zaman. Yedek yazıya bir göz atın." Murat her zaman ki gibi yedek yazısını da yazmıştı. Yazıyı editöre verdi. Editör okumaya başladı.
"... bu yüzden Sebati çok mutsuzdu. Hüzün dolu adımlarla sahile gelmiş, dokunsan ağlayacak kıvamda denize doğru bakıyordu. Haykırmak geliyordu içinden ancak ağzını açtığı anda ağlayacağını biliyordu. Denizin dalgalarının hipnozunda iken, baygın birinin uyandığında olanları anlamaya çalışması gibi etrafına bakınmaya başladı. İyice kötü oldu. Delirmiş bir piç gibiydi. Çünkü sahiden de öyleydi. Dayanamadı daha fazla " Babaaa! " diye bağırdı denize ağlayarak, sanki babasını deniz alıp götürmüş gibi. Denize fırça çeker gibi bağırdı " Babaaa! "

Kısa bir süre sessizlik oldu odada. Editör kaşlarını çattı. Kızgın bir boğa edasında lafa girdi. "Başka bir yazı yaz!"
Matador Murat sakince sebebini sorarak boğayı birinci hamlede atlattı. Bununla da yetinmeyip boğayı daha fazla kızdırdı. "Neden başka yazı? Elimde bunlar var ve başka yazmayacağım." Boğa yeniden hamle girişiminde bulundu ve bu hamle matadora sağlam bir acı yaşatacaktı. "Hani burada, giriş - gelişme - sonuç? Yazının başı bile yok.  Ya yeni bir yazı yazarsın adam gibi... Ya yeni adam gibi bir yazı yazarsın ya da kovulursun!"
"Yazmayacağımı çok iyi biliyorsun."
"Kovulacağını çok iyi biliyorsun."
"Yazmayacağım."
"Kovulacaksın!"
"Yazmayacağım!"
"Kovuldun!"

Ve matador yerde. Bağrışmaları duyan sekreter güvenliğe haber verdi. Editör Murat'ın üstüne yürüdü. Güvenlik geldi. Boğaya ok atarak kontrol altına aldılar. Matador ise mezarına gitmek için yola koyuldu.
Murat evinde günlerce oturdu. Hiçbir şey yapmadan öylece oturdu. Birkaç gün sonra kovulduğu derginin yeni sayısını alıp eve geri döndü. Merak ediyordu onun yerine kim, ne yazmış. Dergiyi açtı, sayfaları çevirdi. Yazıyı buldu ve yazıyı gördüğünde o kadar şaşırdı ki istemsiz bir şekilde sırıtmaya başladı. Yayımlanan yazı kendisinin yazdığı ancak patronunun çocukça bulduğu yazıydı. Yazının yazarı olarak da editörün adı yazıyordu. Sırıtan yüzü sıkı bir yutkunmayla alması gereken şekli aldı. Sinirlendi…
"Şerefsiz diklapskadastrolop."

Murat evde sinirli sinirli volta atmaya başladı. Oğuz deli gibi ne yapacağını düşündü. Sarıncak ne yapması gerektiğini buldu. Aslında bir planı yoktu. Hiçbir şey düşünmeden derginin binasına gitti. Binaya girer girmez 200 m engelliler koşucusu gibi koşmaya başladı. Kimse Murat'ı tutamadı. Çünkü kimse Murat'ı durdurmak için hamle yapıyordu. Murat koşmaya devam ediyordu. Tam editörün kapısından içeri girecekken, editörün hımbıl ama sert, şişman ama güzel sekreteri Ayten, kapının önüne kendisini siper ederek Murat’ın odaya girmesini engelledi.

"Çok özür dilerim Murat Bey ama sizi içeri alamam. Patronun emri. Zira sizi içeri alırsam beni kovacağını söyledi."
Murat ve Ayten araları iyi olan arkadaşlardı. Daha doğrusu arkadaş gibilerdi. Bu sebeple Murat sakinleşti ve Ayten lafa girdi.
“Murat Bey gelişinizin sebebini öğrenebilir miyim?”
"Senin o patronun olacak hayvan çocuğu benim hikayemi çaldı. Onun hesabını sormaya geldim."
"Hani şu çocukça bulduğu..."
"Evet o."
"Piyano örnekli olan?"
"Eveet!"
"Asıl konusu güvenle ilgili olan hani..."
"Evet. O hikaye."
"Çık ulan binadan."
Ağzı bozuk Ayten.
"Nasıl?"
"Bas git lan buradan. Patron ne dediyse çıktı."
"Ne dedi? Ne oluyor?"
"Dedi buraya gelirse dedi bunları bunları bunları söyleyecektir dedi.”
Murat daha net anlamak için Ayten’in cümlesini kesti. ”Neleri söyleyecekmişim?”
“Yazıp yayımladığım yazıyı kendisinin yazdığını söyleyecektir dedi. Bana hakaret edecektir dedi. Hikayemi beğendiği için telefonda arayıp önce tebrik etti sonra tehdit etti dedi. İçeri girmeye kalkarsa dedi sakın alma dedi. Şimdi, geri bas lan." Aslında Ayten ve Murat pek de iyi arkadaş değillerdi. Güvenlik görevlileri geldiler o esnada. Ayten adeta baş komiser rütbesinin verdiği havalı hisle söylenen "Al bunu al al al al" cümlesini söyleyerek Murat'ı güvenliğe teslim etti.

Murat yeniden kader torbasından hüsran çekti.
Taksiyle evine gitti. Evinin kapısını açtı. İçeri girdi. Kapıyı kapattı ve kapının hemen dibine çöktü, oturdu öylece. Beyninin durduğunun farkındaydı. Çünkü yapacak hiçbir şey gelmiyordu aklına. Ayağa kalktı. Mutfağa gitti. Ellerine bakmaya başladı. Aklına eski hüsranları geldi. Aklına gelen tüm anıları yazılarının başarıyı elde edemeyişi idi. Halbuki ona göre yazıları başarı için tüm kriterlere uygundu. Ancak bir türlü istediği, beklediği ilgiyi bulamadı yazılarında. Yaşlı mutfak dolabının bitkin çekmecesinden delikanlı bir bıçak aldı. Bıçağın keskin metalinde başarısız gözlerini gördü. Sinirlendi. Sol eliyle sağ elini kesti. Acı hissetmiyordu. Delirmiş gibiydi. Elini vücudundan afaroz edene kadar uğraştı ve sonunda elini tezgaha teslim etti. Elinin kesilen yeri kan şelalesi gibiydi. Ancak Murat acı hissetmiyordu. Gıcırdamaktan zevk alan dolabı açıp bir tabak aldı. Kopan elini tabağa koyup buzdolabını açtı. Tabakta duran elini buzdolabına koydu ve hastaneye gitti. Hastanede tedavi oldu ancak kimseye anlatmadı elinin gerçek hikayesini. Artık Murat'ın yazmak için kullandığı eli yoktu. Artık yazmayacaktı. Murat Oğuz Sarıncak amaçsızca yaşadığı hayatına sezon finali yaptı.

YAZAMAYAN YAZARHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin