**Multimedia da ''Jason Derulo - Stupid Love'' var. Dinleyerek okumanızı tavsiye ederim. :)
Karanlığın ortasında kalmış gibi hissediyordum. Aynanın karşısına geçmiş bir elimdeki silaha bir de kendime bakıyordum. Bu ben değildim. Cesare Pevesa'nın sözleri geldi birden aklıma
''İnsan bir başkasını kendinden daha fazla sevemez.Kendini kurtarmayı beceremeyni, kimse kurtaramaz.''
Kendimi kurtarmalıydım. İş ciddileşiyordu. Evet masum değildim belki ama birini katledicek kadar da kirli değildim. Ben hep bir arafın ortasındaydım. Silah kullanmasını biliyordum. Üvey babam iyi bir nişancıydı ve onun yaptıklarından bir kaç taktik öğrenmiştim. Bana verdiği sürece sadece bir gündü. Bugün karar verip yarın ya öldürecektim ya da öldürülecektim. Süreyi uzatmam gerekiyordu. Bir şeyler bahane etmeliydim.
Merdivenden ayak sesleri geliyordu. Büyük bir ihtimal buraya, odaya geliyordu. Kapıyı açtı yavaşça yatağın üzerine oturdu. Ona bakmıyordum. Göz göze gelmek istemiyordum. Koyulaşan gözleri ürkütücü görünüyordu. Ne kadar psikopat olsa da kendime itiraf etmeliyim ki bir çekiciliği vardı. Sürekli onu çekici görme fikri dolayısıyla kendimi itici bulmaya başlamıştım.
''Karar verdin mi?'' dedi. Sesini soğuk tutmaya çalışıyordu ama merhametli çıkıyordu.
''Silah kullanmayı bilmiyorum.'' dedim. Bu zamanı uzatmak için iyi bir bahane gibi sayılabilirdi. Mecburdum.
''Yarın için bol bir araziye gideceğiz. Öğrenmek için sadece bir günün var. Çabuk öğrenen biri olmanı tavsiye ederim.''
''Teklifi yapan sensin, bırakta gerisine ben karar vereyim.''
''Benimle bu şekilde konuşamazsın anlıyor musun? Teklif benim, şartları ben belirlerim. Uymak zorundasın.''
''Sen kimsin ya?''
''Uraz Soyhan.''
''Ondan bahsetmiyorum. Hangi sıfatla benimle böyle konuşuyorsun? Kararlar benim. Ölmeyi de seçen ben olacağım yaşamayı da.''
Gözlerini uzun bir süre gözlerime takılı bıraktı. Ben ise gözlerimi ne kadar zorlansam da ona meydan okur şekilde ayırmıyordum. Gözlerini sonunda benden ayırarak ağır hareketlerle ayağa kalktı. Sessizliği bozan şey nefeslerimiz ve spor ayakkabısının zemine sürtünmesinden ibaretti. Daha sonra buna kapı tokmağının sesi ve daha sonra da tok bir sesle geri kapanması dahil oldu.
Boş bir araziye gidecektik. Bir gün zaman vermişti. Üzerine yoğunlaşmam gereken bir konu vardı. Ama çok sakin kalıyordum. Odanın kapısı açıldı ve içeri kot ceket ve telefonla girdi. Bana uzattı.
''Evine gidebilirsin. Telefonumu telefonuna kaydettim. Yarın için mesaj bekle.'' dedi soğukkanlı serin bir sesle. Elinden ceketimi ve telefonumu alıp aşağı indim. Hava kararmıştı ve nasıl gideceğimi bilmiyordum.
''Buradan dümdüz ilerle karşına sapak çıkacak alttan gideceksin ve karşında taksi durağı var.'' dedi ve kapıyı yüzüme çarptı. Benim durumumdan daha kötüleri de varmış. Karanlıktan korkmuyordum ama bilmediğim bir yerde olmak tabii ki ürkütücü geliyordu. Ağır adımlarla yürümeye başladım. Gökyüzü siyah ve minik yıldızlarla parıltılı görünüyordu.
Yollar gerçekten in cin oynayacak bile denemeyecek kadar ıssızdı. Seyrek sokak lambaları bir şekilde etrafı az da olsa aydınlatmaya yardımcı oluyordu. İleride ki yıkık dökük görünümlü tek katlı ev görünümlü harabe dikkatimi çekti. İçeriden dışarıya vuran ışık var gibiydi. Merakım ve adrenalin salgılayan hormonum oraya girmem konusunda aklımda tetik uyandırıyordu. Yavaşça yaklaştım ve içeride kimse yok gibiydi sanırım yani camdan gözüktüğü kadar. Kapıya doğru yaklaştım ve tokmağı çevirdim. Kapı açıldıkça gıcırdıyordu.
Harabe görünümlü yerde yakılmış iki tane mum ve bir kum saati vardı. Garip olan kum saatiydi. Sanırım zamanla sorunu olan bir kişi, bir grup herhangi biri yaşıyordu. Mumlar hala yandığına göre buralara yakın olma olasılığı yüksekti. Geldiğim gibi geri çıktım ve yavaşça kapıyı örttüm. Yola devam ettim ve Uraz'ın dediği gibi iki sapak çıktı karşıma, alttan devam ettim ve neredeyse on beş dakika kadar yürüdükten sonra taksi durağı gördüm.
Taksiye evin adresini söyledikten sonra buranın neresi olduğu hakkında hiç bir fikrim yoktu. Taksi şoförüne ise sormak pekte cazip gelmiyordu. Akşamın ilerleyen saatlerinde ıssız bir yola çıkmış genç kız ve orta yaşlarda olan taksi şoförü.. Olduğum yeri yarın Uraz'a da sorabilirdim. Ya da telefonumda konum bildirme yerine girip nerelerin yakınında olduğumu bulabilirdim.
Yaklaşık kırk beş dakikadır daha yola devam ettiğimiz halde gelmemiştik. Ve bu bende süphe uyandırıyordu. Belki paranoya yapıyordum. Veya hastalığımın yan etkilerinden biriydi olumsuz düşünmek. Evin geldiğimiz tarafa uzak olduğunu düşünerek sakin kalmaya çalıştım ve daha sonra bizim oturduğumuz muhitin girişinde olduğumuzu idrak etmeye başlamıştım. Binalar, yerleri arabalar, çevre hepsi tanıdıktı. Derin bir nefes aldım. Taksiye ücreti ödeyip eve doğru yürümeye başladım. Ayaklarım ne kadar geri geri gitsede aklım her ne olursa olsun ailemi merak ediyordu. Ceketimin cebinden anahtarları çıkarıp hazır ettim. Sitenin güvenlik görevlisi bana garip bakışlar atıp geçmem için kapıyı açtı.
Anahtarla yavaşça kapıyı açtım ve içeri girdim. Evde ışıklar sönmüştü. Ve kimse yoktu büyük ihtimalle. Annemin üvey kocası Levent Beyle bir toplantısı olmalıydı yine. Odama doğru ilerledim ve içeri girip ışığı açtığımda yastığıma sarılarak yatan bir kadın gördüm. B-bu annemdi. Garip bir şekilde şaşkınlığımı yüzüme olduğu gibi yayarken gözlerini hafif araladı ve olduğu yerden çabucak kalkıp yanıma geldi. Sarıldı. Annem tamı tamına bana sarılması sayılı olan annem şuan bana sımsıkı boğacak biçimde sarılıyordu.
Daha sonra tam ağzını açacakken halime bak dercesine kendimi ifade etmeye çalıştım. Yorgunluğumu betimlemeye çalışarak bana soru sormamasını ve yatağımı geri vermesini diledim. Belime doladığı kollarını nazikçe indirdi bir elimi eliyle kavrayarak destekleyici tavrıyla geri çekti. Arkasını döndü ve kapıdan çıktı. Hayatımda daha fazla şok edici şeyler yaşanıyorken buna ne kadar şaşırmalıydım bilmiyorum.
---
Siyaha bürünmüş insan ordusu üzerime doğru geliyordu. Bütün herkes siyah takım elbise giymiş bana yaklaşıyordu. Üzerimdekilere bakılırsa tek beyaz bendim normaldekinin aksine. Her şey siyahtı. Gökyüzü bile. Labirent tarzı sokaklar vardı. Koştukça daha çok yakınlaşıyorlardı. Kaçtıkça daha çok yaklaşıyormuşum gibi. İç içe olan sokaklardan etrafa bakmadan geçmeye çalışıyordum.
Burada her şey tersti. Normalde siyah olan bendim şuan ise tek beyaz. Normalde ben kaçmazdım kaçınılan olurdum buradaysa kaçıyordum. Ki bu düşünceler arasında her şeyin ters olmadığını çıkmaz sokağa girdiğimde anlamıştım. Şanssızlığım yine benimleydi. Gölge gibi.. Fakat gölgeler bile karanlıkta yanında olmaz aydınlığı, güneşi bekler meydana çıkmak için...
Çıkmaz sokağın sonunda demir kapı vardı. Oraya tırmanmaya çalışmak bile saçmalıktı çünkü yaklaşmalarına nereden baksan 3 adımlık yer kalmıştı. Artık ağır adımlarla yaklaşıyorlardı bana doğru. Ki siyah demir kapı açılana dek. Bir el vardı bana elini uzatan. Aslında her şey tersti. Şanssızlığım peşimi bırakmıştı. Tereddüt dahi etmeden tuttuğum elin sahibini kafamı yavaşça yukarı kaldırınca tanıdım. Gözlerine mavi bulaşmış adamdı o. Şanssızlığımı kaybeden bir şans.
---
Derin bir nefes alarak kalktığımda başucumda ki suyu kafama diktim. Kabus bile denemeyecek kadar kötü bir uyku hayaliydi bu. Saate bakmak için komidinin üstünde duran telefonuma uzandığımda bir mesaj geldiğini gördüm.
''Akbaba Köyü, Kabuslar Evi, seni burada bekliyor olacağım küçük intiharcı.''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
UÇURUM
ChickLit... Bir şeye, bir zamana, birine aldanmamak içimde bir uçurum gibi büyüyordu. Kahvenin sıcaklığından yanan dilimi, damağımın serinliğinde tedavi etmeye çalışırken aklıma Pavese' nin sözleri geldi: " Uçurumdan kurtulmanın tek yolu ona bakmak, derinli...