Müzik, Ludovico Einaudi- Nuvole Bianche.
Soğuk mermerlerden süzülen ayak sesleri geçerken dördüncü kabinin yanından, soğukluğunu iyice hissediyordu ruhsuz kalan bedenlerin. Bütün sessizliğini ve soğukluğunu hissettiği morgun sonunda kendisini bekleyen genç ve uzun boylu polis memurunun ve mavi önlüğüyle mesleğinin ciddiyetine sığınan morg görevlisinin yanında durdu. Yedi tane ölü vardı, on kişilik morgta. Açılan dokuz numaralı kabinin soğukluğunu yüzlerinde hissederek, hissiz ve sessizce uzanan yaşlı suratındaki sakallarına beyaz tellerin karıştığı adamın iki gündür bu morgta olduğunu, genç polis memurunun titrek sesinin karıştığı soğuk morgun soğukluğuna tanık olan morg görevlisinin onayıyla öğreniyordu.İhtiyar bedeninin en ihtiyar yerine, sol göğsününün altına gizlenen kalbini parçalayan iki kurşun izi. Yan yana adeta simetrik bir düzenle fırlatılmış iki kurşun.-Kimsesizmiş amirim,ismi Mehmet Güngören
Dosyalarını kurcalarken kırk dokuz yaşında olduğunu ve sokaklarda yaşadığını öğrendiği bu adamın somut bir geçmişine ulaşamamışlardı. Kimdi? Beyoğlunun arka sokaklarında yaşayan ve birkaç gün önce metruk bir binada cesedine ulaşılan ve sokak insanlarının sadece adını bildiği bir ölünün dosyası pek fazla kafa karıştırmazdı. İki hafta önce aynı şekilde işlenen bir cinayet daha olmasaydı. Aynı şekilde kalbinden iki kurşunla öldürülen ve evini bahçesinde bir ağaca asılan kırk iki yaşındaki eski bir yetimhane görevlisiyle soğuk morga işlenen bu beden arasında hiç bir bağlantı yoktu.
-Tamam kapatın !
Yirmi beş yaşındaki amirinin emriyle morg kabininin kapağının kapatılmasını görevliye emreden genç polis memuru ikinci bir emirle görevliye cenazenin kimsesizler mezarlığına gömülmesini söyledi. Kimsesizler mezarlığının bir kimsesi olacaktı kalbine işlenen iki kurşunun soğukluğuyla. Arda arda yürüyen üç kişi. Morgun soğuk mermerlerinden seken altı ayak sesi. Önde Yankı onu izleyen polis memuru ve morg görevlisi son sesi sessizleştiren küflü morg kapısıyla ayrıldılar hastahaneden.Ekim ayının on dokuzuydu, soğuk ve rüzgarlı havaya eşlik eden yağmurun eşliğinde saate baktı Yankı, saat gece yarısını yarılamıştı. Bedenindeki yorgunluğu gözlerinin kızarmasıyla büsbütün ortaya çıkmıştı.. Evine gidecekti.. Yeni evine.
Rüzgarın sert dokunuşlarına direnircesine montunun şapkasını tuttu genç kadın. Yüzünde hissettiği birkaç yağmur damlasının ardından bir süredir izlediği, büyük ve koyu duvarların karamsarlığına kapıldığı eve doğru yavaş adımlarla yürümeye başladı.Evin kasvetli havası genç kadını ürkütürken, aynı zamanda heyecanlandırıyordu. Korkunç olanlara ilgisinin işi sayesinde oluştuğunu biliyordu. Büyük, işlemeli kapıya geldiğinde elini cebine koyup anahtarı kavradı ve karanlıkta anahtar boşluğunu tok bir ses eşliğinde doldurdu.Büyük bir gıcırtıyla açılan kapı, kalp atışlarını birkaç tık ileriye götürdü.Bastığı tahta zemin, kırılıp onu altında bırakacakmış gibi bir hissiyat veriyordu. İkinci adımını atıp kapıyı kapadı ve elini kuru duvarda gezdirdi. Hissettiği tümseğin üzerinde oluşturduğu baskı, tüm salonu aydınlattı. Burnuna gelen ağır rutubet kokusu iki hafta önce içinde bulunduğu bir olay yerini getirdi gözlerinin önüne.Yankı YILDIRIM, mesleği için yaşayıp kendisi için nefes alanlardandı.Asayiş Şube Müdürlüğü'ne bağlı özel suç biriminde çalışan bir polisti. Yirmi beş yaşında, hırslı, idealist ve tuttuğunu koparan bir kadındı.Antalya'da kendine bir düzen kurmuştu ve tayin sebebiyle birkaç gün önce İstanbul'a yerleşmiş ve bu evi tutmuştu. Uygun bir fiyatla anlaştığı bu eve,daha yeni gelmiş olsa da o an üzerinde bıraktığı etki çok yabancıydı. Evin sahibini aradığında orta yaşlarında oldukça garip bir bayanla konuşmuştu.Epey rahatsız olmasına rağmen fiyatta anlaştığı için fazla uğraşmak istememişti. Soğuk hava, Yankı'nın bedenine emir verip hareket etmesini sağladı. Şömineye birkaç odun atıp turuncu ateşin dansını izlemek için karşısındaki tekli koltuğa oturdu.Ardından loş ışığın aydınlattığı salonu incelemeye başladı.Ev muhteşem bir büyüklüğe sahip olmasa da, salonu oldukça genişti. Duvarın neredeyse tamamını kaplayan koyu kahve kitaplığa doğru yürüdü.Birkaç kitabı inceledikten sonra üzerini değiştirmek üzere yatak odasına gitti.Bir gün önce eve geldiğinde bavulunu ve birkaç eşyasını bırakmıştı.Bavulunun içinden kalın ve rahat bir şeyler çıkarıp giydi. Bağlı, siyah saçlarını çözdü ve uzun saçları omuzlarına döküldü. Dönüp yatağın karşısındaki aynaya baktı.Yorgun, açık kahve gözlerine uyku hücum ediyordu yine. Çok çalışmanın en tatlı hediyesiydi uyku..
Hafif buğulu aynada, yansıyan bir tek onun siması değildi. Yankı daha dikkatli baktığında arkasında, yatağın üzerinde duran kırmızı kaplı kitabı fark etti.Bir an dehşete düştü.. Çünkü odaya ilk girdiğinde yatağın üzerinde kitap görememişti. Etrafını hızla tarayıp birinin olmadığından emin olunca derin bir nefes alıp, olayı bugünkü dalgınlığına yordu.Yatağa oturup romanı eline aldı. Jean Christophe "Siyah Kan" romanıydı bu. Bir cinayet romanıydı. Yankı romanın kapağını yavaşça açtı. Gördükleri karşısında ufak çaplı bir şok geçirirken kitabı elinden düşürmemek için oldukça çaba sarf etti. Romanın ilk sayfasında birkaç kan damlasıyla süslenmiş bir not kağıdı vardı.
Üzerinde ise kan kokan kelimeler..
Seni buraya getiren kader,
Kulağına ölümü fısıldayacak.
Gelişini kaleme alan yazar,
Son saatlerini karalayacak.
Ev, bir kefen misali seni..
Baştan aşağı sarmalayacak.
Burası altında kalacağın bir yıkım.
Evime hoş geldin,
Bayan Yıldırım.