Percy Jackson ve Olimposlular

48 3 0
                                    

[Spoi yeme uyarısı ._. ]

Annabeth gelip yanıma oturdu. "Hey! Mutlu yıllar," dedi.

Elinde biraz dağılmış, mavi renkli bir pasta vardı.

"Ne?" dedim ona dönüp.

"Bugün Ağustos'un on sekizi," dedi. "Doğum günün bugün değil miydi?"

Afallamıştım. Annabeth haklıydı. Bu sabah on altı yaşına basmıştım. Yani, Luke'a hançeri vermeye karar verdiğim sabah. Kehanet tam gününde gerçekleşmişti ve ben doğum günüm olduğunu unutmuştum.

"Bir dilek tut," dedi Annabeth.

"Pastayı sen mi yaptın?" diye sordum.

"Tyson da yardım etti."

"Pastanın neden bir tuğlaya benzediği anlaşıldı. Üstünde bir de mavi renkli sıva var."

Annabeth güldü.

Birkaç saniye düşünüp mumları üfledim.

Pastayı yarıya kesip bölüştük. Sonra da parmaklarımızla yemeye başladık. Annabeth yanıma oturdu. Birlikte okyanusu izlemeye koyulduk. Ormandan cır cır böceklerinin ve canavarların sesleri geliyordu ama her yer yine de sakin sayılırdı.

"Dünyayı kurtardın," dedi.

"Dünyayı birlikte kurtardık," dedim.

"Rachel da yeni Kahin olduğuna göre, artık erkeklerle çıkması mümkün değil."

"Buna pek üzülmüşe benzemiyorsun?"

Annabeth omuzlarını silkti. "Bilmem, beni ilgilendirmez herhalde," dedi.

"Hıı evet tabi."

Annabeth kaşlarını havaya kaldırdı. "Bana bir şey mi söylemek istiyorsun Yosun Kafa?" dedi.

"Söylesem, popoma tekmeyi indirirsin muhtemelen," dedim.

"Bunu yapacağımı biliyorsun," dedi.

Ellerime bulaşan pastayı sildim. "Styks Nehri'ne girmiş, yenilmez olurken, Nico beni dünyaya bağlayacak olan bir şeyi düşünmemi istemişti," dedim. "Böylece, ölümlü olarak kalabilecektim."

Annabeth gözlerini ufka dikmiş, beni dinliyordu. "Eee?" dedi.

"Sonra Olimpos'a gittiğimizde, hani bana tanrı olmayı teklif ettiler ya? Orada hep şeyi düşünüyordum..."

"Ha, demek tanrı olmayı istedin?"

"Eh, biraz istedim doğrusu. Ama sonra vazgeçtim çünkü her şeyin sonsuza dek aynı kalmasını iatemiyordum. Her şey daha iyi hale gelebilir. O yüzden..." Sözlerime devam edemedim. Boğazım kupkuru olmuştu.

Annabeth yavaşça "Aklında herhangi biri var mı?" diye sordu.

Ona bakınca gülmemek için kendisini zor tuttuğunu gördüm.

"Bana gülüyorsun!" diye sızlandım.

"Hayır!"

"İşimi hiç kolaylaştırmıyorsun," dedim.

Annabeth bu sefer yüksek sesle gülmeye başladı ve kollarını boynuma doladı. "Senin için asla ama asla işleri kolaylaştırmayacağım Yosun Kafa," dedi. "Buna alışsan iyi olur."

Beni öptüğünde beynimin pelte gibi eridiğini hissettim.

Sonsuza dek öyle kalabilirdim ama bir ses arkamızdan "Oh be nihayet!" diye kükredi.

İçeri bir anda elleri meşaleli bir sürü kampçı girmişti. Konuşmamızı gizli gizli dinleyen kampçılar bizi yerimizden kaldırıp omuzlarına alırken Clarisse de onlara öncülük ediyordu.

"Yapmayın!" diye bağırdım. "İnsan özel bir konuşma yapamayacak mı buralarda yahu?"

"Muhabbet kuşlarının ateşini söndürelim!" dedi Clarisse alaycı bir tavırla.

"Kano Gölü'ne!" diye bağırdı Connor Stoll.

Tezahüratlar arasında bizi tepeden aşağı taşıdılar ama yine de el ele tutuşacak kadar yakındık. Annabeth gülüyordu. Ben de kendimi tutamamıştım ama suratımın kıpkırmızı kesildiğinin farkındaydım.

Kampçılar bizi göle atana dek el ele tutuştuk.

Sonra son gülen ben oldum. Suyun altında bir hava balonu oluşturdum. Arkadaşlarımız suyun yüzeyine çıkmamızı bekliyordu ama hey... Poseidon'un oğlu olunca suyun altında acele etmenize hiç gerek yoktur.

Gelmiş geçmiş en muhteşem sualtı öpüşmesiydi.


[Sanırım ilk seride en beğendiğim kısım burası oldu. Son Olimposlu'ya aşık oldum *---*]

SongBookFilm 3Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin