Bölüm 8 - Pikaçu'nun elektriği çarpsın!

99 6 4
                                    


Yüzünü boynuma gömdüğünde sakalları tenimi okşuyordu. Gözlerimi sıkıca kapattım ve nefes alış verişimi düzenlemeye çalıştım. Kolları beni böyle sıkıca sararken, nasıl sakin olabilirdim ki.

Kalbim? Kalbime ne oluyordu? Kalp krizi mi geçiriyordum yoksa?! Allah'ım daha çok gencim. Şimdi kalp krizinin sırası mıydı?

Mezar taşıma sarılırken öldü yazarsınız.
Elveda dünya!

Ahh, ne diyorum ben. Nefesini boynumda, bana hayat veren o damarların üzerinde hissederken doğru düşünemiyordum tabi. Ve eğer kalp krizi geçirmiyorsam, kalbimde tepinen 98 tane katırı biri kovalayabilir mi? Kalbimin bir odacığından diğer odacığına göç ediyorlar sanırım. Yoksa, başka bir açılması yok bunun.

Nefes al Öykü... Nefes al...Evet... Yapabilirsin...Her zaman yaptığın şey bu...Düzenli olarak...Aferin, işte böyle...Gidin kalbimden katırlar!..

Odacığın kapısını kilitleyip, katırları hapsettim zihnimde.

Hey,hey,hey!

Bir dakika!

Mal mısın kızım sen? Telefonun gitti senin. Kendine gel ve şu öküzün ebesine selam yolla.

İşte içimdeki duygusal ruh bu kadardı. Yerini, Anadolu topraklarında yetişmiş ham maddesi ağaç olan, hacimli bir kalasa bırakmıştı.

Belime sarmış olduğu ellerine gitti ellerim. Yavaş hareketlerle parmaklarını kavradım önce. Ne yaptığımı merak ettiği için boynuma gömdüğü yüzünü çıkarıp, gözlerime dikti gözlerini. Bakışlarımı ondan ayırmadan, belimdeki ellerini aşağı indirdim önce. Ellerimi, ellerinden ayırmamıştım ama öyle sıkı sıkı kavramıyordum parmaklarını... Emanet gibi duruyordu avuçlarımda.

Yüzündeki ifade o kadar masumdu ki. Tereddüt ettim birkaç saniye... Ama sadece birkaç saniye.

Telefondu bu, boru mu?

Sağ elimi elinden ayırıp koluna, daha sonra omzuna yönelttim. Yavaş hareketlerle boynuna ulaştım. Sadece gözlerine bakıyordum bunları yaparken.

Ensesini kavradığımda yine o sinsi gülüşü yerleştirdim yüzüme.
O anki boşluğundan yararlanıp ellerimle boynuna bastırdım ve eğilmesini sağladım. Kıvrak bir hareketle sırtına çıktım ve ahtapot misali doladım beline bacaklarımı. Saçlarının ön tarafından tutup kendime doğru çektim.

"Ulan hayvan herif! Telefonumun canına nasıl kıyarsın!.. Benim zavallı bebeğim... Şu an bir çöp!"

Kendine gelmiş olacak ki silkelendi bir kaç kere. Ama ahtapot ruhum yapışmıştı ona. Bacaklarımı belinden ayırmaya çalıştığında boynuna daha sıkı sarıldım. Kendimi iyice sıkıp direnmeye devam ettim. Başaramayınca konuştu.

"Dünyadan bir külüstür daha eksildi. Daha ne istiyorsun."

"Sen, benim bebeğime nasıl külüstür dersin ha?"

Tamam son model bir telefon değildi ama güzeldi işte. Hem anneler yavrularını nasıl olursa olsun sevmez miydi? Severdi ya. Bende seviyordum onu.

Saçlarını tekrar kavrayıp kendime doğru çektim ve dişlerimi geçirdim kafasına. Bağırıp elleriyle başımı yakalamaya çalıştığında küfür ediyordu sanırım. Saçlarının olduğu yerden ısırdığım için ağzımda saç teli varmış gibi hissettim ve bir kaç kez tükürdüm.

"Isırdığın yetmedi bir de tükürüyor musun?" dedi, beline doladığım bacaklarımı ayırmaya çalışırken.

"Tükürük mü? Az bile."

Kurtarıcı ÖküzümHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin