Ayağıma bir sızı ulaştığında, acıyla inledim. Gözlerimi açmakta fazlasıyla zorlanıyorum. Sanki göz kapaklarımı yapıştırmışlardı. Gözlerimi açamama hissi beni endişeyle sarsarken bütün gücümü dirseklerime vermiştim.
Dirseklerim taşlara batarken bir kez daha acıyla inledim. Bacaklarımda tarifi imkansız bir sızı vardı ve bu sızı bütün bedenimi güçsüz kılıyordu.
Soğuk hava yüzümü yalayıp geçerken, saçlarımı geriye doğru attım.
Sımsıkı olmuş göz kapaklarım, bütün ağırlığınca açılırken, bana ne olduğu hakkında en ufak fikrim yoktu. Kaza geçirmiş olabilir miydim?Gözlerim açık olmasına rağmen, görüntü bir öncekinden farksız degildi. Karanlığı aydınlatan tek şey ay ışığının gölgesiydi. Yol ortasında değildim. Ya da arabamam yakınlarımda bir yerlerde değildi.
Soğuk ve ürkütücü karanlık titrememe sebebiyet verirken etrafıma bakındım. Büyük ve kalın ağaçlar etrafımı sarmış, ay ışığı bana oyun oynuyormuşcasına, gölgeler yapıyordu. İrkildim. Yapraklar dökülmüştü ve ağaçlar tüm çıplaklığıyla evlerine yani ormana saklanıyorlardı.
Esen rüzgar, içimi delip geçerken, bıraktığı boşluğu ucuz bir ameliyat yapar gibi kapatıp, dikiyordu. Titredim. Yine ve yine.
Kalkmak için yeltendiğimde sızlayan bacağım yine kendini göstermişti. Ağaca tutunarak, bacağımın sızısına aldırmadan ayağa kalktım. Ayaklarım kara gömülmüştü ve çıplaktı. Neden ayakkabılarım yoktu? Soğuk ayaklarımdan bedenime işliyordu. Üzerimde montum bile yoktu. Sadece bir tişört vardı. Ve kalın bir tayt. Donmazsam iyiydi.
Yürümeye başladım. Ayağımın sızısı gittikçe artarken, karların altında kalan taşlara bastığımı düşündüm. Etrafımda çok fazla ağaç vardı ve nereye gideceğimi kestiremiyordum.
Sahi birkaç kilometre yürümüş müydüm? Küçük, ahsap bir ev gözüme iliştiğinde arabamın evin önünde olduğunu gördüm.
Eski püskü bir evdi. En fazla bir odası olabilirdi bu evin. Sarı loş ışık pencerelerin dışına sızıyordu. Belli ki evde birileri kalıyordu. Bu beni sevindirmişti. Bir kurtuluş yolu görmüştüm bu evde. Karanlıktan ve öldürücü soğuktan kurtuluşumun yolunu...Gerçi hala bu dağ evinin önünde arabamın ne yaptığını anlamamıştım ama...
İçimde büyük bir çekingenlik vardı. Bunun getirdiği bir korku sızıyordu bedenime. Hiç bilmediğim bir yerdeydim ve içerde başıma ne gelirdi kestiremiyordum. Bir tecavüzcü, bir katil veya da yaşlı bir teyze vardı. Kim bilir? Kalbim korkudan sıkışıyor, kanımda adrenalin akıyordu sanki. Derin bir nefes alıp bıraktım. Kollarımla bedenimi sardım. Soğuk içime biraz daha işliyordu. Her geçen saniye.
Kapının önüne geldiğimde birkaç derin nefes daha alıp bıraktım. Yumruk yaptığım elimle kapıyı tıklattım. Birkaç saniye sonra kapı açılmıştı büyük bir gıcırtıyla.
Dağınık siyah saçlarıyla ve koyu kahverengi gözleriyle bir adam çıkmıştı karşıma. Düzgün bir burnu, beyaz bir teni, şeftali tonlarında yumuşak gözüken dudaklara sahipti.
Çok güzel gözüküyordu. Aynı zamanda endişeli. Adamı birkaç saniye daha inceledim. Uzun boyu, fit bir vücudu vardı. Üzerinde gri bir tisort, altında siyah dümdüz bir eşofman vardı.Aman Allah'ım! Yanlış görmemiştim degil mi? Bu hiç tanımadığım adamın yüzündeki endişe beni görünce kaybolmamış, gözlerinin içine bir gülümseme oturmamış ve dudaklarından rahatladığını belli eden bir iç çekiş çıkmamıştı? Çünkü öyleyse fazla garip olurdu. Anlamsız ve boş.
"Kahretsin Azra! Neredeydin?" Diyerek beni kendine çekti.
Görüntüsünü doğrular kolları fazla güçlüydü. Bana sıkıca sarılmıştı ve kafamı omuzu ile boynunun girintisine sabitlemişti.