'Sevgili Günlük'
"Bak yine Günlük derken büyük harfle başladım. Senin adın Günlük ya işte ondan! Özel isimler büyük harfle başlar."
Bir yandan konuşuyor bir yandan da yazıyordu. "Bugün üçüncü evliliğimin sonuna geldim. Mahkemenin neticesini öğrendiğimde üçüncü evliliğini bitirmiş, yirmi altı yaşına girmiş, evi ve arabası olan, bankada da parası olan, ayakları sağlam basan biri olacağım."
Evi ve arabayı çok daha önce edinmişti. Bu kez parası artacaktı.
*****
Öğleden sonra atölyesinde çalışırken nihayet beklediği telefon geldi.
"Alo"
"Alo, Pınar Hanım, merhaba ben Avukat Erdinç Demirci."
"Biliyorum avukat bey. Ekranda yazıyor. Buyurun sizi dinliyorum." Bu adamın ciddiyeti her seferinde güldürüyordu. Üç ay önce ilk konuştuklarında vekaleti isterkenki tutumu ciddi ve saygılıydı. Sonra yaptıkları her konuşma daha ciddi ve soğuk olunca Pınar da telefonun ucunda gülümseyerek bekliyordu cümleleri. Şimdi biten evliliğini dinleyecekti. Üçüncü boşanması da gerçekleşmiş olmalıydı.
"Pınar Hanım, üzgünüm. Dava sonuçlanmadı."
Pınar bu kez aptal aptal bakmaya başladı. Telefonun açık olup olmadığını kontrol etti. Ekranda yeşil konuşma bandını görüp açık olduğunu, yazılı ismin Av. Erdinç Demirci olduğunu da gördü. İyi ama nasıl o 'dava sonuçlanmadı' diyebilir. Daha önce hiç böyle bir şeyle karşılaşmamıştı.
"Anlamadım? Neden sonuçlanmadı? İki tarafta boşanmayı istiyor ve talep yok. Ne sorun oldu da bitmedi?"
"Pınar Hanım, çok ısrar ile iki ay sonraya alabildim yeni dava gününü. O zaman sizi dinlemek istiyor."
"Beni mi dinleyecek? Neden?"
"Yargıç Hanım, evliliklerin böyle kısa sürede bitmesini hoş karşılamadığını, size şans vermesi gerektiğini o yüzden dinleyeceğini söyledi. İki ay sonra ikiniz de orada olacaksınız. İfade vereceksiniz ve böylece ayrılacaksınız."
"İki ay daha mı?" Sesindeki inanmazlık telefonun ucundaki adama kadar ulaşmıştı.
"Üzgünüm. Ne yazık ki öyle olacak."
"Anladım. Neyse iki ay çok uzun süre değil."
"Pınar Hanım... Dava tarihi yaklaştığında sizi ararım. Görüşmemiz lazım. Hazırlıklı olmalısınız."
"Anladım. Tamam görüşürüz Erdinç Bey."
İşte bu tüm tadını kaçırmıştı. Planları değişecek miydi? Mahkeme Mayısa kaymıştı. Bu durumda çok istediği Avrupa seyahatini ertelemesi gerekmeyecekti. Alacağı para ile tüm Avrupa'yı kapsayan üç aylık bir gezi programı yapmıştı. Çok dert etmemeyi salık verdi kendisine.
Günlüğünü eline alıp yeni bir not düştü.
'BOŞANAMADIM'
Makinenin başına oturup çizimdekini metale işlemeye başladı. Sonra durdu ve elindeki işe baktı. Hışımla bir kenara bıraktı. Melek yapması gerekeni bu sinirle şeytana çevirebilirdi. En iyisi biraz nefes almak için dışarı çıkmaktı. Sandalyenin arkasındaki ince hırkasını alıp telefonunu da cebine koydu. Hava güzeldi. Tam bir bahar havasıydı dışarıda yaşanan. Mart ayında Kaş, dünyanın en güzel köşesiydi. Belki de ona öyle geliyordu ama aksini söyleyecek pek kimse yoktu etrafta.
Beş yıldır Kaş'ta yaşıyordu. Tüm çocukluğu yetiştirme yurdunda geçmişti. Hiç akrabası yoktu. Yazın gelen komşuları haricinde arkadaşı da yoktu. Böylesi, yaptığı iş için çok daha iyiydi. Aslında takı tasarımı yapıyor, yaptıklarının çoğunu Kaş'taki dükkanında yazın satıyordu. Bir kısmını da sipariş veren büyük firmalara satıyordu. Onun tasarımlarından büyük para kazanan firmaların keyfi yerindeydi. Pınar da kendi kazancından memnundu.
İlk evliliğini yirmi yaşında yapmış, yirmi bir yaşında ayrılmış ve Kaş'ta muhteşem bir evin sahibi olmuştu. Kocası da o evlilik sayesinde aile mirasına kavuşmuş, annesinin çenesini kapatmış ve şirketin başına geçmişti.
Romanlardaki gibi bir konuydu belki ama asla öyle bir evlilik değildi. Otuzlu yaşlara yakın bir adam avukatı aracılığı ile bulmuştu kendisini. O zamanlar İstanbul'da oturuyordu. Adamın teklifi çok netti. Kağıt üstünde evlenecekler, bir yıl kadar evli kalacaklar ve sonra boşandıklarında yüklüce bir paranın sahibi olacaktı. Aksi bir durum söz konusu bile değildi. Pınar, ilk önce tuhaf karşılasa da sonra belki romanlardaki gibi 'adam bana aşık olur ben de onu severim ve mutlu yaşarız' demiş evliliği kabul etmişti. Aile arasında yapılan nikahını hatırlıyordu. Çok sadeydi. Nikah sonrası gidilen yemek ise buz gibi bir ortamda geçmişti. Zoraki kocası kibar biriydi. Yemek sonrası genç kızı evine bırakmış ve gerek olduğu takdirde arayıp bazı organizasyonlara davet edebileceğini söylemişti. İki kez birlikte yemeğe gitmişler ve sonra bir daha boşanana kadar görüşmemişlerdi.
Pınar'ın tüm 'romanlara layık' hayalleri yerle bir olmuştu. Yirmi bir yaşında boşanmış ama eline erkek eli değmemiş biriydi. Ta ki bir buçuk sene sonraki teklife kadar...
İkinci evliliğinin arabulucusu eski kocasının avukatıydı. Adamın teklifi ilginçti. Yine sahte bir evlilik yapacak kesinlikle bir sene sonra boşanacaktı. Bu durumda kazancı bir önceki evliliğinde elde ettiği paradan çok daha fazlaydı. İyi bir evi vardı. Artan parası ile işini kurmuş malzeme almıştı. Bu para ile de araba alıp artanını yine işi için harcayabilir ya da bir kenara koyup kara günler için saklayabilirdi.
Elbette ikinci evliliğe de 'evet' demişti. Kaçırılmayacak fırsattı. Ama bu kez hiç hayal kurmamıştı. Kaş'ta yaşamaya devam edecekti. Zaten nikah yeterliydi. Evlenme cüzdanı ile adam istediği her şeye kavuşacaktı.
Yakında bu işi mesleğe çevirecekti. Çünkü üçüncü evliliğini yapmıştı. Adamın teklif ettiği rakamı duyduğunda kulaklarına inanamamıştı. Evlilik anlaşmasını okuduğunda anlamıştı nedenini. Tunç, otuz yaşına kadar mirasına kavuşamıyordu. Zaten parası olan ailenin parası olan oğlunun o mirasa neden erken ulaşmak istediğini anlamamıştı. Sonra kısa bir açıklama yapılmıştı. Bilgisayar oyunlarına yatırım yapmak istiyordu ama aile, şirketten bu iş için para çekmesine izin vermiyordu. Kendisine ait parayı elde etmek için ya evlenecek ya da otuzunu bekleyecekti. Üç sene daha beklemeyi göze alamamış ve eş aramıştı.
Adı artık bu işler için bilinen Pınar yine avukatlar aracılığı ile bulunmuş, teklif iletilmiş ve anlaşmaya varılmıştı. Damat mirasını almış, eşine bir milyonluk anlaşmanın yarısını ödemişti bile.
Pınar, 'zenginliğin' tadını çıkartabilirdi. Öyle demişti çeki verirken. Tunç evlenmeyi kesinlikle istemeyen, 'düşünmek' için bile en az kırk yaşına yaklaşmayı isteyen biriydi. O yüzden genç kıza çok büyük bir rakam teklif etmişti. Kızın Kaş'ta yaşıyor olması da işine gelmişti. Pınar hiç merak etmiyordu kocalarının neler yaptığını. Hatta evli olduğunu bile unutuyordu. Ne zaman ki avukatlar arıyor ve davanın olduğunu haber veriyordu o zaman anımsıyordu.
Elbette kimse bilmiyordu Pınar'ın bu sahte evliliklerini. Acaba bir gün birileri yakalar mıydı? İyi ama kimseye zararı yoktu ki. Adamlar kazanacakları çuval dolusu paraların karşılığında küçük bedeller ödüyordu. Pınar da aldığı paraların karşılığında hayatını garanti altına alıyordu. Hiçbir şeyi olmayan birisi için geleceğini maddi anlamda güven altına almanın ne kadar büyük bir sorunu olduğunu anlamalarını bekleyemezdi. Evlilikleri süresince kimse ile çıkmamış, kimseyle birlikte olmamış ve etrafına erkek sinek bile yaklaştırmamıştı. Eh kocalarından daha sadıktı evliliklerine, bu kesindi.
Kaş sokaklarını dolaşıp bitirmiş evine geri dönmüştü. Yürüyüş boyunca düşünmüştü. Bu evlilik bittiğinde bir daha böyle işlere kalkışmayacaktı. Daha fazlasına ihtiyacı yoktu.
Radyosunu açıp kanalını ayarladıktan sonra yemek için bir şeyler hazırlaması gerektiğine karar verdi. Mutfağa giderken de radyonun sesini açtı.
****
Cep telefonunu duymamıştı. Ekranda tanımadığı bir numara vardı ve ısrarla üç kez aramıştı. Demek ki geri dönülmesi gereken biriydi. O da öyle yaptı.
"Alo" Güzel bir sesti. Telefondaki güzel seslerin çoğunun vasat tiplere ait olduğunu öğrenmişti. "Merhaba, beni aramışsınız!"
"Sizi mi? Pardon kiminle görüşüyorum?"
Ukala bir tavırdı ve Pınar bu cümleye sinir olmuştu. "Ben kiminle görüşüyorum? Bugün beni tam üç kez aramışsınız. Kimi aradığınızı biliyor musunuz? Yoksa rast gele mi numara tuşluyorsunuz?"
"Bir saniye..."
'Ne bir saniyesi be? Sen kimsin? Hem arıyor hem de kimi aradığını unutuyorsun?' diyemedi tabi. Bekledi telefondaki sesin geri dönmesini.
"Kusura bakma, beklettim." Pınar tam senli benli konuşmasına kızacaktı ki adam devam etti. "Ben Tunç Akçetin. Kocan yani."
İşte yerin böyle zamanlarda yarılması gerekiyordu. İnsan bir senedir evli olduğu adamın telefonunu kaydetmez mi? Hadi etmedi, sesini tanımaz mı? Olmayınca olmuyormuş. Bunu anlayan Pınar küçük bir yalana sığındı. "Kusura bakma. Telefonumu değiştirdim. Eskisi bozuldu ve tüm rehberim orda kayıtlı kaldı."
"Sorun yok. Ben de avukatımdan aldım numaranı. Bugün davamız vardı ve biz boşanamadık. Neler oluyor?"
'Ah ne kibar insan.' Onda da numaranın olmaması yalanından dolayı kendisine kızmasına neden olmuştu. O fırsat kaçınca başka türlü kızdırmanın yolunu buldu. "Haklısın, sen servet içinde yüzerken benim üç kuruşa talim etmemi doğru bulmadığım için avukatıma talimat verdim. Seni soyup soğana çevireceğine söz verdi."
Daha cümlesi bitmeden karşıdaki adamın sinirli sesi duyuldu. Zaten o böyle bir neden olduğuna çoktan inanmıştı... "Evlilik sözleşmemiz ve anlaşmalarımız var. Yarım milyon daha alacaksın ve anlaşma bitecek. Benden beş kuruş daha alamazsın. Erdinç seninle böyle bir işe kalkıştığına pişman olacak."
"Ah yazık. Üzüldüm şimdi. Bana bak Tunç denen salak... Seninle evli kalmak istediğimi mi sanıyorsun? Senden aldığım para ile seyahate çıkacağım. O da bana yeter de artar bile. Kendi paramı kazanıyorum ben. Fazlasına ihtiyacım yok. Ama senin biraz kendine güvenmem ve avukatın olacak adama ve onun bulduğu benim avukatıma bozuk atman lazım. Beceriksizler bir işi bitirememişler. İki ay daha sık dişini. Sonra ne halt edeceksen et."
"Ne kadar kibarsın sen böyle? Kabalaşmana gerek yok. Ciddisin sandım bir an. Asıl konu kadın yargıç! Avukatım aradı ve şansımıza bizim davaya bakacak yargıcın değiştiğini ve boşanma davalarında ön yargılı olan birisinin atandığını söyledi. O da şu an adına yakışanı yapıyor ve bizi boşamıyor. İki ay sonraki celseye çok sağlam bir sebeple gelmen gerekiyor. Dilekçeye yazdığımız, şiddetli geçimsizlik, uyumsuzluk falan yetersizmiş."
Aralıksız konuşuyor ve az önceki kabalığını hiç umursamıyordu. O an öyle gerekmiş o da yapmış ve bitmişti. Adamın yapısının böyle olduğunu anlayan Pınar artık asıl konuya odaklandı. "Ne bulacağım ben? Avukatlar madem kadını tanıyor onu neyin ikna edeceğini bulsunlar, söyleriz."
"Onlara da söyledim ama sen de düşün. İkinci celse de bitsin bu iş."
"Biter biter. Benim de acelem var."
"Yeni koca mı buldun?" Tunç dalga geçiyordu. Pınar da bunu anlamıştı. "Evet, zengin olmak için birer sene adamlara katlanacaksam bunu mesleğe dönüştürmem gerektiğine karar verdim. Dördüncüyü yaşlı seçeceğim. Belki ölür mirasa da konarım."
"Tahammül edilmezsin. Avukatlar arar seni." Ve telefonu kapattı.
Pınar telefona dil çıkarttıktan sonra koltuğa fırlatıp kendini balkona attı. Derin nefesler alırken manzarasını izliyordu. Tek tük ışıklı evler mevcut komşularını gösteriyordu. En çok iki ay sonra evlerin yarısından çoğu ışıldayacaktı. İki ay... Kendisi de boşanmış olacaktı. Terbiyesiz herif kendisiyle dalga geçiyordu. Sanki yaptığı çok matahtı da Pınar'a laf sokuşturuyordu. Alan veren memnunsa kim kimi suçlayacaktı?
Odaya girip hışımla telefonu eline aldı.
"Asıl sen tahammül edilmezsin."
Ve telefonu kapattı. Sonra rahatlamış olarak balkona geri döndü.
*****
"Pınar hanım, ben avukat Erdinç Demirci, nasılsınız?"
"İyiyim avukat Erdinç Demirci. Siz nasılsınız?" Gülümsüyordu genç kız.
"Ekranda okudunuz değil mi? Nedense hep böyle tanıtmak geliyor içimden. Sesinizden keyfinizin yerinde olduğunu anlıyorum. Umarım mahkemeyi anımsıyorsunuz. Salı günü davanız var."
"Biliyorum. Uçak biletimi aldım."
"Salı sabahı mı geliyorsunuz?"
"Pazartesi geleceğim. Rötar falan olursa davayı tehlikeye atmayayım diye bir gün önceye aldım."
"Çok iyi. Şey... Pazartesi akşamı ne yapıyorsunuz? Size bir yemek ısmarlasam, davayı konuşsak olur mu? Başka planınız var mı?"
"Planım yok. Olur, yemeğe gideriz. Benim de soracaklarım var size."
"Tamam, inince arayın beni."
*****
Valizini bagaja vermediği için erkenden indi uçaktan. Arkadaşları ile buluşacağı yere gitmek için sıradaki taksiye binip adresi verdi. Her zaman yaptığı gibi İstanbul'u bildiğini anlasınlar diye camdan dışarı baktı ve "Her gelişimde biraz daha değişiyor buraları. Trafik daha da kötü olmuş. Sahile inelim ve oradan gidelim lütfen." dedi.
Zaten Bakırköy'e gideceği için büyük ihtimalle şoförde öyle yapacaktı ama şansa bırakmadı ve gereksiz dolaşmaları önledi.
Alışveriş için buluştuğu kızlarla önce hasret giderdi. Sonra yemek yediler ve en sonunda da alışverişe çıktılar. Kimse neden geldiğini bilmiyordu. Onlara malzeme alacağını söylemişti ki yalan da değildi. Mahkemeden sonra da o işlere bakacak ve bir gece daha kalıp Kaş'a dönecekti.
Akşam için plan yapmak istediklerinde aklına Erdinç geldi ve katılamayacağını, ertesi akşam için olabileceğini söyledi. Sonra da Erdinç'i arayıp nerede buluşacaklarını öğrendi.
Arkadaşlarından ayrılırken hepsine bu yaz evde olmayacağını o yüzden başka tatil planı yapmalarını söyledi. Avrupa turuna çıkacaktı ve aylarca olmayacaktı. Kızların taşkın tezahüratları ile taksiye binip verilen adrese gitti.
*****
Erdinç, nasıl tanıyacağını düşünüyordu. Elinde kötü bir vesikalık resmin fotokopisi vardı. Tanımasına engel olmamalıydı. Kapıyı görecek şekilde oturdu ve girenleri izlemeye başladı.
Tek gelen iki kadının o olmadığını anlamıştı. Şimdi giren o olabilir miydi? Mini kot etek üstüne giydiği spor kot montun içinde kalın askılı beyaz bir bady vardı. Ayağında yüksek topuklu sandaletler, başında da yine beyaz bir hasır fötr şapka vardı. Kolundaki içine ceset saklanacak kadar büyük çantası ve boynundan sarkan ince beyaz fuları çok havalı ve seksiydi. Gözündeki güneş gözlüklerini çıkartırsa o olup olmadığını anlayacaktı ama ne yazık ki genç kızın öyle bir niyeti yoktu. Etrafına bakınmış ve doğruca masasına gelmişti.
"Avukat Erdinç Demirci?"
"Evet benim, Pınar hanım. Hoş geldiniz." Sesi tanımıştı neyse ki. Ve eğer o kendisini bulmamış olsa asla beklediği kızın o olduğunu düşünmezdi. Gördüğü genç kız vekaletteki resimden çok başkaydı. Çok daha güzeldi. Erdinç heyecanlandığını hissetti. "Sizi tanıyamazdım inanın. Resminiz size hiç benzemiyor."
"Kötü bir resim ama güzelleri böyle işlere alet etmek işime gelmiyor. Hem sizi tanımak kolay. Avukatım diye bağırıyorsunuz."
"Ne? Nasıl?"
"Dışarıda mayıs ayına rağmen otuz dereceye yakın bir hava var. Akşam yemeği yiyeceğiz ve bu yemek iş yemeği sayılmaz. Ama sizin ceketiniz ve kravatınız 'jilletttt' gibi." diyerek üstüne basarak belirtti. Genç adamın şık takımın içinde rahat olduğu anlaşılıyordu. O alışkın bir şekilde gayet rahat otururken Pınar, kot montunu çıkartıp sandalyesine astı. Boynundaki ince fuları da biraz gevşetti ve daha rahat bir şekilde oturmaya başladı. Elbette gözlük ve şapka da masaya konmuştu.
Erdinç, gözlerini alamıyordu kızdan. Ertesi gün, kendisi sayesinde boşanacaktı. Öyle umuyordu. Sonra normalinde bir daha görüşmeyeceklerdi. Tabii Erdinç bu yemekten sonra o şıkkı yok etmeyi düşünmeye başlamıştı bile.
Yemeklerini seçip siparişlerini verdikten sonra beklerken konuşmaya başladılar.
"Hazır mısınız yarın için?"
"Hazırım. Yarın biter bu iş."
"Hakim zorlayacaktır."
"Sanmam. Rahat ol. Yarın bitecek. Ve benim gibi yap lütfen sizleri kaldır aradan."
"Zevkle. Ayrıca ceketimden ve kravatımdan da kurtulmak istiyorum müsaaden olursa."
"Geç bile kaldın. Boğuluyor olmalısın."
"Alışkınım o yüzden rahatsız olmam ama sen bu kadar spor giyinmişken kendimi tuhaf hissettim."
Pınar, eteğine bakıp gülümsedi. Neyse ki masanın örtüsü sıyrılmış eteğin açıkta bıraktığı bacaklarını büyük ölçüde örtüyordu. Yanında mahkeme için kıyafet getirmemiş, arkadaşları ile gezerken satın almış oteline bırakmıştı hepsini.
"Kaş'ta yaşayıp başka türlü giyinmek mümkün değil. Çoğu zaman eşofmanlarla geziyorum. Yazın ya şort ya elbise yetiyor insana."
"Kaş'ta yaşamaya devam mı edeceksin? Senin gibi genç biri için özellikle kışın sıkıcı değil mi?"
"Asıl kışın güzel. Sessiz sakin ve çalışmaya uygun. Tasarımlarımın çoğunu kışın yapıyorum."
"İstanbul'da da yapabilirsin. Hem alacağın para ile burada çok güzel bir ev alıp bir de atölye açabilirsin. Müşteriye ulaşman da kolay olur."
"Ev alırım... arabam var zaten... sonra buranın trafiğinde bir alışverişe gitmek bile benim tüm yaratıcılığımı yok eder."
"Anlıyorum. Peki sadece işini rahat yapmak için mi orada olmak istiyorsun? Yoksa başka nedeni mi var?"
"Ne gibi?"
"Bir erkek mesela?"
"Aman kalsın. Erkek falan istemem. Baksana daha yirmi altı yaşındayım üç koca eskittim. Dördüncü ağır gelir."
"Ya aşık olursan?"
"Olduğu zaman düşünürüm. Şu an yok öyle bir ihtimal."
"Olduğu zaman ne yaparsın? Evini bırakıp gelir misin buraya... Ya da başka bir yere?"
"Mümkün tabii. Ama diyorum ya şu an için yok böyle bir sorunum."
"Aşkı sorun olarak mı görüyorsun?"
Pınar masaya eğilip fısıltıyla "Üç koca diyorum sana... Üçü de çıkarları için evlenecek kız arıyordu. Demek oluyor ki erkeklerin çoğu çıkar ilişkisine uygun. Aşk işin biraz süslenmiş hali bence. İki duygusal kelime, bir iki güzel yemek ve ardından gelen hediyeler ile kadınların aşka inanmasını sağlıyorlar... Sonrası ne? Yemek, ev işi, çocuk doğurmak ve bakıp büyütmek gibi evliliğin kaçınılmazlarını kadının sırtına yükleyip bekar dönemdeki yaşamlarına devam ediyorlar. Ah tabi bir farkla... Çoğu evdeki kadınla seks yapıyor ki eminim daha ucuza geliyordur. İstisnalar kaideyi bozmuyor ama arada çapkınlar da çıkıyor ve karılarını aldatıyor. Demek ki çıkar için evlilik yaptıkları gerçeği değişmiyor."
"Feminist misin? Bu nasıl bir bombardımandı?"
"Feminist değilim. Erkeklerin çıkar sağlamak amaçlı taleplerinden çıkar sağlayan biriyim. Bu da benim teorimi doğru yapıyor."
"Haksızsın diyemeyeceğim. Çoğu evlilik tarif ettiğin gibi ama erkeklerin hepten duygusuz olduğunu düşünmen çok ağır oldu. Aşk iki cins içinde yıkıcı ama bir o kadar da güzel olabiliyor."
"Vayyy bizim ciddi avukat aşkı tatmış. Güzel miydi?"
"Aşk güzeldir."
"Aşkı sormadım kız güzel miydi?"
"Evet... Neden sordun?"
"Çirkin olsaydı ya da seninle tanıştıktan sonra bir kaza ile yüzü gözü izlerle dolsaydı yine aşık olur muydun?"
"Evet... Sanırım... Bilmiyorum ama aşk iki üç izle bitmez."
"Yani hala ona aşıksın öyle mi?"
"Hayır değilim. Bitti."
"Oooo ben de bu defa neden dava tek celsede bitmedi diyordum. Avukatıma bakın siz. 'Aşk bitmez' cümlesinden bir sonraki cümlesi 'bitti' oluyor. Umarım yarın tüm sözü bana bırakırsın da bitiririm şu davayı."
Erdinç bozulmuştu duyduklarına. Tam yanıt verecekken telefonu çaldı ve Tunç'un avukatı Barbaros aradı. Nerede olduğunu sorup yanına geleceğini söyleyip kapatmıştı. Ona Pınar'ın yanında olduğunu haber verememişti.
Pınar, telefondan sonra adamla uğraşmayı bir kenara bıraktı. Kendi yaşadıklarının etkilerini bir başkasına böyle yansıtmanın gereği yoktu. İnsanlar düşüncelerinde özgürdü. Kimsenin hayatına müdahale etmesine, üstelik bunu duyguları kullanarak yapmasına izin vermeyecek olması başkalarının inançlarına saygısızlık etmesini gerektirmiyordu.
Boşanacak ve artık kendi hayatını yaşayacaktı.
*****
Yarım saate yakın zaman geçmiş soğuk mezelerin yerine ana sıcaklar almış, muhabbet de yöne değiştirmiş, Erdinç'in hayatındaki ilginç davaları anlatması ile daha eğlenceli bir hal almıştı.
Lokantadan içeri giren iki erkek Erdinç'i genç ve güzel bir kadın ile baş başa görünce şaşırmıştı. Yanlarına yaklaşırken kadını incelemeye çalışıyorlardı. Erdinç'i böyle güldüren birinin esprili olması kaçınılmazdı. Genç adamı ilk kez bu kadar içten gülerken görmüşlerdi.
"Merhaba Erdinç. Neden arkadaşın olduğunu söylemedin? Rahatsız etmezdik seni."
"Barbaros, hoş geldiniz. Görmedim sizi. Sorun yok, rahatsız olmadık." diye konuştu ama tuhaf bir durum olduğu hareketlerinden anlaşılıyordu. Erdinç, Barbaros'tan ziyade yanındaki adama bakıyor ve ne diyeceğini merakla bekliyordu.
Diğer adam ise masada oturan genç kıza bakıyor ve nereden tanıdığını çıkartmaya uğraşıyordu. Başaramayınca "Bizi tanıştırmayacak mısın?" diye sordu. Eskiden çıktığı kızlardan biri olduğunu sanıyordu.
Erdinç boğazını temizledi, "Pınar o, Tunç. Karın!"
Masaya bomba bırakılmış herkes patlamasını bekliyordu.
"Pınar? Değişmişsin!" Resmen çuvallamıştı. Kurtarmaya çabalıyordu. Çok komik ve aptalca bir durum vardı ortada.
Pınar önemsememiş gibi gülümsedi. Hiç değişmemişti. Ne saçı değişmişti ne estetik yaptırmıştı. Tek fark makyajında olabilirdi ama bunu söyleme gereği duymadı. Adam karısını unutmuştu! Tek gerçek buydu. Pınar bunu hiç sorun etmeyecekti. Çünkü sokakta görse o da kocasını tanımazdı.
"Haklısın, değişiklik kadınların vazgeçemediklerindendir. Nasılsın?"
"İyiyim, yarın çok daha iyi olacağım inşallah."
Aslında ikisinin son yaptıkları telefon görüşmesinden sonra oldukça medeni bir konuşma geçiyordu aralarında. Kimse iki ay önceki konuşmayı açmayınca sorun da çıkmadı.
Erdinç önce tedirgin olmuştu. Sanki bir kadınla birlikteyken kocası tarafından basılmış gibi hissetmişti. Oysa çok kısa sürede bu karı kocanın birbirini anımsamadığını görüp hepten şaşırdı. Anlaşmalı evlilik olduğunu biliyordu ama tanımayacak kadar az görüştüklerini tahmin etmemişti.
Barbaros ile Tunç da masaya oturunca onlar için de servis açıldı. Tunç 'karısının' yanına oturmuştu. Çok tuhaf bir ortam vardı. Bir süre sonra sanki dört arkadaş gibi konuşmaya başlamışlardı. Ortak konu Pınar'ın evlilikleriydi. Genç kız ilk evliliğinde katıldığı yemekleri anlatıp gülüyordu. Soruları önceden çalışmışlar, parti boyunca gaf yapmamak için çabalamışlardı. Düştükleri zor anları anımsayınca doğal olarak gülüyordu.
İkinci evliliğinde sorun yaşamamıştı. Üçüncünün ne olduğu ortadaydı zaten. Nedenlerini ise sadece Tunç sorgulamıştı. Pınar ise basit bir yanıt vermişti. "Namussuzluk yapmadan kolay para kazanıp, geleceğimi garanti altına almak!"
"Gerçekten sevdiğin biri ile evlenip yine geleceğini garanti altına alabilirdin. Gerçek bir evlilik yapabilirdin. Aşık olacağın biri çıkacaktır karşına."
Yanıt Pınar yerine Erdinç'ten geldi. "Pınar aşka inanmıyor!"
Tunç, Pınar'dan daha çok şaşırmıştı yanıta. Erdinç neden yanıtlıyordu ve nereden biliyordu? Kaşlarını çatıp baktı genç avukata. Acaba 'karısından' hoşlanıyor muydu bu adam? Lokantaya girdiklerinde gördüğü manzarayı düşünüp haklı olabileceğini anladı. Erdinç bu kadından hoşlanmıştı. İyi ama kız tam bir para avcısıydı. Az önce kendi itiraf etmişti üç evliliği de para için yapmış ve kuruşuna kadar almıştı. Hatta cebinde yarın kendisine teslim edilmek üzere imza bekleyen beş yüz bin liralık bir çek daha vardı. Gerçi evlilik sayesinde aldığı mirasın ardından yaptığı yatırımlarla parayı şimdiden yüzde on arttırmıştı. Pınar istese bu evlilikten kazandığı paranın on katını da verebilirdi ona. Gerçi iki ay kadar önce yaptıkları konuşmada daha fazla para istediğini ima etmişti. Bakalım yarın yeni bir rakam talep edecek miydi? Sinirlendiğini hissetti. "Çok normal. Böyle yaşayan birinin aşka inancı olmamalı."
"Hey, laf sokuşturup durmayın. Sonuçta henüz karşılaşmamış olmam denk gelmeyeceğim demek değil ama çıkarsız seveni bulmam zor olacak gibi."
"Nasıl çıkarsız?"
"Her 'aşk' bana göre çıkarları gizlemek için kullanılıyor. Kadın, sırtını dayayacağı uygun bir adamı buluyor. Bu maddi ya da manevi olabilir. Erkek de hayatını düzene sokacak bir kadına ihtiyaç duyuyor. Sakın bana 'zengin erkekler hayatlarını düzene sokacak kadınları yanlarında çalıştırır' falan demeyin. Zenginlerin çoğunun yanında eş diye taşıdıkları prestij için buldukları 'uygun' kişiler. Yani burada da çıkar var. Eh sonuçta çıkarsız bir ilişki bulursam peşini bırakmam. O zamana kadar bir daha kimse ile de evlenmeyeceğim. Yeterince evlilik yaşadım."
"Yeterince çıkar evliliği yaptım diyorsun yani."
"Kesinlikle öyle sevgili kocacığım. Sen son 'çıkarım' oldun."
Tunç, kadının dudaklarından dökülen 'kocacığım' kelimesi ile şaşkına dönmüştü. Ne kadar alaycı bir tını vardı o seste.
Erdinç de, Tunç kadar şaşkındı. Ne rahat söylemişti o kelimeyi. Ve daha acısı hayatında kimseyi istemediğini ikinci kez söylüyordu. Israrcı olmamalıydı. Ama bu vazgeçmesi demek değildi.
Tüm konuşmaları sessiz ve meraklı gözlerle izleyen Barbaros, genç kadını anladığını belli ediyordu. Söyledikleri çok doğruydu. Karısı ile olan ilişkilerini düşündü. Mutluydu... Ya karısı? O ne hissediyor ne bekliyordu? Bunu hiç sorgulamadığını fark etti. Ya ona istediklerini verememişse? Onu mutsuz ediyor ve bunu fark etmiyorsa? En kısa sürede konuşacaktı. Hemen bu gece...
*****
Pınar artık oteline dönmek istiyordu. Bu tuhaf ortamdan kaçmaktı asıl amacı. "Beyler, benim için güzel ve keyifli bir akşamdı ama artık otelime dönmeliyim. Yarın mahkemede buluşuruz."
"Dava ile ilgili pek konuşamadık." Erdinç biraz daha oturması için tek mazereti ileri sürdü.
"Gerek yok, yarın bitecek o dava." Sesi son derece emindi.
"Nasıl gideceksin oteline?" Tunç, merakla sormuştu. "Taksi ile." Yanıtını alınca, "Olmaz, bu saatte tek başına binme taksiye. Biz bırakırız seni." dedi.
Barbaros, "Sen bırak, beni Erdinç götürür." dediğinde program belli olmuştu bile. Pınar itiraz edemedi. Zaten etmeyi de düşünmedi. Ne yazık ki İstanbul gecelerindeki tehlikelerin farkındaydı ve kendisini Erdinç'in bırakacağını tahmin etmişti.
Pınar ayağa kalkıp eteğini şöyle bir düzeltti. Tüm bakışlar kendisine dönse de o farkında değildi. Montunu giymesine yardımcı olan Tunç'a teşekkür etti. Şapkasını başına oturttu ve gözlüğünü eline aldı. Çok şık ve seksi gözüktüğünü düşünen bakışların eşliğinde vedalaşıp kapıya yürüdü.
Vale arabayı getirene kadar sakin bir sessizlikte beklediler. Çok normalmiş gibi davranıyordu ikili... Sanki on dört aydır evli olanlar onlar değildi. Sanki yarın boşanacak olanlar onlar değildi. Sanki bir daha görüşmemek üzere ayrı dünyalara gidecek olanlar onlar değildi...
Valenin açtığı kapıdan bindi arabaya. Tunç da bahşişi verip oturmuştu yerine. Otelin adını öğrendikten sonra sakin ve sessiz arabayı kullanmaya devam etti. Yolu neredeyse yarılamışlardı. Tunç, "Çok tuhaf ama söylemem lazım. Seni tanımadım. Gerçekten tanımadım. Evlendiğim kadın bana başka gözükmüştü. Boşanacağım kadın daha başka gözüküyor."
"Üzülme. Ben de seni tanımadım."
"Söylediklerin ilginç şeyler. Gerçekten böyle mi düşünüyorsun?"
"Düşünmediğim şeyleri söylemem."
"İlginç birisin. Genç kızlar genelde aşık olmayı ve hayallerindeki erkeği bulmayı isterler. Sen ise erkekleri kullanmayı tercih ettiğini söylüyorsun."
"Buna kullanmak demeyelim. Karşılıklı çıkarların olması demek daha doğru! Senin mirasını ele geçirmeyi istemen ile benim bunu maddiyata çevirmem ne kadar yanlış? Ya da birilerine göre ne kadar doğru? Sen bu parayı alıp, birilerinin hakkını gasp ettin mi?"
"Hayır."
"Bu parayı almandan dolayı zarar gören kimse oldu mu?"
"Hayır. O para zaten benimdi üç sene erken aldım sadece."
"Paranın senden başka sahibi var mıydı?"
"Dedim ya o para benimdi. O vakıftan bana geçecek olan kısımdı. Sadece üç sene önce aldım. Aynı vakıf kardeşlerimin haklarını saklamaya devam ediyor. "
"Eh bu durumda yaptığının kime zararı var?"
"Hiç kimseye."
"Güzel. Ben de bu işin karşılığı senden bir miktar para aldım. Çünkü gerçekten başka bir şey talep etmeyeceği ve asla bu evliliği koz olarak kullanmayacağı garanti olan belki de dünya üstündeki tek hatun kişiyim. Çünkü bunu daha önce de yaptım ve onlardan da anlaşma dışında başka tek kuruş istemedim. Bu evliliklerden ve ardında yatan nedenlerden kimseye bahsetmedim. Sizlere bile kocalarımın adlarını söylemedim. Bu saatten sonra da bahsetmeyeceğim. Ayrıca kimsenin hayatında var olan sevgililere zararım dokunmadı. En fazla bir sene beklemiş olabilirler ki o da bir ilişkide çok uzun bir süre olmasa gerek. Yani ben de kimseye zarar vermedim ve bir hizmetin bedelini aldım. Ve emin olduğum bir nokta daha var. Bana teklif ettiğin rakam kazanacağının yanında çok ufak kalmıştır. Yani gerçekten daha çok talep edebileceğim biriydin ama benim gözüm tok. Merak etme ayrıca bir şey talep etmeyeceğim ve seni yarından sonra bir daha görmeyeceğim."
"Çok netsin."
"Öyle olması gerek. Ben yetiştirme yurdunda büyüdüm. Orada bir şeyi isterken duygu sömürüsü yapacağın annen ya da baban yok. Talebini iletirsin, idare uygun bulursa yerine getirir. Kimseye naz yapamaz, hayır yanıtına itiraz edemezsin. İsteklerini doğru anlatabilmen önemlidir. Açık olmak da bunun için gerekli."
"Anladım." Otele yaklaşmışlar ama konuşacakları konular bitmemiş gibiydi. Bir ara sokağa girip bulduğu boş yere park etti arabayı. Otele gittiklerinde içeri davet edileceğinden emin olmadığı için dışarıda konuşmaya devam etmeyi doğru bulmuştu.
"Neden burada durduk?"
"Konuşuyoruz işte. Hemen bırakmam gerekmiyordur herhalde? Daha saat on bir bile olmadı."
"Tahammül edebilecek misin bana?" sesinden çok yüz ifadesi ile anımsadığını anlatıyordu. Tunç da gülümseyerek "O konuşmanın başıma kakılacağını biliyordum. Ama kibar kadınlar öyle kötü anları anımsatmaz, yokmuş gibi yapar."
"Şunu çok iyi anla, ben asla kibar biri değilim. Bildiğim küfürleri söylesem saklanacak delik arar, kendini temizlemek için kırk tas su dökünürsün."
Tunç kahkaha ile gülerken Pınar ciddi ciddi bakıyordu. "Komik mi?"
"Elbette komik. Başka zaman olsa seninle iyi arkadaş olabilirdik."
"Mümkün tabi ama başka zaman olsa asla karşılaşmazdık."
"Kaş'a gelirdim belki..."
"Yine gelebilirsin... Bu karşılaşacağız demek değil. Akşam üstü açtığım dükkanımda, ki dükkan demek güç, baraka desek daha iyi... Yok o da çok kötü oldu, stand diyelim daha modern bir tanım olsun... İşte sen o standa uğramazdın. Kız arkadaşın olursa o başka tabii. Kadınlar sever yaptıklarımı. Çünkü hemen hiçbirinin ikincisini bulamayacakları tasarımlarla karşılaşıyorlar."
"Kadınlar seviyorsa burada daha çok kazanırsın. Üstelik yaz kış iş yaparsın."
"Benim yerime burada satanlar var."
"Onlar senin hakkını veremiyordur. Emek senin ama sattılar diye komisyon falan alıp kandırıyorlardır seni."
"Oyyy kıyamam. Benim için üzüldün mü sen? Üzülme üzülme. Sandığın gibi küçük işler yapmıyorum. Çalıştığım firmalar..." deyip dört ayrı firmayı sayınca Tunç şaşkınlıkla baktı. Büyük firmalardı gerçekten.
"Sözleşmelerin sağlam mı?"
"Eski eşimden boşanmamı sağlayan avukatım bir arkadaşı ile tanıştırmıştı. O iyi anlaşmalar yapmamı sağladı."
"Güzel." Dili güzel diyordu ama içinden geçenler pek güzel değildi. Bu kadının iyi işler yapmasını istiyordu. Geleceğini garanti altına alan bir parası vardı ama yaptığı iş sonuçta sanattı. Gün gelir tıkanırsa ne yer içer diye düşünmeye başlamıştı. Şu an kazanmış olduğu para birçok kişinin hayatı boyunca bir arada göremeyeceği kadar çoktu. Yine de hazıra dağ dayanmaz sözü çok doğruydu.
"Pınar, sonraki planların neler?"
"Bir gün sonra Kaş'a dönüyorum. Orada yaşamaya devam edeceğim."
"O kadar kısa vadeyi sormadım. Dördüncü evlilik yok mu?"
"Yok dedim ya. Bir daha evlenmeyeceğim."
"Hiç mi? Ya aşık olursan?"
"Olursam düşünürüm. Ama sanmam. Birisi için büyük ve derin duygular hissetmek bana göre değil."
"Kaş'ta seni bekleyen kimse yok mu?"
"Yok tabii. Ben çok sadık bir eştim."
"Ahh çok ağır geldi bu taş."
"Demek ki sen sadık değildin! Eh bu bile boşanmamız için yeterli."
"Doğru bak bunu kullanabilirsin."
"Bana bak asıl önemli konuyu atladık. Senin magazincilerden falan kaçman gerekiyor mu? İkinci kocamdan boşanırken bizi avukatların kapısından içeri almış ve mübaşir tarafından adımız okunmadan salona çağırılmıştık."
"Eski kocalarından devamlı bahsetmen mi gerekiyor? Çok sinir bozucu biliyor musun?"
Pınar şimdi kahkahalarla gülen taraftı. "Sen deli misin? Sanki gerçekten kocammışsın gibi tavır yapıyorsun. Kusura bakma ama yarın sen de eski kocam olacaksın. Tabii avukatlar yine batırmazsa. Erdinç becerikli birine benziyor. Yakışıklı da neden yargıcı cazibesi ile mest etmemiş ki?"
"Erdinç hakkında öyle mi düşünüyorsun?" Canı sıkılmıştı. Evet gerçekten canı sıkılmıştı bu duydukları ile...
"Evet, becerikliye benziyor." Pınar'ın bu huyu deli edecekti Tunç'u. Onu sormadığını bilmediğini düşünmek genç kızın zekasını küçümsemek olurdu. Yine de açıklama getirdi. "Onu sormadım. Yakışıklı mı buldun onu?"
"Değil mi? Bana göre çekici ve güzel hatları var. Yani bence yakışıklı."
"O da seni güzel bulmuş olmalı."
"Güzelim zaten. Kör değil ya."
"Ya o seninle evlenmek isterse?"
"Aaa onun da mı miras sorunu var? Ah tabi ya, şirkete ortak olacak ama evli değilse ortak yapmıyorlar... Çok romanvari oldu yine."
"Miras sorunu ya da ortaklık derdi yok. Sadece sana bakışları beğeni doluydu. Ondan sordum."
"O yüzden mi sen beni bırakacağını söyleyince yüzü asıldı. Yazık kıyamam."
"Sen bizimle dalga mı geçiyorsun?"
"Evet."
"Aman Allahım. Delisin sen. Ya o adam senden gerçekten hoşlandıysa?"
"Bu hoşlanmanın ardında ne olabilir? Çekici buldu... Seksi buldu... Daha öncekilerle üç kez evlendi diye düşündü ve yollu buldu... İki gün kalıp evine dönecek dedi ve dertsiz buldu...Gördün mü neden beni beğendi? Ve asıl önemli konu ben onu beğendim mi? Onu hayatımda istiyor muyum?"
"Tamam sustum. Fakat şunu anlamalısın, ben de evliliğe karşıyım. Hele de bu yaşta evlenmeyi çoluk çocuğa karışmayı hiç istemiyorum ama senin kadar da kabaca ifade etmiyorum bunu. Yaşım genç daha diyor geçiyorum."
"Kaç yaşın? Yirmi sekiz falan değil mi? Genç değilsin. Evlilik yaşın gelmiş geçiyor. Annen torun istiyordur."
"Sus o kısmı hiç açma. Zaten bu evlilik yüzünden altı aya yakın konuşmadı benimle. Şimdi de yeni eşler aramaya başladı."
"Süperrr. Tanışmadık ama kayınvalidemi sevecekmişim baksana. Akıllı kadın senin başını bağlamak lazım."
"Off deli kız. Hadi bırakayım seni otele. Yoksa boğup bir kanara bırakacağım."
"Sen de eğlencelisin. Hadi bırak artık ya uykum geldi zaten."
Otelin önüne geldiklerinde vale kapıyı açmak için gelirken Tunç delikanlıyı durdurdu. Kendisi açıp inmesine yardım etti. Vedalaşacakken hafifçe eğilip, "Yarın biraz daha uzun etek giyer misin? Mahkemede sorun çıkartmanı istemem."
"Çok güzel bir şortum var yanımda. Hazır yanmışım da burada herkes bembeyazken havamı atacağım."
"Anladım. Gereksiz bir uyarıydı. Ve haklısın çok güzel yanmışsın. Biz mayısta güneşi ara sıra görürken senin bu kadar bronz olman hiç hoş değil. Yargıcı kızdırmak istemeyiz değil mi?"
"Hayır istemeyiz. Merak etme. İlk kez boşanmayacağım."
"Offfff... İyi geceler. Ah şey... Nasıl geleceksin mahkemeye? Seni alması için araba yollayayım mı?"
"Erdinç alırım demişti. Bir daha konuşup netleştirmedik. Ben arar sorarım ona. Gelmeyecekse taksi ile gelirim."
"Arama. Ben yarın araba yollayacağım sana. Dokuzda hazır olursun. Ben Erdinç'i arar seni aldıracağımı söylerim."
"Ayıp..."
"Olmaz olmaz. İyi geceler." dedi ve dönüp arabasına bindi.
***********
Pınar otel odasına çıkıp bilgisayarını açtı. Bir yandan soyunurken bir yandan da valizinden gece giyeceği penye şort atletini çıkartıyordu. Banyoya girip duşu açıp suyun biraz ılınmasını beklerken bir yandan da makyajını siliyordu. Aynı anda birden çok iş yapmak eski alışkanlığıydı. Elinde makyaj temizleme mendili ile odaya dönüp bilgisayarında maillerine baktı. Önemli bir şey olmadığını görüp tekrar banyoya döndü. Çamaşırlarını da çıkartıp suyun altına girdiğinde ılık su hemen rahatlatmıştı.
Duşun altında düşünceleri bu akşamki tuhaf yemeğe yoğunlaştı. Biri kocası biri avukatı iki erkek arasında aslında bir kur yarışının içinde bulmuştu kendisini ve bundan keyifte almıştı. Aslında başka zaman olsa onlardan birinin erkek arkadaşı olmasını isteyebilirdi. En azından yanlarında konuşabiliyor, gülebiliyor ve farklı konuların arasında gezinebiliyordu. Erdinç gerçekten yakışıklı ama çok ciddi biriydi. Onu güldürene kadar geçen yarım saati düşününce çok çalışılması gereken bir karakter olduğunu kabullendi.
Tunç... Kocasıydı ama hiç tanımıyordu. Bu ilk kez çok tuhaf gelmişti. Çünkü ilk kez kocalarından biri ile herkesin 'neyin ne olduğunu bildiği' bir ortamda bir araya gelmişti. Hem sahtekarlıklarını rahatça konuşmuşlar hem de eğlenmişlerdi. Sanki tanışmaları gibiydi. Kocası da yakışıklıydı. Hatta Erdinç'ten daha yakışıklıydı. Erdinç sarı saçlı, koyu mavi gözlüydü. Tunç ise koyu kumral kumral ve yeşil gözlüydü. Yakışıklı görüntüsünün ardında maddi imkanlarının çok daha yüksek olmasının etkisi vardı. Mutlaka iyi bakımlar yapılan bir vücudu, kalitesi yüksek ürünlerle şekillenmiş saçları ve cildi bu yakışıklılıkta etkendi. Üstündeki kıyafeti alabilmek için en az iki özgün eser ortaya çıkartması gerektiğini düşündü. Üstelik işçilik ve malzemeyi düşmeden... Son düşündüğü komik gelmişti. Öyle pahalı kıyafetlere ihtiyaç duymuyordu. İstisnalar hariç elbette. Mahkeme gibi...
Banyodan çıkıp büyük ve yumuşacık havluya sarındıktan sonra odaya geçip bilgisayarın başına oturdu. İlk kocasının adını arama motoruna yazdıktan sonra çıkan haberleri kısaca taradı. Evlenmişti. Üstelik karısı hamileydi. Tarihe baktı. Bebekleri bu aralar doğmuş olmalıydı. Daha fazla araştırmaya gerek duymadı.
İkinci kocasının adını yazıp araştırdığında görsellerdeki sayı gözünü korkuttu. Yazılanları es geçip görselleri açtı ve resimlere bakmaya başladı. "Aman Allah'ım ne çok boynuzlanmışım! Bu adam her güne başka bir kadın mı bulmuş? Üstelik bulmaya da devam ediyor. Vay vay vay... Boşuna magazincilerden saklanmamış! İyi kurtarmışız, yoksa benim de resmim bunların arasında olacaktı. Üstelik elinde tutmayı başaramayan zavallı diyeceklerdi bana."
En sonunda Tunç'u araştırmaya başladı. Tunç Akçetin...
Bilgisayar oyunu kesinlikle Tunç'tan daha fazla haber olmuştu. Genelde adı vardı ama resimleri yoktu. Ailesini araştırınca bunu da yadırgamadı. Ailesi çok fazla haber olmayı sevmeyen, cemiyet haberlerinde yılda bir iki kez resim verenlerdendi. Tunç 'da onlara benziyordu.
Ailesinin resimlerine geri dönüp bireyleri incelemeye başlayınca annesinin tam bir İstanbul hanımefendisi olduğunu anladı. Babası da sanki saray soyundan geliyor gibiydi. Bir kız bir de erkek kardeşi vardı. En büyük Tunç'tu. Sevimli bir aile görüntüleri vardı. Gördüğü resimde hepsi içten ve sıcak gülümseme ile bakmıştı objektife.
Artık uykusu gelmişti.
*****
Tunç, Pınar'ı oteline bıraktıktan sonra telefonuna sesli komut ile Barbaros'u aratmıştı.
"Lokantada mısın?"
"Sizden hemen sonra kalktık. Erdinç oturmak istemedi."
"Niye?"
"Sana söylersem sorun çıkabilir."
"Niye sorun çıksın?"
"Çünkü 'karın' bizim ciddi avukatı fena çarpmış."
"Onu biliyorum. Bilmediğim ne konuştuğunuz."
"Nereden biliyorsun?"
"Kör müyüm? Adamın salyaları akıyordu."
"Abartma."
"Abartmıyorum. Önemli de değil zaten. E ne diyor? Davadan sonra kızı mı buraya getirtecek kendi mi Kaş'a gidecek?"
"Elinden geleni yapacaktır. Kendisi Kaş'a gitse ne iş yapacak? Kaç dava vardır, kaçı buna düşer? Bence kızı buraya getirmek için uğraşacaktır."
"Çıkarı ne?"
"Ne? Anlamadım!"
"Pınar'a göre tüm ilişkiler çıkarları için yapılıyor ya. Erdinç'in çıkarı ne? Pınar'ın benden alacağı parayı mı kullanmak istiyor acaba?"
"Sanmam, o öyle biri değildir."
"Yıllık kazancı nedir biliyor musun?"
"Bilmem ama az değildir. İki yüzü buluyordur en az."
"Çok değil."
"Neden soruyorsun bunları?"
"Merak ettim. Neyse başka bir şey dedi mi?"
"Hayır demedi."
"Tamam iyi geceler. Sabah görüşürüz."
Telefonu kapatıp yoluna devam etti.
*****
Barbaros telefonu kapatıp karısına döndü. "Tunç ile Erdinç kapışması izleyeceğiz sanırım."
"Neden kapışacaklar?"
"Aslında müvekkilimin sırrı ama şu kadarını bil. Tunç'un ilgi duyduğu bir kıza Erdinç de ilgi duyuyor."
"İkisi taban tabana zıttır nasıl aynı kıza takılmış onlar? Aman neyse sormadım say Tunç nasılsa iki günde terk edilir. O çocuk işine aşık. Erdinç de o ciddiliği ile kızı bayar. Sen kıza söyle ikisini de dikkate almasın."
"Söylerim. Gerçi kız da bir tuhaf. Kafamı karıştırdı."
"Yoksa sen de mi beğendin kızı?"
"Valla beğendim. Ne yalan söyleyeyim. Kız güzel ve çok da değişik fikirleri var."
"Sen gel bakayım şöyle. Anlat bana şu kızı da güzel mi değişik mi yoksa benim elimde kalacak biri mi anlayalım."
"Sen ne zamandır birilerini elinde kalacak kadar dövüyorsun?"
"Kocam o kişileri 'güzel ve değişik' diye tanımladığından beri. Neymiş değişik olan tarafı? Üç göğsü mü var"
"Amannn sen ne biçim fikirlere sahipsin be kadın. Ne demek üç göğüs? Yine bilim kurgulara daldın gittin. Güzel bir kahve yap da konuşalım biraz."
Kahveleri ile geri döndüğünde kocasının yanına oturup gülümseyen yüzü ile bakmaya başladı. "Anlat hadi neler oldu?"
"Sana bir olay anlatacağım ama isim vermeyeceğim. Sen de sormayacaksın. Tamam mı?"
"Tamam."
"Bir genç kız var. Bu kızın ailesi yok. On sekiz yaşında kız yetiştirme yurdundan ayrılmış. Neyse ki son iki yılında okula atanan bir müdür sayesinde kızlar el becerilerini geliştirmiş. Birileri de destek olmuş ve çoğu el işi yaparak para kazanmaya uğraşmış. Kimisi kurslara gitmiş muhasebe, bilgisayar, stilistlik falan öğrenmiş. Bu kız da takı tasarlamaya başlamış. Karnını ancak doyururken biri buna, ki o kişinin yetiştirme yurdundan olanları bilen biri olduğu kesin, bir teklif götürmüş. Mirasına konmak isteyen biri anlaşmalı evlilik yapmak istiyormuş."
"Ah kıza aşık mı olmuş sonra."
"Ya ya evet aşk romanı yazıyoruz burada. Sus da dinle."
"Aman sustum. Ağız tadıyla dinletmiyorsun bile."
"Bu kız sağlam bir anlaşma imzalayarak o evliliği yapmış. Bir yılın sonunda da boşanmış ama ne adamla aynı evde yaşamış ne de birlikte olmuş. İki üç kez yemeğe davete gitmiş. Boşandığında ise teklif edilen parasını almış ve İstanbul'u terk etmiş."
"E ne var bunda? Etik değil ama anlaşılmaz da değil."
"Daha bitmedi. İkinci kez benzer bir teklif gelmiş. Kızımız da yine kabul etmiş. Suya sabuna dokunmamış ama sene sonunda boşanmış ve parasını almış."
"Savcı kızı dava falan mı etti?"
"Öyle bir durum yok. Kız kimseyi zorlamıyor. Kimse kıza ters bir şey yapmıyor. Anlaşma yapılıyor ve süre sonunda hizmet bedeli ödeniyor."
"Kız paraları ne yapmış?"
"İlk evliliğinden kazandığı ile ev almış. Alt kata atölye kurmuş. Takı tasarımı yapıyor yazın da satıyormuş. Bir de altın firmaları için çizdikleri varmış. İkincisinden aldığı ile araba almış, artanı yine işine yatırmış. Laf arasında bir de yetiştiği yurda para yolladığını söyledi ama cümleye başlayınca yarım bıraktı. Sonra da ısrar etsek de tamamlamadı."
"Valla kızacaktım kıza ama kızamıyorum. Adamlar kim bilir ne paralar aldılar o evliliklerden sonra. Kız da dertsiz bir evlilik yapmalarını sağlamış. Eğer şu güzel ve düzgün kız bu ise düzgün kısmını anladım."
"Güzel güzel. İkisinin de salyaları akıyordu."
"Üçünüzün de akmış bak şurada izi kalmış." diyerek kocasının çenesine küçük bir öpücük bıraktı.
"Senden güzel olduğunu söylemedim. Şimdi gelelim olayın bam teline..."
"Gelelim bakalım... Hadi yine gönlümü aldın... Devam et."
"Bu kızımız üçüncü kez evlenmiş."
"Yok artık."
"Öyle işte. Bu işlerin de bir fısıltı gazetesi var demek ki... Birilerinin kulağına gelmiş..." O birisi kendisi oluyordu ama o kadar da açık anlatamıyordu.
"Kız yakın bir zamanda ayrılacak ve bir daha evlenmeyi düşünmüyor."
"Yeni müşteri çıkarsa evlenir."
"Son müşterisi çok para veriyor ve sanırım bu kez gerçekten kararlı."
"O zaman aşık olunca evlenir."
"Aşka inanmıyor. Tüm evliliklerin çıkar ilişkisi olduğunu söylüyor."
"Nasıl inanmıyor? Kadınlar aşka inanır."
"Onun inanmaması için üç güzel evliliği var. Çıkarla ilgili kısmında kafamı bulandırmadı dersem yalan olur."
"Nasıl karıştırdı?"
"Ona göre evliliklerin çoğunda gerçek olan tek şey karşılıklı çıkarlar. Duyguların adları arkasında saklanmış çıkarların aslında öncelikli olduğunu söylüyor. Mesela, erkekler statülerine göre yanlarında taşımaya değir bir kadını eş olarak seçebiliyor, yatakta zevk alacakları bir kadını seçebiliyor, çocuk doğurup soyunu devam ettirecek birini seçebiliyor ve daha da genellemesi var, ev işlerini yaptırıp hayatını rahat devam ettireceği bir kadını seçiyor."
"Çoğuna katılıyorum. Mantık evliliklerinin kesinlikle böyle yapıldığını biliyorum. Ama aşk da var."
"Kadınların da çıkarları varmış. Onlar da düzenli seks yapabildikleri, yeri geldiğinde maddi olarak sırtlarını dayadıkları ve kollarına takıp birilerinin gözüne soktukları bir kocaya sahip oluyorlarmış. Üstelik kadınların erkeklerden daha da çirkin bir tarafı olduğunu, sırf para için yaşlı ya da çirkin adamlarla da 'aşk' evliliği yaptıklarını söyledi."
"Yalan mı? Valla kızı görmeden sevdim. Çoğu evliliklerin ardında bunlar yatıyor."
"Yani kadınlar da erkekler de aslında çıkarları için evleniyorlar, öyle mi?"
"Öylesi de var. Ama ben hâlâ aşkın olduğuna inanıyorum. Yoksa evliliğimden şüpheye düşerim."
"Şüphelerini ne yok ediyor?"
"Mesela... Bazen şehir dışına çıkıyorsun. En fazla iki üç gün yoksun ama ben seni o kadar çok özlüyorum ki canım acıyor."
"Benim de."
"Güzel... Sana bakan bir kadının gözlerini oymak benim için suç değil normal bir davranış gibi geliyor. Laf aramızda annenden bile kıskandığım zaman oluyor."
"Kıskançlığımız da karşılıklı desene. Ofis boyu kovacaktım neredeyse. Sana nasıl bakar öyle o ***kurusu?"
"O daha on beş yaşında ve o yaşlarda bakarlar. Engel olamazsın. Ama sekreterin evli ve mutlu olmasa şimdiye çoktan çıngar çıkartmıştım."
"Aman ona dokunma o gerçekten mükemmel bir sekreter."
"Barbaros damarıma basma o nasıl bir ima..."
"Yemin ederim ima yok. O işini çok iyi bilen ve çözüm odaklı biri. Bu da benim en büyük avantajım."
"Çıkarın var yani."
"Ah evet. Ne kadar çok çıkarlarımıza göre hareket ediyormuşuz."
"Normali de bu değil mi?"
"Olabilir. Bu kadar mı? Aşka dair başka örneğin var mı?"
"Kız kardeşin ile kocası mesela... Ne kadar çok çocuk istediklerini bilmeyen yok. Üçüncü düşükten sonra doktorlar bir daha hamile kalmamasını istediler. Hayati tehlikesi olduğunu söylediler. Onlar ne yaptı? Kardeşin hamile kalmak için, kocası kalmaması için çaba gösterdi. İkisi de birbirleri için iyi olanı istedi. Sonuçta enişten galip geldi. Yoksa çok sevdiği karısını kaybetme riski vardı ve adam bunu kabullenemedi. Yakında da istedikleri bebeği alacaklar. Bir sürü annesiz babasız çocuk var."
"Sanırım aşkın en net kontrolü ölüm ile sağlanıyor. Sen konuşurken aklımdan bir an için seni kaybettiğim geçti... Sadece bir an bile bunu düşündüğümde aklımı kaçıracak gibi oldum. Gel buraya çıkarsız sevdiğim. Sakın beni terk etme."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Üç Nikah, Üç Boşanma - Tek Bölüm
RomanceHerkes bir şekilde para kazanmalı, geleceğini garanti altına almak için çabalamalı İyi ama bunun için üç kez evlenilir mi? Bir pazar klasiği, çıtır bir hikaye... yine tek bölüm... keyifli okumalar