BÜYÜK KATEDRAL KONSEYİ
Vatikan'da gerçekleşen bu büyük konsey de, gözlerim beyaz adamı arıyordu. Beyaz adamın kim olduğunu benim gibi bilmeyen bir dünya dolu insan vardı. Beyaz adam medyatik biride olabilirdi, bu kişinin kim olduğunu bilmek gerçekten de zordu. Aslına bakarsanız beyaz adamı dünya da sadece on iki kişi biliyordu. Bu Kendisiyle beraber 13 ü oluşturan, 13 tavistock örgütüydü.
Büyük konsey de kürsü kurulmuştu. Birkaç papaz ve kardinal kürsüye geçti. Yenidünya düzeninin önemini anlatıyordu. Görünen o ki, rahip Wilson'a verdiğim finans ve faaliyet raporları işe yaramıştı. Bu duruma en çok sevinen bence beyaz adamın ta kendisi olmalıydı. O aklıma gelir gelmez başımı bakışlarım yanı başımda bulunan protokol izleyicilerine çevirdim. Biri sinsice gülmeliydi. Evet, bu gülen adam beyaz adam olmalıydı, diye aklımdan geçirdim. Fakat protokoldeki herkesin sinsice gülüyor olduğunu gördüm. Dahası tüm konsey de bulunanlar da neredeyse herbirinin beyaz adam olma potansiyeli de uzak değildi. Papaz ve kardinaller söyleşideydi, bu teslim olmuş sefil rezil rüsva söyleşilerinden sonra sıra bana gelecekti. Henüz yerinden ayağa kalkmıştım ki, büyük bir alkış kopmuştu. Hatta bazıları ayağa kalkarak alkışlıyordu. Geçtiğimiz senelerde olan Lyon locasında ki, yaşananlarda bile bu denli gürültü yoktu. Alkışlamaların bitmesini bekliyordum. Ardından biter bitmez de konuşmalarıma başladım.
- Saygı değer konuklar ve saygı değer Kardinal rahip ve Papazlar' sizleri içtenlikle selamlıyor ve konuşmama başlıyorum. Yenidünya düzeninde yenidünya Vatikan'ı ile dünya tanışmalıdır. Yenidünya Vatikan'ında artık globalleşmekten çağdaşlaşmaya doğru yol almalıyız. Çağdaşlaşma çabalarını zor kullanmadan, sadece sizlerin fetvalarını göz önünde bulundurarak yapacağız. Bu eylemimizde sizlerin vaizliğinizin ne denli önemli olduğu medya tarafından olağanca Hıristiyan âlemine duyurulacaktır. Babel TV life TV gibi birçok din eksenli kanallar açılıp, hem sizlerin hem de diğer papazların vaizliğini ettiği kanallarla Hıristiyan âlemini Siyonist ve CIA eksenli bir din anlayışını sağlamanız gerekir. Böylece yapacağımız eylemlerde, Hıristiyan âleminin tam uyumu gerekmektedir. Bu yüzden sloganımızı globalleşmekten çağdaşlaşmaya çevirdik. Sanırım 10 ya da 15 yıl sonra sloganımızı tekrar yenilememiz gerekebilir. Gerekirse de bundan sonraki Sloganımızın demokrasi olması taraftarıyım. Ayrıca siz kardinal ve Papazların vaizliği İlluminati'nin kasasını doldurmalı. Yakın zamanda doğum kontrol hapı icat edilecektir. Bu ilacın keşfi olur olmaz Hıristiyan âlemini doğum kontrol hapına yönlendirebilirsiniz. Bu sayede tahminlere göre günde 250 milyon doğum kontrol hapı satılabilir. İslam âlemine doğum kontrol hapını en iyi şekilde sunmamız gerekiyor. Bunun için çok çocuk edinmenin çok yük getireceğini bilhassa İslam âlemine duyurmamız gerekiyor, bilmeniz gerekiyor ki, şu sloganla sesimizi duyurmamız lazım. Fazla çocuk fazla geçim sıkıntısıdır. Eğer iyi lanse edersek, Müslümanlar kendiliğinden bu fikri benimsemiş olacak. Böylelikle işimiz kolaylaşacak. Diğer taraftan Asya ülkelerinin büyük bölümü ne Hıristiyan nede Müslüman'dır. Fakat onların başka dinden olması da, bizler için başka bir anlam ifade etmez. Çünkü tüm dünya insanları biz İlluminati'nin dünyasında yaşıyor. Yani onlar bizim dünyamızda yaşıyorlarsa bizim telkinlerimiz doğrultusunda yaşayacaklar. Bu yüzden büyük Hollywood projesi atağa geçmesi şarttır. Bu proje subliminal (bilinçaltı) mesajlar içeren yayınlar olmalıdır. Bu sayede tüm dünya İlluminati'nin bilinçaltlarına verdiği telkinlerle yolda yürüyecek konuşacak çalışacak hatta ve hatta cinsel ilişki kuracaktır. Biz her yerdeyiz. Her şeyden haberimiz var. Ne yapsanız biz orada sizi gözetliyor olacağız. Baylar ve bayanlar biz şu saydığım şeylerle dünya halkı bizleri övmedikçe, bizler henüz bir şeyler başarmış olmamışızdır. Deccal bizimledir. Bizde Deccal'in askerleriyiz.
Vatikan'la yapmış olduğumuz bu ebedi ortaklık sayesinde siz Vatikan din adamlarının tüm özel hayatları olağanca gizli tutulacaktır. Dileyen evlenebilir. Dileyen de isteği kişi ile ilişki kurabilir.
1996 yılı ocak ayının başları...
Artık taşlar yavaş yavaş yerine oturuyordu. Sistemin tamamen oturması içinse sanırım demokrasi sloganlarını atacağımız zamanlara kadar gelmemiz lazımdı. Yenidünya düzeni aslında tam bir kültür devrimi gibiydi. Çünkü yaklaşık 10 yıl sonra hedeflediğimiz insan tipi, aldatan sapkın ve de oldukça bizim dünyamıza bağlı bireyler olmasıydı. Bu arada 1996 olması itibariyle artık cep telefonları oldukça yaygınlaşıyordu.
Halen Türkiye'deydim ve Bay öcalan ile karayılan'la görüşeli henüz bir hafta olmuştu. Kendim için Türkiye'de evraklarımı takip edebileceğim, silahlarımı saklayabileceğim ve de özel davetlilerim için bir büro açmıştım. Büro bir binanın içindeydi. Dolayısıyla büro ev görünümlüydü. Büro'da birkaç Mason Türk ağırladım. Arada uzun uzun konuşmalarda oldu. Sonra konuştuğum Türk Masonları ile yaklaşık üç gün sonra Amerika'ya gittik. Amerikan başkanı imzalı mazbatalarını alıp sonra tekrar Türkiye 'ye giden Türk masonlar, daha önce CIA tarafından yapılmış grev sendikalarının başına verildiler. CIA kurmuş olduğu Grev sendikalarının başındakileri takip edemez olmuştu. Bu yüzden kan değişimi gerekiyordu. Bunu böylelikle benim üzerimden gerçekleştirdiler. Amerika'daki, bu kısa mazbata töreninin ardından Türkiye'ye geri döndüm. Çok yoğun geçen diplomasi dolu günlerimin sonunda nihayet bir müddet dinlenebilecektim. Kendimi bir kafeterya ya attım. Sıcak bir kahve istedim. Sonra elime aldığım bilimsel bir dergiyi okumaya başladım. Bir müddet sonra yanıma bir bayan garson geldi. Bana birinin benimle görüşmek istediğini söyledi. Hafif şaşkınlık ifadesiyle ancak, o da kimmiş dedim. Bayan garson bana karşımda oturan paspal giyinişli miskin sokak adamı biri gibi duran adamı gösterdi. Onun bu halini görünce şaşkınlığım bir kat daha arttı. Sonra bayan garsona "çok istiyorsa o gelsin masama" dedim. Bayan garson adamın yanına gitti. Aynen dediklerimi tekrarladı. Adam bayan garson'dan bana tekrar haber yolladı. Bayan garson geldi. Ve şöyle dedi.
- Üzgünüm sizinle görüşmek istediği konuları, kendi masasında konuşmak istiyormuş. Açıkçası biraz sinirlendim. Böylesine paspal biri beni ayağına çağırıyordu. Üstelik kendisi benimle görüşmek istiyorken...
Bunu yapması gerçekten hiç normal değildi. Dergimi yanıma aldım. Ve adamın masasına doğru yol aldım. Masaya vardığımda elimdeki dergiyi masaya fırlattım. Sonra sertçe sandalyeyi çekip, adamın karşısına oturdum. Dergiyi tekrar elime alıp, okur gibi yapıyordum. Bu arada adama "söyle neden beni çağırdın" diye ağız ucu söylendim. O kadar sinirliydim ki, o an adamın yüzüne bile bakmıyordum. Adamın yırtık pırtık elbiseleri onu kadar fakir gösteriyor ki, insanın vicdanını sızlatan bir vaka gibiydi. Bu adamı nasıl olurda, bu kadar lüks kafeterya'ya sokuyorlar diye de düşünmüştüm. Paspal adam göz ucuyla bana bakıp, yüzüme bakmayacak mısın? Dedi. Ben istifimi bozmadan eğer beni kendi masana getirecek kadar değerli şey için beni çağırmışsan, tabi ki, bakarım. Dedim. Adam iyi madem öyle, bana bir çay ısmarlarda başlayım dedi. Dergiden kafamı aldım. Adamın gözünün içine baktım. Adamda bir ışık arıyordum. Acaba bu adam neyin nesiydi diye. Bu adam tanımadığı bir adamdan çay isteyebildiğine göre, elbette bir şeylerin vuku bulacağına işaretti, diye düşündüm. Sonra evet, bu adam beni boşuna masasına çağırmadı diye kesin yargıya varmıştım. Ama yine de Adamın ne denli önemli kişi olduğunu anlamak için ufak bir test yapmaya karar verdim. Garsonlardan birini yanıma çağırdım. Ardından yanıma gelen garsonunun kulağına, "bu adamı buradan çıkarmanızı istiyorum. Beni çok rahatsız etti. Eğer bunu yaparsanız seni ve diğer arkadaşlarınızı ihya ederim" dedim. Garson "bunu şefime söylemeliyim" dedi. Ve gitti. Kısa bir zaman sonra geldi. Yine kulağıma eğilerek şunu dedi. "üzgünüm efendim şefim dedi ki Karşınızda ki, kişi siz ve buraya gelen tüm müşterilerimizden çok daha değerlidir. Eğer memnun değilseniz hiçbir ücret ödemeden masayı terk edebilirsiniz diye de, ekledi ve bu konuda bu konuda sizi uyardı." Ben durumu artık tam şekliyle anlamıştım. Garsona iyi madem değerli kişiye ve bana bir bardak çay getirin dedim. Sonra dergiyi bir kenara bıraktım. Adamın gözü garsonla benim konuşmamdaydı. Garson gider gitmez, sinsi bir gülüş yaptı. Yüzünü ukala bir bakış kaplamıştı. Sanki ne oldu dercesine nispet yapıyordu. Bu hareketi beni biraz daha sinirlendirdi. Sonra ellerini göbeğine doğru kenetledi. Ardından son derece rahat bir tavırla şöyle dedi.
- Şimdi sağına doğru dön ve kapıda ki adama bak.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ajan Green Alves
Adventure51. bölgede yer altı şehrinde yetişen ve ilk kez 27 yaşında ancak dünyaya gözlerini açabilen, özel yetiştirilmiş bir ajanın hikayesinden, sadece kısa bir bölümünü okuyacaksınız.