Bölüm 2

48 3 1
                                    

Paspal der demez Sağıma baktım. Kapıda siyah takım elbiseli cüsseli bir adam vardı. Koruma gibi duruyordu. Belki de gizli polisti. Sonra soluna lavaboların giriş tarafına bak dedi. Oraya baktığımda'da aynı manzarayla karşı karşıyaydım. Ardından başka bir garson çayı getirmişti. Garson çayı verir vermez, bana bakarak sanki tehdit misali belindeki Türk bayraklı toplu eski tip tabancayı bana gösterdi. 2 saniye kadar bu pozisyonu aldıktan sonra gitti. Paspal adam bana derin derin bakmaya başladı. Doğrusu hiç korkmamıştım. Ama oldukça etkili biri olduğu sezmeye başlamıştım. Tabi ki, daha önce yapmış olduğum tüm ön yargılar kırılmıştı. Tek bir cümle ile sözlerime başlamıştım. Sen kimsin bilmiyorum ama korkmadım. Adam manidar bir şekilde, "istersen korkma! En azından korkusuz ölürsün" dedi. Ardından yine sinsi bir sırıtış daha yaptı. Biraz öfkelenmiştim ve iki elimi de masaya sertçe koyarak ne istiyorsun dedim ve Kafamı sağa doğru eğip, adama yan yan bakmaya başladım. Onun ne kadar aşağı seviyede olduğunu yapmış olduğum beden dili ile adeta bunu anlatıyordum. Tam sen kimsin de, beni tehdit ediyorsun diyecektim ki, dışarıdan bir gürültülü koptu ve arkamı döndüğümde hızla kafeterya'ya dan içeri giren, üç takım elbiseli adam gördüm. İkimizin olduğu masaya doğru hızla yaklaşıyorlardı. Gelenlerden ortada ki adam şefleri olmalıydı. Diğer iki kişi sağa sola bakarak onu koruduğunu ima ediyor gibilerdi. Tedbir almam gerektiğini hissettim. Kendimi herhangi bir kargaşaya hazır tutuyordum. Üç kişinin ortasında ki, bıyıkları sarkık siyah takım elbiseli adam tam da tahmin ettiğim gibiydi. Sandalyeyi hızla çekerek paspal adamın yanına oturdu. Ben iyice gerilmiştim. Kollarımı geriye doğru atıp, kendimi kasıyordum. Diğer iki kişi ayakta duruyorlardır. Şef paspal adama takma ismini söyledi. Paspal adamın takma ismi yeşil'di. Şef beni işaret ederek "Bu mu Green dedikleri? Yeşil" dedi.

Yeşil şefin takma ismini kullanarak cevap verdi. "Evet, Reis Green dedikleri bu adam." Reis hafif gülümsedi ve şöyle dedi. "Hani ismi Türkçe olsa adaşmışsınız diyecektim. Lakin o gâvur biz Türk'üz değil mi? Yeşil"

Yeşil başını sallayarak " Evet Reis hem de gâvur oğlu gavur dedi." Yeşil bu zamana kadar Türkiye'de neler yaptığımın raporlarını önüme fırlattı. Göz gezdirdiğimde, daha 2 gün önce Amerika'da mazbatasını verdiğimiz kişilerin adları bile vardı. Dahası PKK liderleri ile görüşmelerim de raporların içindeydi. Çok şaşırdım. Ama bunu dışıma yansıtmamıştım. Reis sert bir şekilde yumruğunu masaya vurdu. Ardından hafif sesini yükselterek, şöyle dedi.

- Ne istiyorsunuz? Anadolu'dan

Akabinde yeşil beni göstererek dalga geçercesine şöyle dedi.

- He Reis şu adama bak. Birde ajan olacak. Kendini kamufle etmemiş. Ben deşifre olmayım diye, paspal giyiniyorum. bu adam da deşifre olmak için çok iyi giyinmiş. Bence CIA bu işi iyi yapamıyor Reis...

Ardından Reis sorusunu tekrarladı. Daha sonra Reis bana sesini yükselterek şöyle dedi.

- Bana bak! Green sana sadece üç gün veriyorum. Bu üç gün içinde, bu toprakları terk edeceksin.

Onları masa başında halt etmeliydim. O an sadece bu duruma odaklanıyordum. Bir an söze girip, onları masamdan uzaklaştıracak bir şeyler söylemeliydim. Söyledikleri onları kesinlikle korkutmalıydı. Ve benden kesinlikle korkmalı hatta onları, o an masadan uzaklaştırmalıydım. Aksi takdirde işim zor gibi görünüyordu. Ellerimi bağladım. Kendimi arkaya atarak rahat bir hal aldım. Reis'e baktım ve sözlerime başladım.

- Sıfır sorun projesi nedir biliyor musun?

(2000 li dönemlerde, dönemin Başbakanı Bülent Ecevit'in dilinden düşürmediği sıfır sorun sözü aslında bir projeydi.)

Yeşil araya girdi ve şöyle dedi.

- Ne diyorsun? Lan sen düdük...

Beklemediğim bir tepkiydi. Bu kabalaşmanın manası nedir onu da çözememiştim. Reis öfkeli yeşil'i eliyle hafif geri iterek "dur hele bi dur. Mahmut anlatsın, neymiş şu sıfır sorun" dedi.

Tekrar Reis'e yönelerek konuşmama devam ettim. Bu arada Yeşil'in gerçek adını Reis'in Mahmut demesiyle öğrenmiştim.

- Bu projenin ilk ayağı sizlersiniz. İlk önce sizleri kaldıracaklar. Sonra adınız kahraman yerine terörist olacak. Daha sonra PKK işini vurma kırmaktan çok ticarete verecek. Dolayısıyla kendini büyütmeyi hedefleyecek. Bu politikaları birkaç yıl sürecek. Sonra çok güçlü oldukları vakit hem siyaseten hem de silahlarla saldıracaklar.

Bu projenin adını siz ikiniz öldükten sonra koyacaklar. Yine söylüyorum. Projenin adı sıfır sorun projesidir. Yeşil ve Reis birbirlerine bakıp duruyorlardı. Söylediklerimin şaşkınlığı içindelerdi. Sanırım pek inandırıcı da olmamıştı. Bunun böyle olduğunu yüz ifadelerinden anlayabiliyordum. Gerçekteyse böyle bir proje yoktu. Tamamen o an uyarladığım bir plandı. Ama sonra kesinlikle bu projenin üzerinde durmam gerekliydi. Çünkü Türkiye'ye hâkim olmamız için bu tür adamlar Türkiye'den kaldırılması lazımdı. Halen Türkiye için ne denli önemli kişiler olduğunu bilmiyordum. Ama kesin bir yargıya varmıştım. O da Türkiye lehine çalışan istihbarat militanlarıydı. Nasıl olurda Siyonist ler MİT deki bu adamları barındı diye düşünmüştüm. Çünkü neredeyse MİT'in eleman kontejyanın tamamı masonların elindeydi. Sıfır sorun projesini dile getirmem aslında bir nevi akıl oyunları teorisiydi. Fakat Türkler gerçekçilikten asla taviz vermeyecek gibiydi. Yeşil Reis'e o an beni gösterip, şöyle diyordu.

- Reis bu adam tırı vırı'' korkudan böyle saçmalıyor. Lan bana bak bana! Şu gördüğün dalyanlar burada seni alıp, evire çevire döver. İşkenceyle öldürür de Yankilerin (Amerikalıların) haberi olmaz. Akıllı ol! Oğlum. Ve buradan defol git sana son uyarım.

Reis söze girdi ve şöyle dedi.

- Green aklıma ne geldi biliyor musun? Sen şimdi tıpkı bizler kadar düzgün Türkçe konuşuyorsun ya! Şimdi seni alacağız. Korkma öldürmeyeceğiz. Gideceğimiz yerde seni sandalyeye bağlayacağız. Biraz misafirimiz olacaksın. O zaman zarfında bize sıfır sorun projesini anlatırken bizlerden gizlediğiniz tarihimizi bana bir bir anlatacaksın. Yalan tarih sende kalsın. Gerçek tarihi bize verin. Buda senden bize bir iyilik olsun. Beni bir tebessüm aldı ve Reis'e anında bir cevap verdim.

- Tabi ki Reis, sizin zeki biri olduğunuzu en başından anlamıştım. Fakat halen isminizi bağışlamadınız.

- Adım Abdullah, bu kadar sohbet yeter. Şimdi bizimle geliyorsun.

- Ben hiçbir yere gitmiyorum.

Yeşil ayağa fırlayarak ellerini boğazıma atarak "Ne demek ulan bizimle gelmiyorsun?" derken Ben boğazıma yaklaşan ellerini aniden kendime çekerek ayağa kalktım ve boğazını kolumla sıkıca sıkıştırdım. O an sol kolumda ki altın kaplamalı saatime gözüm çarptı ve saatimle bir onlara bir oyun oynayabilirim, diye düşündüm. O an sırası gelmişti. Yeşil'in boynunu iyice kavramıştım. Hepsi silahlarını çıkarıp, üzerime tuttular. Bense Reis'e yönelerek şöyle dedim.

- Belki de bir CIA ajanının dev cüsseli bir adamı bile bir hamle de öldürdüklerini sizlere öğretmişlerdir.

Daha sonra saatimin üzerindeki özel bir tuşu göstererek devam ediyordum. Kafeteryada ki bir kaç müşteri vardı ve bu olayı korkulu gözlerle izliyorlardı. Ve tabi ki bazıları kafeteryayı terk etmişti. bu arada Reis dur sakin ol! Diye telkinlerde bulunuyordu.

- Bu saatte gördüğünüz bu tuş, CIA gizli polislerin buraya damlaması için uydurulan acil butonudur. Şimdi sana soruyorum. Reis bu kafeteryanın arkasında hangi bina var?

Reis biraz düşündü. Sonra korumalarına bakıp, silahlarını indirmelerini söyledi. Tekrar bana dönerek Amerikan konsolosluğu dedi.

- Şimdi şunu iyi bil ki, ben bu tuşa basar basmaz, burayı abluka altına alacaklardır. Sizlerin karşı gelenleri öldürülecek. Karşı gelmeyenleri de hapse atılıp, medya tarafından vatan haini olarak ilan edileceksiniz. Daha önemlisi şu boynuna sarıldığım paspal adamdan olacaksınız. Elimi yavaş yavaş saatin tuşuna doğru götürüyordum. Reis dur, tamam Yeşil'i bırak ve ne istediğini söyle dedi. Ben yavaş yavaş Yeşil'i bırakırken, bir kaç koruma silahına davrandığını gördüm. Aynı zamanda Reis'te bu hareketliliği görmüştü ve adamlarını sert bir dille uyardı. - -

- Size durun dedim...

Ajan Green AlvesHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin