Başlamak, bütünün yarısıdır ~

74 7 5
                                    

Sallanıyordu.. Tüm şehri eteklerine serpiştiren, yıllardır şiirle yeşerttiği o tepede sallanıyordu. Bir salıncak vardı o tepede şiirsizin gözünde kuru dallar, şiir bilenlerin gözünde salkım söğüt ..

Her gün akşam üzeri o tepeye çıkar, sallanırdi. Sallanırdı sanki şehrin içine girip bütün insanlara şiir üflerdi. O çıkınca tepeye sanki şehrin sokakları şiir kokardı. Cayır cayır şiir yanardı meydanların kalbinde ...

Zayıfca bir yüz, beyaz bir ten, siyah saç, iki çift kara göz , ortadan hallice bir boy, yüreği mavi gözlü devi barında bilecek kadar büyük olan bir kızdı. Henüz on sekizine yeni gün almış , doğum günü dileği duvarları şiirlerle kaplı, odaları kitap dolu bir evdi. Gözleri iriydi sanki insanı içine çekip hapsedebilecekti. Bakışları yüreği gibi tertemiz, yüreğinde kir pas biriktirmeyen sevgi dolu bir genç kızdı.

Büyük babası koydu adını. Büyük babası izmirin denize çıkan sokaklarının birinde küçük bir sahaftı . Kitap tozlarının onu gençleştirdiğine inanirdı. Bu yüzden dükkanından hiç çıkmaz kitaplariyla haşir neşir olurdu. Kitapları göz bebegiydi özellikle şiir kitaplari. Şairlerle konuşurdu onlar yaşıyormuş gibi onlara verilen değerleri anlatırdı. Mesela derdi " ah be özdemir zaman kötüleşti iyiki de görmedin bu yılları görseydin tutamazdın kendini bagırırdın bunlara, okumuyorlar azizim okumuyorlar okumayı bırak kitap kokusunu bilmiyorlar bile.. " ahı vardı büyük babanın sahi adı asaftı. Ahı vardı asaf dedenin torunum olursa bir gün getireceğim bu dükkana büyüsün kitapların arasında çeksin bu kokuyu cigerlerine solusun bu havayı. Ha adı da şiraze olsun. Kitabın iskeleti olsun düz tutsun kitabın yapraklarını. Gel zaman git zaman bir eylül ayında, sonbahara ilk adımların atıldığı, artık hafif rüzgarların estiği, gece yurüyüşlerin azaldığı bir günde saat altı sularında dünyaya gözünü açtı şiraze hanım. Şiir ayına denk geldi minik bebek. En güzel şiirlerin yazıldığı, duyguların teslim olduğu, her şairin bir parçasının olduğu aya eylül ayına.. Minik kızın kulağına dedesi üfledi adını " şiraze şiraze şiraze. Adın gibi ol, pürü pak yaşa güzel torunum " diyerek tamamladı bu merasimide. El bebek gül bebek büyüdü şiraze ee ne de olsa ilk göz ağrı. Şirazenin babası tek çocukmuş. Annesinin bir kız kardeşi var ama evlenmemiş. Yani koca ailenin göz bebeği..

Altı yaşında şiraze. Oyuncaklarıyla oynarken bir gün dedesi bir hışımla kolundan tutup dükkanına götürdü. Oturttu kitapların üzerine " hadi bakalım oyna bunlarla öyle oyuncakla moyuncakla büyünmez. Kitapla büyü ki boşa yaşamayasın bu dünyayı. " yüksek sesle, iri gözlerini dahada açarak parmağı havada bir bir saymış bunları. Dedesi gibi iri iri gözleri olan şiraze pür dikkat dinlemiş. O heybetli adamı dinlememek ne mümkün.

Şiraze büyüyor. Büyüdükçe çıkıyor güzelliği ortaya. Kimse gözünü alamıyor ondan. Zarif tavırları, olgun hareketleri, konuşurken sanki ağzından kelimeler tek tek çıkıyor sesini duyan onu dinlemek istiyor. Dedesinin eseri şiraze. Kitapların, şiirlerin dokunusuyla bambaşka biri olan şiraze.. el emeği göz nuru şiraze ..

Şiraze 7 yaşında özdemir asafı tanıdı ki dedesi özdemir asafla " bak özdemir içi dışı bir, gencecik bir kız. Daha 7 yaşında saf temiz. Tanırsın zaten dolanır buralarda bir yıldır. Az senin kitaplarını kucak dolusu raflara yerleştirmedi. Neyse diyeceğim o ki eti senin kemiği benim.. " diye tanıştırdı torununu. Adını söylemedi özdemir'e şayet söyleseydi özdemir yanardı, tutuşurdu adına şiirler yazmak için. Şayet söyleydi adının şiraze olduğunu gerek yok zaten şiir gibi derdi eğitmezdi şirazeyi.

Şiraze dedesinin bu hallerine alışamamıstı bir türlü. Her gün saat 5 civarı gün batarken dükkanın içine loş ama bir o kadar da insana huzur veren ışık dolardı,camın önüne dikerdi şirazeyi kısık seste bir şarkı açardı. Durmadan şiir mırıldanırdı. Derdi ki " bu vakit üstad vaktidir. Yanımda bütün üstadlar.Şiir mırıldanmazsan gönül koyarlar sana " şiraze biraz utangac, biraz ürkek dede ben bilmem ki şiir daha okumayı bilmiyorum dedigi anda başlar dedesi yüksek sesle;
"Aranır bir insan bir insanı
Arar bir insanı bir insan
Söylenemiyor çok şey
Susmadan.. "
Şiirini okumaya o okudukça sanki şirazenin aklına,yüreğine, hayatına işliyordu. Böylelikle şirazenin 7 yaşında ezberine aldığı ilk şiir özdemir asaf'ın susmak şiiri oldu. Daha sonra efkarlanıyordu asaf dede. Uzaklara dalıyor. Özlem duyduğu bir şeyler, yanında olmasını istedikleri vardı. Sonra elini uzatırdı güneşe doğru rafların üzerine eli sanki koskoca bir elmiş gibi gölge düşerdi, parmaklarının arasından güneş ışınları ahenkle geçerdi. Ne muazzam görüntüydü. Bu olanları şiraze hiç kıpırdamadan izlerdi. Bi ara dedesi hadi git rafları düzelt şiraze derdi. Şiraze büyülenmiş bir şekilde sanki yürümeyi unutmuş, dili tutulmuş bir edayla yavaş hareketlerle arkaya giderdi. Oradan dedesini izlerdi ama çok uzun sürmezdi şirazenin etkilenmesi uçup giderdi karışırdı güneşin loş ışınlarına onca olan, onca söylenen kelimeler.. Kitapların arkasında, kuytu köşeye saklanan bir oyuncak bebek çıkardı meydana şiraze hanım dünyayla bütün bağlarını koparmış gibi onunla oynar, rafların üzerinde gezdirir, kitaplardan ona arabalar yapar vakit geçirirdi. Arada dedesine göz atmayı ihmal etmezdi ee ne de olsa asaf dede oyuncakların içinden çekip almıştı her an o heybetli sesiyle bağırıp iri gözlerini açıp ona kızabilirdi. Saat yediye vurmuştu, dükkanı kapatıyordu asaf dede şiraze yanında denize dalmış bugun yaşadıklarını sindirmeye çalışıyordu. "Ee siraze hanım çalıştın bugün ne istersin benden söyle hadi" dedigi anda şirazenin gözleri parladı o beğendigi peluş ayıcığı hakettiğini düşündü , dedesi alabilirdi bunu asaf dede devam etti " oyuncak istemek yok ama külahları degişiriz yoksa" şiraze şeker olabilir diye titrek sesle konuştu. İzmirin o deniz kokan sokaklarında yavaş yavaş evlerine doğru gidiyorlardı. Evleri iki katlı, bahçesinde erguvanlar ekili, sevgi dolu bir evdi. Etrafı yemyeşil ağaçlarla çevrili, ilk başta küflü rengini andıran kahverengi ağır çiçek motifli kapısı olan sevgi dolu bir evdi. Kapının hemen yanında küçük ama okunaklı yazıyla yazılmış tabela da " Bu eve girerken bütün sinirini, öfkeni, şiddetini, içindeki kötülüklerini,üzüntünü, kederini durup bu yazıyı okuduğun yerde bırak. Silkelen kendine gel. Yüreğindeki iyilikleri, tebessümleri giyin öyle içeri gir" yazıyordu. Her gün bu yazıyı okuyordu ama ne anlatmak istediğini, neden yazılıma gereği duyulduğunu bilmiyordu anlam veremiyordu. Şiraze bunları düşünürken çekiştirildigini hissetti. Bütün düşünce balonları tuzla buz oldu düşünceler yerine nefis kokuların geldiği mutfağa odaklandı. Menude kırmızı mercimek çorbası, imam bayıldı, brokoli salatası ve şekerpare. Anlaşılan şiraze hanım brokoli salatası ve şekerpareyle günü sonlandıracaktı bugün. Patlıcan ve mercimekle pek arası yoktu pek güzel anılarıda yoktu kendileriyle. Diş çıkarmaya başladığı vakitlerde annesi plastiklerin sağlıksız olduğunu düşünerek eline bir parça patlıcan vermiş her dişi kaşındığında eline patlıcan tutuşturulunca tadı hoş kalmamış nazlı şirazenin damağında. Şirazenin annesi yani vehime hanım mesleği bankacı olmasına rağmen her konuda bilgi sahibi olan, ciddi anlamda kendisini ailesine adamış bir istanbul hanım efendisidir. İstanbulda dogup büyümüş eğitimini orada tamamlamış daha sonra izmire tatile geldiği sırada cemal beyle tanışıp izdivaç yapmaya karar vermişlerdir o gün bu gündür izmire kök salmış bir kadındır. Sağlığa, temizliğe, dürüstlüğü önem verir aynı zamanda. Tek göz ağrı şirazesinin üzerine titrer. " amman şirazem dişlerini fırçalamayı unutma, amman yavrum saçlarını tara, amman kızım temiz elbiselerini giy, amman şirazem yalan kalbine değmesin.. " şiraze bu uyarıların bazılarını aksatsa da tek bir uyarıyı eksiksiz hayatı boyunca uygulayacağı için kendine söz verdi taa ki gerçek hayatın onu içine cekmeye başlamasına kadar.



Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Sep 09, 2015 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

ŞİRAZEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin