2. Bölüm

114 8 1
                                    

ELİS'DEN
Karanlığın içinde dolaşıp durdum. Hava karardıkça -kolumun bile zor sığacağı- 2 tane penceresi olan kocaman oda da kararmaya başlıyordu. Büyük bir pencere, kapı veya bizi buradan çıkarabilecek bir yer bulmaya çalıştım. Ama yoktu. En azından bir fener bulabilirim diye ümitlenerek dolaplara bakıyordum. O sırada Ege bana seslendi. Yanımdaki duvara dokunarak ona doğru ilerlemeye çalıştım. Sese doğru giderken biraz hızlı davranmış olmam gerek ki masaya çarptım.
"Ahh!"
"İyi misin?"
"Ne demezsin? Harikayım."
Sonunda yanına gidebildim.
"Ne oldu?"
"Bunu tamir edebilir misin?"
"Şarteli ışıksız tamir edemem. Ama az da olsa bir ışık bulabilirsen evet, sanırım yapabilirim." Ege benden uzaklaştıkça gölgeye benziyordu. Sadece bir karaltı gibi görünüyor ve beni korkutuyordu. Karanlığa alışan gözlerim bir anda parıldadı. Işıktan gözlerimi açamıyordum.
"Kapat şunu!"
"Peki. Kapattım."
"Neden kapatıyorsun? Bir sürü işimiz var, aç." "Korktuğun zaman gerçekten aptallaşıyorsun." "Ben korkmuyorum."
Korkuyordum. Her ne kadar bunu belli etmek istemesem de burada kapalı kalmaktan en çok da peşimizde bize zarar verebilecek biri olmasından korkuyordum. Derin bir nefes aldım.
"Işığı şaltere doğru tutabilir misin?"
Işık açılınca hayal kırıklığına uğradım. O kadar parçalanmıştı ki tamir etmek benim gibi biri için imkansızdı.
"Çok üzgünüm ama tamir edilemeyecek kadar berbat durumda."
"Anlıyorum. Senin elinde olan bir şey değil sıkma canını."
"Peki buradan nasıl çıkacağız?"
"Bilmiyorum. Pencereye sığamaz mıyız?" "İstersen deneyebilirsin ama bırak seni, bir kedinin bile oraya girebileceğini sanmıyorum." "O pencereden bahsetmiyorum. Karşıdaki kapıyı açabilirsek laboratuvarda zor da olsa girebileceğimiz bir pencere var."
"Hadi o zaman ne duruyoruz?"
Kilitli kapıyı açabilmek için bir anahtar veya bir kart aramaya başladım. İçerisi düzenli olmasına rağmen küçük bir anahtarı aramak, samanlıkta iğne aramaya benziyordu. Ege benden daha mantıklı bir arayış içerisindeydi. Sert bir şeyler arıyordu. Tahta kapıyı kırabiliriz sonuçta.
"İşte burada. Ege ben buldum."
"Ne buldun?"
"Demir bir sopa işimize yarar mı?"
"Kapı sandığımız kadar eskiyse tahta çürümüş demektir. O zaman kırabiliriz. Ama eğer sağlamsa bilemiyorum."
Sert bir darbeyle kapıya vurdu.
"Evet kapı göçtü işe yarıyor. Devam et."
Birkaç kere daha sert bir şekilde kapıya vurdu ve kapının ortasında büyük bir göçük oluştu. "Kartla açmaya çalışsaydık açamazdık." "Neden?" Şu gördüğün çürük tahta kapıda 3 tane kilit var." "Yani ben boşuna kart aramışım öyle mi?"
"Aynen öyle. Neyse bir an önce çıkalım buradan. Sopayı almayı unutma."
Kapının üzerindeki boşluktan geçerken elimi çizdim.
"Ahh yine mi? Buradan sakat bir şekilde çıkacağım sanırım."
"Mızmızlanmayı bırak da şuraya bak!" Kafamı kaldırdığım an çığlık attım.
"Bu, bu da ne?"
Ortalık kan gölüne dönmüştü. Bir kaç tane ceset masanın üzerinde duruyordu. Geriye doğru birkaç adım attım.
"Hadi Ege, ben içeride karanlıkta durmaya razıyım. Yeter ki çıkalım bu odadan."
"Nereye çocuklar? Ben koleksiyonuma sizi de eklemeyi çok isterim."
Çığlık atarak kapıdan geçtim. Biri yere düştü. "Ege?"
Kapıdan içeriye doğru baktım. Elindeki demirle adamın kafasına vurmuş olmalı ki yerde yatıyordu.
"Ege acele et deli adam uyanmadan hava kanalından geçebiliriz."
"Delirdin mi sen içeride hava çok sıcak geçerken sıcaktan bayılabilirsin." "Klostrofobi'nin ne yeri ne de zamanı. Içeriye girmemek için bahane bulma aç şu kapağı adam uyanacak!"
"Sen kaşındın. Hadi atla."
İçeriye girdim. Sadece sürünerek ilerleyebiliyordum. Arkamdan Ege de geldi. İçerisi git gide sıcaklaşıyordu.
"Ege sen iyi misin?"
"Beni bu yere soktuğun için pek iyi sayılmam." Başka çarem yoktu.
"Ama haklıymışsın burası gerçekten çok sıcak olmaya başladı."
"Karşıdaki kapağı aç atlayalım şuradan." Kapağı kaldırdım ve aşşağıya atladım. Arkamdan Ege de atladı.
"Neredeyiz?"
"Kontrol binasının başka bir odasında. Ama buradaki kapı kilitli değil hadi çıkalım şuradan artık."

Uzay'ın RengiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin