Soğuk rüzgarın etkisinde titreyen bedenimi unutmuş, kafamı ona çevirmiştim. Bana bir şeyler söylüyordu fakat ben kelimelerden çok yüzüme çarpan nefesine yoğunlaşmıştım. Soğuk rüzgara karşı koyuyordu sanki, ne kadar az olsada havaya göre sıcaktı. Boğazımı yırtarcasına bağırmak istiyordum, fakat yutkunamıyordum bile. Onun aksine benim nefesim soğuk ve titrekti. Onun aksine benim bedenim savaşmayı değil ateşkesi kabul etmişti. Oysa beynimin hala bir şeylerle boğuşuyor olduğunu adım gibi biliyordum. Gözlerimi kırpıştırıp bu derin boşluğa beni şaşırttan soruyu yöneltmek istesemde kendime sormaktan ileri gidememiştim. Sahi, benim adım neydi?
Kim olduğumu hatırlamıyordum. Nereden gelip nereye gittiğimi hatırlamıyordum. Bulanıklık dışında hiçbir şey göremiyordum. Gözlerimi kapattığımda ağzımdaki metalimsi tadı yoğun hissettmiştim. Kaç gündür aç, susuzdum onu da bilmiyordum. Neden beynim uyuşuktu bilmiyordum, neden burası kan kokuyor bilmiyordum, şuan bu sıcak nefesin hangi sebeple bu kadar şiddetli yüzüme çarptığı bilmiyordum. Ne anlatmaya çalışıyorsa da algılayamayacak kadar bitmiştim. Bir ara vücuduma iki güçlü elin yapışıp beni sarsmaya başladığını fark etsemde gözlerimi açmamıştım. Hoş, açsam da karanlıktı ya.
"Özgürlüğün geldiği gün, buradan güneşi selamlayarak çıkacağız! Duydun mu?! Pes etme zamanı değil!"
Sahi, özgürlük gelir miydi?
Güneş bizim selamımızı bekler miydi?
Dudaklarımı aralayıp ciğerlerime kuru kan kokusunun gitmesine aldırmadan beynimin odalarında çalan şarkıyı mırıldanmaya başladım."Kar kaplanmış, solmuş güller görende. Sarılıp dallarını öpesim gelir."
Bu mısralar ağzımdan çıkıp özgürlüğe eriştiğinde önce sarsıntı sonra sıcaklık kesildi. Söyledikçe ruhumuda bir güvercinin kanadına teslim edip sözlerin gittiği yere gönderiyordum.
"Sanki gökten kar yerine kan yağıyor. Kar altında üşümüş bir çocuk ağlıyor. Yaşlı gözleriyle bana bakıyor, akan gözyaşını içesim gelir."
Sıcak nefesin sahibi kendini hıçkırıkların eline teslim etmişti. Aslında bende ağlıyordum fakat sesimi çıkarmadan. Belki de ağlama isteğimi bu şarkıya doldurup sözlerle birlikte gönderiyordum. Metalimsi tat ve kan kokusu şimdi daha da yoğundu.
"İşte böyle karanlıklar çökende, devriyeler adım adım gezende. Yar uykuda ben yine penceremde doğacak güneşi göresim gelir."
Beynimin uyuşukluğu geçtikçe bir şeyler hatırlamaya başlasamda canımı yakacaklarını bildiğimden geri tepme telaşındaydım. Sadece bir kaç inleme ve hıçkırık sesi duyuyordum. Arada hıçkırıklarını kesip bir şeyler mırıldansada algılayamıyordum. Bu sesin her zaman duyduğum bir ses olmasını anlamamın sevinciyle gözlerimi açma isteğiyle dolmuştum. Gözlerimi açmadan bile olsa sese sarılmak istiyordum. Bu soğuk yerde tanıdık tek şey oydu.
Ayakta nasıl durabiliyordum bunu bile bilmememe rağmen birden bastıran yorgunlukla gözlerimi açtım ve yavaş hareketlerle düz soğuk zemine oturup dizilerimi karnıma çektim. Ayaklarım çıplaktı, bezden kıyafetler yer yer yırtık ve kanlıydı.Başım dizlerime dayalı bir şekilde etrafı dinlemeye başladım. Karşımdaki ses hıçkırıklarını iç çekişlere bırakmıştı. Bu ağlayış güçlü olduğunun ispatından başka bir şey değildi bana göre.
Başımı kaldırıp tanıdık simayla karşı karşıya geldiğimde hıçkırma isteği bu seferde beni bulmuştu. Göz altları mor halkalarla çevrili, yüzünün bazı bölgeleri kurumuş kan veya yeni açılmış yaralarla dolu olan, kardeşim.
Şehir kadar kalabalık yalnızlıklarımızda, birbirimizin hayatına koca bir şehir olduğumuz kardeşim.
Soyadlarımız ayrı olmasına rağmen, birbirimizin sofrasına aile olarak oturduğumuz kardeşim.