Kendime geldiğimde hava henüz aydınlanıyordu. Yüzüme vuran sabah soğuğu, kendime gelme sürecini hızlandırdı. İlk önce gözlerimi yavaş yavaş araladım. Ardından irkilerek bir anda doğruldum ve ayağa kalktım. Akciğerim hâlâ acıyordu. Kanımdaki karbon dioksit oranı yükselmiş olduğu için baş dönmesi, halüsinasyon ya da odaklanamamam olasıydı. Etrafıma göz gezdirdim. 5 itfaiye aracı duman çıkan siyah yıkıntının etrafında duruyor sağlık ekipleri ve bir de polis aracı da kombinasyonu tamamlıyordu. Miting alanını aratmayan bu karede bir şey eksikti. Gözlerimi açtığım, sevgiyi şefkati öğrendiğim o güzel ev, yuvam yerinde yoktu. Bakıyordum; hem de dikkatlice! Ama bulamıyordum evimi. Evimi bulamıyordum! Onun yerine yıkık dökük bir enkaz, enkaz ki o cılız siyah dumanlarını semaya üflemeye çekinmiyor. Etrafına anılarımızdan oluşan eşyaların yayıldığı bir enkaz. İki siyah torbayı taşıyan dört görevlinin çıktığı virane yer... Olamaz! Dilim tutuluyor söyleyemiyorum kendime onların gittiğini. Havlayamıyorum hatta! Bebek ne yapacak şimdi bir başına? Kim üstüne titreyecek, kim ilk adımlarını atarken elinde tutacak onun? Bebek! Etrafta koşuşturup onu arıyorum. Kokluyorum, dinliyorum ama yok! Nerede o? Lütfen söyleyin! Kimsesi yok onun, yalnız o... Daha da yalnız bırakayım demeyin sakın! Söyleyin nerede? Başımı yere eğmiş etrafta sızlanarak dolaşırken patlamanın etkisiyle saçılmış eşyaların arasında kapağı kırılmış eğri büğrü bir kasa görüyorum. Kenarı yanmış bir fotoğraf karesi sarkıyor dışarı. Yakınına geldiğimde, içinde baba anne bebek ve ben olan bir fotoğraf olduğunu görüyorum... Baba en değerli varlıklarını koymuş bu kasaya hakikaten. Dişlerimin arasına alıp, evimiz gidince bahçemizde yalnız kalmış ağacın kavuğuna sokuşturuyorum resmi. Neden bilmiyorum. Köpekler yas tutmaz ki! Köpekler fotoğraf saklamaz... Korkmalı mıyım bu köpek dışı davranışlarımdan? Ya da köpek görünüşümden? Şu an bunları düşünmemeliyim. Bebeği bulmalıyım.