Bugün ummadığım anda bir mesaj geldi sabah çok mutlu uyandım demeyi isterdim, ama öyle olmadı. Sabah oldu uyandık uyanmasına da niye uyandık ki biz ya ? Annem klasik pazar sabahlarında yaptığı gibi 'Roza ; kalk artık hadi kızım saat 11:00 oldu' dedi. Ama biliyorum ki saat aslında 11 değil 10 du. Ah bu anneler.. Sabah uyandırılmak sinir bozucu, heleki bir pazar sabahı. İçim cız etti bak yine. Pazar dediğin bol uyumalı,yemeli,içmeli,yatmalı bir gün değilmidir yahu ? Benim neden temizlik-yemek koalisyonundan oluşuyor onu anlamıyorum. Neyse konumuz bu değil,miss gibi kokan ekmek kızartmasının kokusu.. Aman tanrım işte belki de en güzel yanı buydu. Pazar günleri yaptığım kahaltının tadı hiç bişey de yoktu. Anneme hep hasret kalırdım bir tek akşamları birde pazarları görebiliyordum. Kahvaltı fastı bitti,bi baktım telefonum çalıyor.
Arayan : Selin
-Alo,efendim selincim ?
-Naber canım, napıyorsun ?
- Kahvaltı canım,sen?
- Yatıyorum bende hala camış gibii, ya bu akşam Mert (selinin erkek arkadaşı) sen,ben, bide mertin arkadaşları dışarı çıkalım. Ne dersin?
Temizlikten yırtmam için resmen Allah gönderdi be kızım seni dedim içimden kendime, neyse annem de yanımda fazla şaaapmamak lazım.
- Aloo,Roza kime diyorum yaaaa ?
- Ay çok üzüldüm,demek o kadar kötüsün,tabi tabi gelirim seninle, ne demek canım olur mu ne zahmeti, tamam öpüyorum selin, çıkınca ararım.
Dedim,ve pat kapattım,anneme gezmeye gidicem desem kitlicek işi bana ne yapayım.
Neyse hazırlandım çıktım evden hemen,ona çıkmak değil kendimi evden attım dışarı diyebilirim :))
Adresi mesaj atmışlar cafeye gittim.gördüm onları zaten hemen yanlarına gittim. Fakat tanımadığım iki üç kişi vardı. Yabancıladım ilk,zaten samimiyeti de pek sevmem hemen.
-Selin : hoşgeldin canım, sana bahsettiğim Mertin arkadaşları, Efe,Berkan.
- Hoşbuldum, memnun oldum. Diyerek masaya oturdum.
Sohbet muhabbet falan derken,sıkmaya başladı ortam beni. Selin- Mert takılıyolar. Diğer iki salak da mal mal şeyler anlatıp kendileri gülüyolar, sadece dinliyomuş gibi yapıyorum. En sonunda Efe denen çocuk ' birazda sen anlat biz dinleyelim' dedi. 'Anlatcak bişeyim yok benim, anlatsam herkes anlar, önemli olan anlatmadan anlaşılmak' dedim. Bön bön suratıma baktı ikiside. Berkcan, bana dönüp 'Kızım taş gibi hatunsun,ama sende iş yok muhabbet edelim dedik bedenin burda kendin firarda, biraz uysal olmayı uyumlu olmayı dene için çürümüş senin ' dedi. Bana dedi bunuuu duydunuzmu ?? Bu salak dörtgöz nasıl olurda bunu der bana. Evet dalgındım , erkekler zaten ilgimi çekmiyordu son iki aydır muhabbetleri sarmadı hiç napabilirim ki. Hep o salak Selin yüzünden, çağırdı beni iki malla muhattap etti. Neyse o lafının üzerine çantamı aldım elime, masadan ayağa kalktım ve Berkcan a dönüp ;
' Benim içim çürümüş olabilir belki ama sizin ki daha vahim olum beyinleriniz çürümüş, bana çare var ama size yok, sen buna üzül bence,otur ağla falan hatta. İçimdeki çığlıklarım bile daha taze benim, duysaydın zaten böyle konuşmazdın, hepiniz aynı boksunuz, sizde duymadınız beni. ' diyip oradan ayrıldım. Selinin suratına bile bakmadım. Yaptığı ayıptı. Gittim sahile oturdum bir banka, yine o geldi aklıma. Off içimdeki sesleri susturmak için yalvarıyorum lan resmen, yeteeeer. Bir sahil bankı kadar güzel çekiciydi, ama o da iki yüzlüydü. Vazgeçmiştim ondan evet, ama acım tazeydi belkide. Neyse dalgalar diyorum çok muazzam geldi gözüme,onların o köpüklerine bakarak dalarak bile bir ton şey düşünüyorum. Ve sonra dedim ki 'Roza sen yanlız daha iyisin, sana iyi gelicek tek şey gölgen.O bırakmaz nasıl olsa seni hiç.'