O sabah yağmur yağıyordu, babamı cam kenarında ağlarken buldum. İnsanın babasını ağlarken görmesi ne kadar kötü olabilirse içim o kadar burkuldu. Odama geri dönüp yeni uyanmışım gibi sesler çıkarttım. Hemen toparlandı. Kapıdan çıkınca hiç ağlamamış gibi yüzüme bir gülümseme bıraktı saçlarımdan öperek günaydın yağmur böceğim dedi. Hep öyle severdi beni. Hadi kahvaltı yapalım annen işe gitti cenaze törenine geç kalmayalım demişti. Onun için çok zor bir gündü, insan en yakın arkadaşının üstüne toprak atacak olması.. Düşüncesinin bile kötü olduğu, içimin acıdığı bir durum.
Yola çıkmıştık, resmen babamın gözyaşları belli olmasın diye yağıyordu yağmur. Yüzünü gökyüzüne tuttu. Arabada bekliyordum takım elbisesi ve siyah paltosu vardı üzerinde. İnsan ne kadar tutabilirdi ki kendini ağlamamak için. Yol gittikçe uzuyordu. Daha önce oraya hiç gitmemiştim. Aynada kendime baktım. Soluk bir surat, siyahlar içindeydim. Küçük olduğum için ne giydiğimi önemsememiştim.
Karşıyaka mezarlığını bu kadar büyük olduğunu tahmin etmemiştim. Herkesin kayıpları, umutları, özledikleri... Resmen bambaşka bir şehir gibiydi. 6 numaralı kapıdan girdik, babam arabayı park etti. Yüzüne bakamaya cesaretim yoktu. Güçlü duruşunun altındaki duygusallığı işte en çok o gün fark ettim.
Defin edilecek yere doğru yürüdük beraber ama yürüdükçe dağlar üstüme üstüme geliyordu. Gelen babama baş sağlığı diliyordu. Eline küreği aldığı anı görmemek için elimden geleni yapmıştım ama olmadı, işte gözlerinden yaşlar yavaş yavaş süzüldü. Ne zormuş can dostunu toprağa vermek. Etrafa bakınırken gözlerim Nihat amcanın kızı Berna'yı arıyordu. Annesinin koluna girmiş dünyada sadece ikisi kalakalmış gibi birbirine kenetlenmişlerdi. Nihat amca hep öz amcam gibi olmuştur bana. Berna ile pek anlaşamasakta o an çocukluğun sırası değildi. Yanlarına gittim ve Berna'nın tek kelimesini hatırlıyorum. Yanındayken babana sıkı sıkı sarıl, bir dakika sonrasının ne olacağını bilemeyiz demişti.
Tören bittiğinde herkes dağılmıştı. Berna ve Ayşe teyzeyi bizim arabamıza bindirdik. Babam bana sende geç arabaya ben geliyorum dedi. Yağmur dinmişti ve ben ön koltukta oturuyordum. Camdan babamı izledim. Toprağa eğildi. Düşünüyordum acaba ne söylüyordu, ne diyebilirdi. Gözlükleri gözünde arabaya bindi. O an içim burkuldu, Köse ailesinin baş kahramanını orda bırakmıştık.
işte o günün benim içinde bir başlangıç olacağından haberim yoktu....
Evimize döneriz diye düşünüyordum ama öyle olmadı. Babam telefonumu verir misin dedi annemi aramak için. Nilgün biz eve geç geleceğiz hayatım bizi merak etme, gelince konuşuruz dedi, babama döndüm nereye gidiyoruz dediğimde gidince görürsün yanıtını aldım. Güneş açmıştı, içimize gömdüğümüz üzüntüyü ikimizde susarak belirtmeye karar vermiştik. İstikamet ilk başta Tunalı caddesine gitmek oldu. Babam arabayı kenara çekti bekle sen arabada dedi. Küçük bir dükkâna girdi. Görüntüsü çok hoş, unlu mamullerin yapıldığı ahşaptan bir mekândı. Elinde bir piknik sepetiyle geldi. Yüzüne şaşkınlıkla baktım, soru sormanı istemiyorum gidince göreceksin yanıtıyla başıma tekrar bir öpücük aldım. Babamın en sevdiğim hareketi buydu sanırım.
Erken kalktığım için kendimden geçmiştim. Gözümü açtığımda ağaçlık bir alandaydık, ne kadar uyuduğumu bilmiyorum. Hadi uyan bakalım iniyoruz dedi. Ankara'nın gri renginden yemyeşil bir yere gelmek içimi açmıştı tabi güne nasıl başladığım aklıma geldi. Soluma baktığımda hep fotoğraflardan baktığım o yer; Bolu Gölcük. Her zaman bagajda bulunan iki sandalye birde minik masayı çıkardı babam. Hala burada ne işimiz olduğunu düşünüyordum. Masaya sofra bezini serdi ve Tunalı'dan aldığı sepetin içinden malzemeleri çıkardı. İçinde şirin şişelerde bulunan portakal suyu, termosta çay, sandviç, kekler ve kurabiyeler. Ben hazırladım o kadar hadi tembellik yapma şunları aç diye seslendi yüzünde hüzünlü bir gülümseme. Hava serindi çayları koydum, hava serin olduğu için iki polar çıkardım bagajdan. Bir şeyler konuşacak farkındaydım. Fazla bir şey yememişti ama ben çok acıkmıştım. Lokmamı bitirmemi bekliyordu bununda farkındaydım. Ve işe kelimeler tek tek ağzından dökülmeye başladı.
''Henüz 13 yaşındasın. Bugün ki durumu anlamanı pek beklemiyorum ama bir şeyleri seninle konuşmam gerektiğinin farkındayım. Bugün varken yarın yokuz. Ben bugün can dostumu kaybetmiş olabilirim ama en önemlisi küçük bir kız çocuğu babasını kaybetti. Berna'yı gördün onun yerine orda sen olabilirdin ve bir gün sende onun durduğu yerde duracaksın. Eğer bir gün bende bu hayattan göçüp gidersem burada oturduğumuz bugünü hatırla. Her zaman gökyüzüne bak ve havayı içine çek, bir çiçek mi gördün onu sev, öğrenmeye açık ol. Bir manzarayı beğendiysen o anı yakala, okumaktan vazgeçme. Yağmur yağsın onu izle, çimlere uzan, koş. Ne istersen yap ama sakın aklının kalacağı şeylerden kendini çekme. Neden yapmadım deme. Şu an bunlar sana bir şey ifade etmeye bilir ama sen büyüdüğünde bu dediklerimi tek tek hafızanda tut. Çıkmaza gireceksin hüngür hüngür ağla tutma kendini. Bütün dünyayı gez, denemek istediklerini dene. Başarısız olsan bile denemiş ol. Sepetin içinden çıkardığı bir cupcake'yi bana uzattı, al ısır. Bak tadı nasıl güzel demi ? güzel olan her şeyi yap, tadını sevdiğin her şeyin ustası ol. En çokta annen gibi olmanı istiyorum Aylin. Onun kadar güzel yemekler yapmanı, onun kadar anlayışlı ve bir o kadarda mantıklı olmanı istiyorum. Ve tekrar söylüyorum yenik düştüğün durumlar olacak ağlamak istiyorsan dolu dolu ağla ama sen benim kızımsın, her ağlayışının sonunda toparlan ve ayağa kalkmayı bil. Ben yanında olmasam da benim gölgemde büyüyen bir prenses olduğunu unutma. Sen Ekrem'in prensesisin kimsenin seni üzmesine izin verme yağmur böceğim olur mu ?'' Kafamı salladım. O an elindeki bir cihazı kapattı bana göstermemeye çalışarak cebine koydu. Ve ardından işte anı yakalaman için şu andan itibaren başlıyoruz deyip fotoğraf makinası ile ikimizin fotoğrafını çekti. Akşamüstü olmuştu. Masayı topladık, bagaja eşyaları yerleştirdik. Gölün yanına indik ve iskelede yürüdük. Küçük bir kız çocuğu olarak yarım saat önceki konuşma için pek büyük değildim. Koştum, zıpladım. Babamda bunu biliyordu, ben koştukça o gülümsedi. Ben güldükçe o daha fazla güldü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yağmura kulak ver
Romance‘’Küçükken en çok yağmurda oynamayı severdim, yağsın camdan etrafı izlerdim. Tek tek cama konan damlalara dokunurdum. Bu yüzden babam hep beni yağmur böceğim diye severdi. Büyüdüm yağmurda yürümeyi sevmeye başladım. Ve büyüdükçe anladım ki önceden...