1868, Eylül sonu, Romanya
Sertleşen hava şartları şimdiden can yakar durumdaydı. Kurumaya yeni yeni başlamış ağaçlar arasında duran devasa çadır, rüzgârın çarpmasıyla titriyordu. Çadırın içinde, uğultuları umursamadan gülüp sohbet eden ve kaynayan yemek kazanının etrafında ısınmaya çalışan bir güruh vardı. Çingeneler, palyaçolar, cambazlar, akrobatlar, çamaşırcılar, kepçeciler... Öğle vakti herkes yemek yemek için toplanmıştı çadıra ve belki altmış kişi vardı. Yemek pişip dağıtılana dek Constantine de bulduğu bir sandalyede oturmuş, yirmi kişilik bir kalabalığa bir şeyler anlatıyordu. Kepçeci ona seslenip yemeğin piştiğini haber verene kadar da uzunca bir süre anlatmaya devam etti. Çoğunlukla, çocukları ağlatacak, yetişkinlerin uykularını, safların akıllarını kaçırtacak korku hikâyeleri anlatırdı. Canavar kurtlar, hortlaklar, gulyabaniler, hayaletler, yamyamlar... İnsanlar Constantine'i dinlemeyi severlerdi; ne anlatırsa anlatsın. O sırada da şeytanın oyununa gelmiş bir genç kadının hikâyesini anlatmaktaydı.
"Hikâyeci! Hikâyeci! Yemek pişti, Efendi meraklanmadan götür!" diye seslenilince herkesin keyfi kaçtı. Constantine de gülümseyip sonra devam edeceğine söz vererek kalktı. Efendi'nin öğle yemeğini bu soğuk havaya rağmen sağ salim teslim etmeyi diliyordu. İç içe geçirilmiş kaseleri eski ceketinin içine sokuşturarak çadırdan çıktı; yemek o kadar sıcaktı ki göğsü yanıyordu. Derhal koşarak Efendi'nin ufak bir tepeye yerleştirilmiş çadırına vardı ve içeri girdi. Efendi de onu bekliyordu; burnunun kemerine iliştirdiği gözlüğünü çıkarıp kutusuna yerleştirdi. "Buyur bakalım, genç adam. Yine hikâyeye mi daldın?" diye sordu.
Genç, elindeki kapları çalışma masasının üzerine yerleştirirken utangaçlıkla gülümsedi ve "Üzgünüm, Efendi, beklettim mi?" diye sordu.
"Hmm, hayır. Sadece... İnsanları kolayca etkileme yeteneğine duyduğum hayranlığa getirecektim lafı." diye açıkladı meramını. Masanın karşısında, ellerini birleştirmiş, dikilen çocuk yeniden utandı ve biraz da kekeleyerek "Üzerinde konuşmaya bile değer mi, bilemiyorum." dedi. Bunun üzerine Efendi, durmasını belirtmek için elini kaldırdı. "Bu denli bir alçakgönüllülük aptallıktan başka bir şey değil." dedi sertçe. "Aptal olmadığını biliyorum ve eminim ki insanları etkileyebilmen konusunda hemfikiriz."
"Doğrudur, Efendi."
Efendi derin bir soluk alıp arkasına yaslandı ve parmaklarını kenetleyerek masaya uzattı. "Doğrusunu istersen sirk de bunun gibidir; insanları etkileyebilme becerisi. Göz yanılması, illüzyonlar, sanrılar... Bunları başarabilen bir sirk asla kaybetmez. Zaten insanlar da görmek için para ödedikleri şeyleri görmeye meyillidir. Bir insanın ikiye yarılmasını görmek istiyorlarsa bir insan her halükârda ikiye yarılacaktır. Uçan fillerim yok ama yine de bir fili halatta yürütebilirim, yine de bir maymunu dans ettirebilirim. Constantine, sende büyük bir potansiyel var ve senin, bana öğle yemeklerimi getirerek yaşamaya devam etmen hiç arzuladığım bir durum değil. Bu sirk için yaşamalısın! Sana sonsuz bir hayat vaadediyorum, çocuğum!"
Constantine, bunun da uydurduğu hikâyelerden biri olup olmadığını kavrayamadı. Garip bir adam, belki Efendi Felis'in bedenine bürünmüş Şeytan'ın kendisi çıkageliyor, ona sonsuz bir hayat sunuyordu! Genç, bunun büyük bir bedeli olduğunu bilecek kadar çok korku hikâyesi anlatmıştı. Bu yüzden yüzünde şaşkınlıktan çok korku ve garip bir alaycılık ifadesi belirmişti.
İkisi de uzun bir süre birbirlerini tartarak gözlerinin ta içine baktıktan sonra Efendi kalktı ve dünyanın dört bir yanından toplanmış eşyalardan kurulu çadırın en uzak köşesine, bir duvar gibi dizilmiş kutu yığınına yöneldi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Maskeli Adam
FantasyConstantine, 3. Cadde'deki orta halli binalardan birinin çatı kenarı boyunca umarsız adımlarla yürüdü. Nemle ağırlaşan hava bir sağanak habercisiydi. Güneş batalı birkaç saatten fazla olmuştu. Bastonunu çevirerek parmak uçlarında birkaç adım daha at...