Constantine, 3. Cadde'deki orta halli binalardan birinin çatı kenarı boyunca umarsız adımlarla yürüdü. Nemle ağırlaşan hava bir sağanak habercisiydi. Güneş batalı birkaç saatten fazla olmuştu. Bastonunu çevirerek parmak uçlarında birkaç adım daha attı, boynunu kaldırarak bir pandomimci havasında elini gözlerine siper ederek karşıdaki binaları gözden geçirdi, sopasını uzattı. "Ya şun-da-dır ya bunda, helvacının kı-zın-daa..." Harçlık almış bir çocuğun mutluluğunu taşıyan ifadesinden bir cani olduğu da çıkarılabilirdi. Yağmura yakalanmak istemediğinden hızlı hareket ederek caddeye döndü, silindir şapkasını kenarından nazikçe tutarak attı adımını boşluğa. Koyu turuncu frakı uçuştu ama yere sertçe basarak kaldırımda bir beyefendi gibi yürüyüşünü sürdürdü. Bu sırada Manhattan'ın, sokakları yağmurlu bir gecede bile kalabalık olacak kadar tıklım tıklım bir şehir olduğunu düşündü. Bu düşüncesine gülerek, seçtiği binanın önüne dek yürüdü. Trafik, alelade bir arabanın tepesini işgal edemeyeceği kadar yoğundu. Constantine kalabalığı seviyordu, belirsiz güruhlara âşıktı ama kişilerden nefret ediyordu. Bir borçmuş gibi duyuyordu bu hissi. Yaşaması sadece buna bağlıymış gibi.