- I have freckles.
İlk yazdığı buydu. Bir şeylerim var demek istiyor da... Neydi bu? Ericsson marka Cep telefonumun çekim göstergesine baktım. Evet Ericsson. Bir cep telefonunun ancak Nokia ya da Ericsson olduğu yıllarda herkesin bunları bilgisayara bağlayarak internete girmeye çalıştığı zamanlardan bahsediyorum. Çok değil 10 yıl önce falan. Freckles'ın ne demek olduğunu pek merak bile etmiyorum evet. Büyük ihtimalle çillerden bahsetmiş olmalı buna sonra bakarım. Önce şu alnı çilli resmin açılması lazım. Hadi açıl. Açıl bakalım.
Monitördeki resmin neden kızın ancak şakaklarına kadar dolmuş olduğunu biraz heyecan biraz da sinirle bilgisayar kasasının yanında duran telefona bakarak kontrol etmeye çalışıyorum. Resim belli ki vesikalık fakat üstü var altı yok. Hay aksi...Kesilecek zamanı buldun alçak internet..Ah..! 5 milyona internet tabii ki bu kadar olur. Yarısı yüklenmiş resimde sarı dümdüz bir saç ve çil dolu bir alın gözüküyor. Henüz ortada bir resim olmasa da bir kız ancak bu kadar benim tipim olabilir. Gelen giden kilobaytlara bakmak lazım. Gelen kb rakamları çıldırmış gibi birden artmaya başladı. Evet, nihayet ne olduysa birden dolmaya başlıyor. Hoop doldu işte....Dolar dolmaz da ekranın kenarına doğru şıp diye küçülüverdi. İşte şimdi karşımda... Bir resim tamamen yüklendiğinde böyle ekranın sol üst köşesine küçülüp gitmesini de anlamış değilim ya. Dursana şu ekranın ortasında.
Aman Allahım... Bir gün onu karşıma çıkaracağını zaten hep biliyordum. Ben bunu elbette hak etmiştim tabii ki. Birinin benle dalga geçtiğini anlarım herhalde. Bu öyle bir şey değil. Yani inşallah öyle bir şey değildir. Yoksa bunun hesabını mutlaka sorarım. Bizim Sermet'in işi mi yoksa. Sermet benim kuzenim. Benden iki yaş büyük. Bilgisayarla ilgili her işten çok çok iyi anlar. Ama doğduğumdan beri tanıdığım için benimle konuşurken takındığı en ufak tavır veya yüzündeki en ufak seğirme veya mimik gibi şeyden onun yapıp yapmadığını hemen anlarım. O da zaten kendini tutabilen bir tip değil. Mutlaka ben demeden kendini ele verir. Bunu da genelde bir elini omuzuma atmışken yüzüme gülerken yaptığı şeytanlığı anlatarak yapar. Gülmesi çok komik olur. Zaten çoğu zaman ben onun ne yaptığından çok, müthiş neşelenmiş haline ve kimsede olmayan o ayrık dişlerinin tamamını ortaya çıkaran gülüşüne gülerim. Gülmek de esnemek gibi bulaşıcıdır. Sermet'in komik bir şey anlatırken gülmesi çok enteresan olur. Nefes almadan ciğerlerindeki havayı boşaltırken tek seferde koca bir kahkaha atmaya çalıştığında çok içten gelen ihh diye bir ses çıkartır ve nefesi kesilecekken tombul yanaklarının ve 6 numara miyop gözlüklerinin ardındaki küçücük olmuş gözlerinin ve suratının aldığı ifade ortada komik bir şey olmasa bile beni zaten gülmekten çatlatmaya yeter. Hayır bu Sermet'in işi olamaz.
Böyle bir şeyi çok normal karşılayan böyle bir halet-i ruhiyeye sahip olmamı sağlayan şeyler nelerdi bugün bile hep merak ederim. 3 Ağustos. Yıllarca bu tarihi hep hatırladım. Hala da hatırlarım. Biraz neşeyle biraz da hüzünle. Bizim burada bu mevsimde sıcaklık 27 derece bile olsa atletiniz şortunuz üzerinize yapışır. Leş gibi oturduğunuz yere yapışırsınız resmen. İki elinizle klavyede bir şeyler yazıyorken koltuk altınızdan vücudunuza damlayan terleri, kıçınıza yapışan şortunuzu (küçük pamuklu bir şeyse ve sandalyeniz de hava almayan plastik bir şeyse ikisi beraber berbat bir konfigürasyon olur) terleyen kollarınızı falan iki de bir kurulamak zorundasınızdır.
Nemli bir yerle kuru bir yerin konfor ortamını asla sıcaklık dereceleri üzerinden karşılaştırmayınız. Deniz kenarı bile olsa Havası kuru olan yerlerde yaşayanlar bu dediklerimi anlayamazlar. 27 derece sıcaklık yüksek nemle birleştiğinde 39 derece gibi hissedilir. Bu konuyla ilgili kitaplardan çok şey öğrendim. Bir keresinde çalıştığım uyduruk işlerden birinde patronumuz ellili yaşlarında bir makine mühendisiydi. Adam buranın vergi şampiyonu muymuş neymiş. En azından dedikodusu öyle. Parasının çok olması onda herhalde artık para konusunda soyut bir sınır değeri aştığı ve bundan sonra para harcamaya, kazanmaya ayıracağı vakitten daha çok zaman harcasa bile parasını bitiremeyeceği bilgeliğine ermiş bir Budist rahip gibi davranmasına yol açmış olmalı.
İşyerinde pek durmaz havalar biraz ısındığında Ayvalık taraflarında açmaya çalıştığı içkili lokanta için gittiğini söyler bazen 1 ay hiç ortalıkta görünmediği olurdu. Bu arada Budist rahipler para harcamaz tabii ki. Yani ben para harcayanını görmedim. Her neyse lafı boş yere uzattığımı falan sanmayın. Her şeyin bir yeri ve zamanı var. Zamanı geldikçe her şeyi anlatmaya çalışacağım.
Şimdilik söylemek istediğim şu ki; resmini emailime göndermiş olan bu sarışın çilli kız çok güzel, hava sıcak ve ıslak ve Dire Straits den Sultans of Swing'i dinlemekteyim. 3 Ağustos tarihinde ben evde, bilgisayarımın başında yalnız başıma oturuken her şey ancak bu kadar güzel olabilir.
Silaaprilwatson diye bir email adresinden yollanmış. Sila dediği eğer bizim bildiğimiz "Sıla" ise bana bunun Türkçe olduğunu çağrıştırıyor. Sila diye yabancı bir isim pek olmaz. Belki de olur. Dur bakalım ne çıkacak bu işten. Adrenalin ve endorfin hormonlarımın parmak uçlarıma kadar yayıldığını hissedebiliyorum. Kalbimde çarpıntı mı başladı ne. Biraz heyecan biraz sevinç biraz da rahatlama ile karışık duygular içindeyim. Kesin olan şey ise bugün gerçekten güzel bir gün.
Hemen cevap yazmaya koyuluyorum. Tabii ki yazdığım her şey güzelliğinin büyüleyici olduğu ile ilgili bazısı da abartılı iltifatlardan oluşuyor. Bir tutam espritüelliğe yarım çay kaşığı da hafiften ilgisizlik de (halbuki sevinçten deli olmuş durumdayım) ekliyorum ki beni e-mailinde birdenbire beliriveren bir resme aşık olan bir salak zannetmesin.
Bakalım attığım emaile cevap ne zaman gelecek. Bu iş modumu yükseltmiş durumda. Dışarıda ucuz kotların içindeki kısa ve incecik bacaklarıyla sırf saçına kuaförde bir şeyler yaptırdığı için güzelleştiğini zannedip fakat yine de siyah saçlarıyla kavruk tenlerinin beraber bir ahenk oluşturmadığı için bende estetik herhangi bir his uyandırmayan ama buna rağmen kasım kasım kasılarak gezen kızlar. (ki böyle kızlar tanımadıkları erkeklerin maillerine bırakın resim falan göndermeyi yolda yürürken en ufak göz teması bile kurmaktan nefret ederler) diğer tarafta şeker pembesi gibi harika bir renkteki dudaklarında beliren muhteşem bir tebessümle ve çil dolu suratıyla bana alaycı bakış fırlatan sarışın Sila April Watson.
Aradaki fark çok büyük. Burada çevremde de güzel kızlar yok değil. Belki de ülkenin en güzel kızlarının yaşadığı iki üç şehirden birisidir burası. Bir şehir ne kadar kozmopolitse orada yaşayan kızlar o kadar güzel olur diye bir teorim bile var benim. Yani kendi kendime geliştirdiğim kimseye anlatmadığım bir teori.
Çünkü kozmopolitlik oraya bir çeşitlilik getiriyor. Gen havuzu daha zengin oluyor. Gen havuzu daha zenginse farklı genlerin çaprazlanmasından (birbirlerinin eksiklerini tamamladıkları için) daha güzel insanlar ortaya çıkıyor. Mesela American Beauty diye bir şey var ki bence bu doğru. Yok mu yoksa? Herneyse..Hatta öyle bir film mi ne vardı ama konusu neydi unuttum. Örneğin Almanlar, Fransızlar, İtalyanlar, İngilizler tip olarak birbirlerinden ayrılırlar. Birinin İtalyan mı yoksa İngiliz mi olduğunu ayırt etmeniz pek zor olmaz. Fakat hepsinin bir karışımı olan Amerikalılar veya genel olarak göçmenlerin kurdukları ülkelerin insanları tip olarak daha farklı ve güzeldirler. Brezilyalı kızların İngiliz kızlarından daha güzel olduğunu herkes bilir.
Hadi hep kızlar üzerinden konuşmayalım. Hiçbir İngiliz veya Alman aktör bir Robert Redford ya da Brad Pitt kadar yakışıklı değil. Kevin Costner'a benzeyen bir Fransız da bulmanız biraz zor olabilir. Sözüm o ki bana göre bu kız olsa olsa Amerika, Kanada veya Avustralya'dan olmalı. Dur bakalım ne çıkacak diye kendi kendime söyleniyorum. Sila ismi beni biraz huylandırmadı değil. Türkçe konuşabilmek için bir uydurmaca bir isim mi acaba? Sıla adında bir kaç kız tanıyorum. Bu onların bana bir şakası olmasın. Fakat bana böyle bir şaka yapacak kadar samimi değiliz. Olsa olsa dalga geçme amacıyla üç kuruşluk zekalarıyla bana acemice bir kurgu yapmış olabilirler mi acaba? Bir de kendi adının peşine 2 tane yabancı isim sıralayarak beni kandıracağını neden sansın ki. Her neyse... Şu güzel ve kasıntısız kızlar bir tarafa. Çünkü onlara saygım var. (Evet içimi bir hoş eden bir nevi sevgim de var) ama şu incecik eğri bacaklarına giydiği uyduruk kotuyla etrafta cennet hurisiymişçesine salınan alnı sivilceli ve en ufak bir tebessüm ederse kalitesini düşüreceğinden korkan şu çirkin kızlardan hiç hazzetmiyorum. Onlar nereye Sila April nereye... Ne ayrı dünyalar...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SARIŞIN KANADALI
General FictionEvet, çikolata kabını açtığında içinden tuzlu kraker çıkmasını beklemezsin. Fakat tuzlu karaker çikolatayla kaplanmış olabilir. Hayat bir kutu çikolata gibidir. İçinden ne çıkacağını asla bilemezsin.