Oyunbozan 2

820 46 5
                                    

Dakikalar sonra restoranda karşılıklı oturduklarında kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Masadaki gerginlik elle tutulur seviyedeydi. Selin'in telefonunu bir saniye bile elinden bırakmamıştı. Hande'den gelen mesajlara cevap veriyor bir yandan da gülüyordu. Garson'un geldiğini bile fark etmemişti neredeyse. Herkes siparişini verdikten sonra;

Nazlı: Selin hadisene!
Selin: (Gözünü telefondan ayırmadan) Efendim...çok pardon!
Ali: Rahatsız ediyoruz ama, acıktık...
Selin: Bir saniye....evet..ne yiyoruz? (Hızlıca menüye bakarken telefonunun gelen mesaj sesi hiç kesilmiyordu) En hızlı ne yiyebilirim?
Savaş: Hayırdır Selincim, bu acele niye?
Selin: Hiiçç...arkadaşlarım ısrar ediyorlar da...aylardır görüşmüyoruz, sürpriz yapıp buraya gelmişler
Ali: Bizim gelişimiz de sürpriz olur diye düşünmüştük ama...

Selin duymamazlıktan gelip siparişini verir.

Ali: Sonunda...

Selin tekrar telefonunu eline alınca. Ali sinirle çeker telefonu elinden.

Selin: Ali verir misin şunu?
Ali: Hayır veremem.
Selin: Ya sen naptığını sanıyorsun...
Ali: Huzurlu bir yemek yemek istiyorum Selincim müsade edersen
Savaş: Evet Selin ya..
Nazlı: Evet Selin bir daha bu dörtlünün aynı masaya oturmama ihtimali var
Ali: Abartma istersen Nazlı, yani ilk engelde gemileri yakacaksanız çok zor bu iş
Nazlı: Öyle mi? Sen benim yerimde olsan ne yapardın?
Selin: (Neredeyse içinden) Sessizce aradan çekilirdi.

Ali'nin gözlerinde büyük bir fırtınanın ilk rüzgarları esmeye başlamıştı şimdi.

Nazlı: Efendim?
Selin: Boşver canım ikizim. Ben diyorum ki kalkıp buraya kadar geldi diye kendini affetmek zorunda hissetme. Sonuçta biz kimseyi çağırmadık.
Ali: Hatta gelmesek daha mutlu olacaktın sanki.
Selin: Doğru söze ne denir
Savaş: Yemek sonuna kadar başka şeylerden bahsetsek.
Nazlı: Peki ama şunu bil ki, yemekten sonra da bir şey değişmeyecek.

Asgari medeniyet şartlarında yediler yemeklerini. Selin'in telefonu hala Ali'nin cebindeydi ve durmadan mesaj geliyordu.

Selin: Evet size afiyet olsun..bana müsaade.
Nazlı: Nereye ya? Beni yalnız mı bırakacaksın?
Selin: E sen dinlenicem demiştin Nazlıcım...ama istiyorsan gel benimle.
Nazlı: Hiç halim yok gercekten...
Selin: O zaman Savaşla Ali seni otele bıraksın. Bir şey olursa mesaj atarsan, bazı arkadaşların aksine benim telefonum hep açık.
Ali: Ona ne şüphe
Selin: Telefon demişken, yemek bittiğine göre alabilir miyim artık telefonumu?
Ali: Alamazsın
Selin: Ali yorma beni, gerçekten halim yok seninle uğraşmaya
Ali: Ok bir şartla, ben de gelicem seninle
Selin: Alicim...bak taşra eğlencesi seni bozmasın sonra...yani sizin partileriniz gibi bir ortam bekleyip hayal kırıklığına uğrama diye diyorum
Ali: Rahat ol sen ben ayak uydururum. Hem bakarız bakalım İzmir'in kızları dedikleri kadar var mı?

Selin'in gözlerindeki harelenmeyi gördüğünde Ali önemli bir noktaya parmak bastığını anlamıştı.

Savaş: Onun cevabını dışarıda aramaya gerek yok bence kuzen
Nazlı: İyi deneme...benim gerçekten dinlenmem lazım. Sanki başım dönüyor biraz...
Selin: Nazlı!! İyi misin?
Savaş: Hadi gel ben seni otele götüreyim.
Selin: Sana güvenebilir miyim? Yalnız bırakmazsın değil mi?
Savaş: Selin üstüme gelme artık...
Selin: Tamam çok geç kalmam ben de...
Savaş: Hadi Nazlı...

Savaş ve Nazlı otele doğru uzaklaşırlarken Ali de hesabı ödemişti.

Ali: Evet...nereye gidiyoruz?
Selin: Gerçekten gelmek istiyor musun?
Ali: Yani ben seni Istanbul'da bütün ortamlarıma sokmuşken bu sorduğun biraz ayıp olmuyor mu?
Selin: Pek de gönüllü çağırmamıştın diye hatırlıyorum.
Ali: Selin şimdi eski defterleri açmayalım.
Selin: Öyle olsun bakalım...

Az sonra kalabalık Alaçatı sokaklarında yan yana yürüyorlardı. O kadar kalabalıktı ki Ali Selin'i kaybetmemek için elini tutuverdi. Selin şaşkınlıkla ellerine bakarken Ali kulağına;

Ali: Sezon sonu daha sakin olacağını düşünmüştüm.
Selin: Sarhoş da değilsin...yarın bunu hatırlarsın bak
Ali: Duyamadım

(Kalabalığı bahane ederek iyice yanına yaklaştığında artık Selin neredeyse Ali'nin kollarındaydı)

Selin: İzin verirsen şu dükkandan bileklik bakıcam

Ali geri çekilmiş ama elini bırakmamıştı. Selin bir süre tezgahtaki bileklikleri inceledi. Değişik mavi tonlarında taşlardan oluşan bir tanesinde takılmıştı gözü. Ali Selin'in bir anlık tereddütünü fark etmişti. Tezgahın önünden uzaklaşmasına izin vermedi.

Ali: Bakar mısınız? Şu bilekliği istiyoruz.
Selin: Ali saçmalama...beğenmedim ben onu, istemiyorum
Ali: Ben beğendim ama
Selin: İyi o zaman al, sevgilin olunca verirsin takar
Ali: Sen takacaksın...
Selin: Senin kafa hepten gitti ben sana diyim
Ali: Uzatma Selin...

Selin uzatmadı, tezgahtar kız bileğine göre ayarlarken sessizce bekledi.

Ali: Maviler çok yakıştı sana, her tonu ayrı ayrı ortaya çıktı.
Selin: Yapma, söyleme böyle şeyler.
Ali: Gel hadi, arkadaşlarını bulalım.

Selin arkadaşlarını bulmak istemiyordu. Ali ile başbaşa olmak istiyordu sadece. Saatlerce Alaçatı sokaklarında gezmek istiyordu. Sonra deniz kenarında rüzgara karşı oturmak. Sadece birbirlerine söyleyebildikleri şeylerden bahsetmek istiyordu. Ama şimdi hiçbirisini yapamazdı. Oyuna devam etmeliydi. Az sonra Selin'in arkadaşlarının takıldığı bara geldiler. Hande, Efe ve okuldan bir kaç kız daha küçük bir grup halinde takılıyorlardı. İkisini görünce ufak bir şok yaşadılar çünkü Ali ve Selin el ele olduklarını unutmuşlardı. Selin son anda çekmek istese de elini Ali bırakmamıştı. Selin sessizce;

Selin: Ali napıyosun?
Ali: Napıyor muşum?
Selin: Bırakır mısın elimi artık?
Ali: Bak Selincim sana ne olacağını söyleyeyim sen kendin karar ver. Ben senin elini bırakırsam bu dallama sana yazacak. Sonra ben onu dövücem, aylar sonra arkadaşlarının yanında kavga çıksın istemezsin herhalde öyle değil mi? Ayrıca en son senin için kavga ettiğimde sonu nasıl bitmişti hatırlarsın. Ya da unuttuysan ben sana hatırlatıyım.
Selin: Ali sen iyi misin?

Ali bir Selin'e, bir de elindeki eline baktı.
Ali: Şu anda çok iyiyim. Teşekkürler sorduğun için.

Selin sessizce kafasını sallayıp arkadaşlarıyla tanıştırdı Ali'yi. El ele olmaları kızların da mesafeli yaklaşmalarına sebep olmuştu ki bu da Selin için yeterliydi. Ali ne kadar uğraşsa da yüzündeki gülümsemeyi silemiyordu ve gözlerini Selin'den alamıyordu. Açık ara buradaki en güzel kızdı, bir bakan dönüp bir daha bakıyordu ki bu gece özel olarak hazırlanmamıştı bile. Halasının doğum gününde beyazlar içinde "Selam millet!" diye girişi aklına geldi birden. Korkusuzca, gözünün içine bakarak, bilerek kendisini hedef alırken ne kadar güzel olduğunun farkında mıydı acaba. Bir an sinirlenip Selin'i daha çok kendisine doğru çekti. Teknik olarak tam arkasında belinden sarılmış durumdaydı. Çenesi boyun çukurundaydı. Selin bir anlığına duraklasa da sesini çıkarmamıştı nedense. Nabzının hızlandığını anlayabiliyordu Ali. Neden kollarında olması bu kadar doğal geliyordu? Çok yakın ve çok uzak olmaları gerekiyordu aslında. Yani düşünce olarak yakın fiziksel olarak uzak. Selin de farklı duygular içindeydi, çok kalp kırmıştı doğru ama kimseyi bu kadar yakınına sokmamıştı. Doğru olan şimdi Ali'den bir adım uzaklaşmasıydı ama yapamıyordu, o gücü bulamıyordu kendinde. Sadece bu gece için dedi içinden ona bu kadar yakın olabilmenin tadını çıkarsaydı ne olurdu sanki. Selin Hande'nin kendisine birşeyler anlatma çabasının farkındaydı ama aklını veremiyordu bir türlü. Çünkü kulağının dibinde fısıldıyordu Ali;

Ali: Ne içersin?

Mecburen ondan tarafa döndü ve o da kulağına fısıldadı.

Selin: Bilmem...içkiye pek dayanıklı değilim biliyorsun.
Ali: Bilmez miyim?
Selin: En azından yaptığım ve söylediğim şeyleri hatırlıyorum ama.
Ali: Hiç vazgeçmeyeceksin değil mi?
Selin: Neden?
Ali: Beni kışkırtmaktan...zevk alıyorsun sanki.
Selin: Sinirlenince gözlerinin aldığı rengi görsen Aliş sen de dayanamazdın.
Ali: O renk sinir rengi değil, daha tam öğrenememişsin.
Selin: Sen öyle san...

Selin'e sarılmış olduğu halde hala ısrarla bakmakta olan Efe'ye takılmıştı Ali'nin gözü. Selin değişikliği hemen fark etmişti.

Selin: Hah işte tam bu maviyi diyorum
Ali: Selin?
Selin: Efendim
Ali: İzmirli erkekler biraz geç anlıyor olabilir mi?
Selin: Neyi?
Ali: Senin benimle birlikte olduğunu.
Selin: Ben seninle...

Ve sonra Ali Selin'i öptü. Selin iliklerine kadar yandığını hissetti ve yine geri çekmedi kendini. Orada ve o anda Ali'ye aitti. Zaten Ali de bunu göstermek istemişti ısrarcı gözlere. Ama dudaklarına değdiği an unuttu herşeyi. Deniz kenarında onu ilk kez öptüğü andan beri yine yeniden her Selin'i gördüğünde yapmak istediği şeydi bu. Kızgınken, kırgınken, pişmanken, af dilerken, bu son derken, sarhoşken, dertleşirken...Selin de unutmuştu tüm gerçekliği, anlayamadan nasıl olduğunu kollarını sarmıştı Ali'nin boynuna. Dünya yıkılsa bırakamayacak gibiydi. Ama yapması gerekiyordu, daha geç olmadan...aralarında hiçbir şey konuşulmamıştı. Oyun hala devam ediyordu ve Ali Selin'e "Emre'ye dön" demişti. Selin zorlanarak da olsa dudaklarını ayırdığında gözlerindeki soruların hiçbirisinin cevabı yoktu Ali'de.

Selin: Erkekliğini yeteri kadar ispatladıysan artık gidebilir miyiz?
Ali: Selin dur!

Selin alelacele arkadaşlarına veda edip kendisini dışarı attığında Ali de peşinden geliyordu. Gözlerinde biriken yaşları bile geri itecek mecali kalmamıştı artık.

Ali: Selin tamam bekle!
Selin: Ali yeter artık, dayanamıyorum
Ali: Tamam özür dilerim
Selin: Özür dileme! Yoruldum anladın mı? Daha fazla seninle uğraşmak istemiyorum bu gece.

Otele geldiklerinde Selin iyi geceler bile demeden odasına gitmişti. Ali de çaresiz odasındaki yatağa uzandığında yine nasıl herşeyi mahvetmeyi başarabildiğini sorguluyordu kendince. Artık Selin'i hiç kimse ile görmeye tahammülü yoktu. Hele ki Emreyle. Onu bırakamazdı, bu seçenek ortadan kalkmıştı. Ani bir hareketle yerinden kalkıp kapıyı açtığında Selin karşısında duruyordu.

Ali: Ne oldu?
Selin: Savaş uyuyakalmış bizim odada. O kadar şekerlerdi ki kıyamadım uyandırmaya:
Ali: Yani?
Selin: Yani burada uyumam gerekiyor, eğer senin için sakıncası yoksa!
Ali: Ne sakıncası olabilir?
Selin: Ali bak...şu andan itibaren ateşkes ilan ediyorum ama bu gecelik. Çok yorgunum ve seninle oyun oynayacak halim yok.
Ali: Anlaşıldı komutanım. Böyle mi uyuyacaksın?
Selin: Valizim Savaş'ın tarafında, çok gürültü olacaktı alamadım pijamalarımı.
Ali: Ok...o zaman ben sana birşeyler veriyim.

Ali küçük çantasından bir gömlek çıkarıp uzattı Selin'e. Selin hiç sesini çıkarmadan banyoya gitti üstünü değiştirmeye. Ali bu arada hala olanlara bir mana vermeye çalışıyordu. 2 dakika sonra Selin yine hiç sesini çıkarmadan gelip odadaki iki tek yataktan birisine attı kendini.

Ali: İyi uykular, koca gözlü kız.
Selin: Bana öyle deme
Ali: Sen bana mavi diyorsun ama...
Selin: Ben derim sen diyemezsin
Ali: Öyle mi? Nedenmiş o? Selin?

Ama Selin uykuya teslim olmuştu bile. Ali'ye de onu izleyerek uyumaya çalışmaktan başka bir çare kalmamıştı. Saatler sonra Selin'in bağırışına uyandı Ali. Selin hem ağlıyor hem de bağırıyordu.

Selin: Haluk abi! Vurma...onun suçu yok, Ali'nin suçu yok! Ali!

Selin sıçrayarak uyandığında Ali çoktan yanındaydı. Gözlerini açıp da Ali'yi görünce sımsıkı sarıldı boynuna.

Selin: İyisin....buradasın!
Ali: Tamam buradayım...birşey yok...rüyaydı sadece.
Selin: Ama sana vuruyordu...
Ali: Bak yanındayım, birşeyim yok, iyiyim.

Selin'in sakinleşmesi zaman almıştı, Ali tam onu yatırıp kalkacaktı ki Selin elini tuttu.

Selin: Yanımda kal..lütfen

Ali öylece uzandı Selin'in yanına, sımsıkı sarılmışlardı birbirlerine tek vücut gibi. Selin hala arada bir derin nefes alıp veriyordu, bir eliyle de yanağını okşuyordu Ali'nin.

Selin: Ben varım artık, bir daha seni yaralamasına izin vermiycem.

Ali'nin şaşkınlıktan nutku tutulmuştu. Annesi bile onu korumamışken bu küçük kız mı merhem olacaktı yaralarına.

Ali: Selin uyanık mısın?
Selin: Evet..
Ali: Ben sana çok pis aşık oldum
Selin: Biliyorum
Ali: Biliyorum bildiğini, oyun bitti artık...ve bitiren ben oldum tamam mı? Kabul ediyorum yenilgiyi.
Selin: Sana aşık olmam için senin için bir yenilgiyse eğer...
Ali: Ne dedin?
Selin: Anlamamış olamazsın Aliş...sen akıllı bir mavisin






















OyunbozanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin