Yüzünde ciddi bir ifade vardı. Günah çıkarma kabininin korkuluklarının arasından "Bu işi halledebileceğinden emin misin? Son gönderdiğim üç suikastçının da kafasını keserek kilise kapısının önüne geri koydular. Senide kaybedersem bu tapınak adına bir leke olur." Dedi.
İsaac'ın soğuk bakışları bile ne kadar kendinden emin olduğunu gösteriyordu. Kılıcını kabzasından çıkardı ve tekrar kılıcı yerine geri soktu. Sürtünen metal sesi bir gözdağı olmuştu peder için. "Bu ses yapacaklarımın teminatıdır Peder. Fark edilirsem yanımdaki siyanürü içip hayatıma son vereceğim. Ödemeyi işin sonunda yaparsın."
"Sana güveniyorum İsaac. Tapınağın havası bozulmamalı..."
Konuşma bittikten sonra İsaac kilise penceresinden atlayarak gecenin karanlığında gölgelere karıştı...
Akşamın Portakalımsı havası yerini zifiri karanlığa bırakmıştı bile.
Ara sokaklardan gelen çığlık sesleri ve mumların aydınlattığı birkaç ev dışında koca şehirde hareketlilik yoktu. Gölgelerin arasından Fildişi beyazında, boyu ayak dirseklerine kadar gelen, ve üstünde çeşitli desenleri ve kabartması olan kapşonlu kıyafetiyle çatıdan çatıya sıçrarken adeta bir kuş gibi süzülüyordu. Kapşonunun yaptığı karartı yüzünü gizliyordu. Belli bir süre daha böyle ilerleyerek devam etti. Valinin konağına iki sokak kala durdu ve çevreyi incelemeye başladı. Konağın çevresini dikdörtgen şeklinde demir parmaklıklar sarıyordu. Konağın çevresinde sürekli hareket halinde dört gardiyan, çatılarsa iki okçu, ve iç kısımda sekiz paralı asker vardı. Son olaylardan sonra güvenlik arttırılmış olmalı diye düşündü içinden. Çok kısa bir zaman aralığında ne yapacağını planlamıştı.
Botlarında gizlediği felç edici zehir taşıyan dört bıçağı fırlatmak için parmaklarının arasına aldı. Sadece tek bir dalgınlık anında işlerini bitirmesi olasıydı. O an için uzun süre beklemişti. Şafak sökmek üzereydi nerdeyse. Ve beklediği an gelmişti. Gardiyanlardan biri kafasını kaşımaya başlamıştı. Durduğu çatıdan yere doğru takla atarak zıpladı ve havada ellerinin arasındaki zehirli bıçakları tek atışta bütün hedeflere fırlattı. Korkulukları tırmanarak bahçeye girdi. Fark edilmemişti hala. Bunu kendi yararına kullandı ve diğer gardiyanlara hiç bulaşmadan konağı tırmanmaya başladı.
İlk kattaki pencerenin korkulukları...
Kat arasındaki taş sütün...
Bir anlık yanlış yere basmak...
Küçük çağlı bir kalp krizi...
Ecel terleri dökmeye başladı. Ancak kendini kısa sürede toparladı. İkinci katın pencerelerinin korkuluklarına asıldıktan sonra tüm gücüyle çatıya tutundu ve yukarı çıktı. Kiremitler öbür kontratların aksine gayet sağlamdı. Alacağı en kolay kontrat bu olacaktı. En azından İsaac böyle düşünüyordu. Şafağa kadar beklerken bedenine uykunun verdiği ağırlık ona sıkıntı yaratmıştı. Ancak buna rağmen sadece tek bir hata ile villayı tırmanabilmişti. İmmortal adının hakkını veriyordu gerçekten.
Yapması gereken üç şey kalmıştı. Okçuları öldür, Hedeflerin yerini tespit et, İnfaz et. Birini şimdiden halletmişti gerçi.
Çatıya sessizce ulaşabilmesinin avantajı okçuların onu fark etmemiş olmasıydı. Sessizce ve emin adımlarla ilk okçunun arkasında doğru yaklaştı. Kolunun altında yatan kılıcı çıkardı ve gözlerinin arasına gelecek şekilde kafasının arkasından kılıcı sapladı. Okçu " kafamda bir acı va-" diyemeden ölmüştü. Diğer okçu korku içinde koşmaya başladı. Saraydakilere haber vermek için tam bağırmak üzereyken oda boynunun arkasındaki bıçağı fark etti. İkisi de yerde yatıyordu ve oluk oluk akan kan cesetlerin etrafını kandan bir göle çevirmişti.
Beyaz gecelikleriyle çocuğunun beşiğinin başında ona ninni söylüyordu valinin eşi. Çatı katında güvende olduklarını düşünüyorlardı. Ve birisinin nefes alıp verişini fark etti. Arkasını dönüp baktığında beyazlar içindeki suikastçıyı gördü. "Sanırım buraya kadar" dedi kadın. Korkmuştu. Ve korkudan tir tir titriyordu. Kaçmak istemişti ancak ne yaparsa yapsın öleceğinin farkındaydı. Ancak son pişmanlık fayda etmezdi. İsaac kılıcını kabzasından çıkardı ve kadının kalbine doğrulttu. "Seni öldürmek beni eğlendirmiyor ve bundan zevk almıyorum. We work in the dark,to serve to light !(Aydınlığa hizmet etmek için karanlıkta çalışıyoruz.) dedi. Kadını istemeyerekten olsa da kalbinin ortasından deşerek öldürdü. Beşikteki
Beşikteki bebeğe sıra gelmişti. Annesinin sıcaklığını kaybetmişti. Uyandı ve büyük tatlı gözleriyle karşısındaki adama bakmaya başladı. Gülüyordu. Her şeyden habersiz bir çocuk... Acı çekmemesini istiyordu bu bebeğin. Ama yargı kesindi. Ona da kılıcı saplamak zorunda kaldı. Cebinden çıkardığı bembeyaz mendil ile kana bulanmış kılıcını silmişti. "Temiz bir mendil ile kanının silinmesini hak ediyorsun kadın." dedikten sonra pencereden atlayıp gölgelere karıştı. Gardiyanlar geldiklerinde buldukları şey suikastçı değil iki ölü bedendi...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Suikastın İzleri.
ActionAlamut kalesindeki yenilgiden sonra Sabbah'îler dünyanın dört bir yanına dağılmıştır. Bazıları ise gölgelerin içinden ışığa hizmet etmeye yemin ederek kan dökmeye devam etmiştir.