Bölüm Üç

53 7 2
                                    

"Dramatik bir hayat istiyormuş gibi mi duruyorum oradan?" diye sordum kahkahayla.

Ceylin gözlerini devirdi ve "Ah, Gece Mersa. Kimse öyle bir hayat istemez. Ki bu sensen, asla." dedi kendinden emin bir ifadeyle. Gözlerini kısıp yarı ciddiyetle "Peki neden söylemedin bana? Hadi diyelim ki herkes sana acıyacaktı, ben de mi acıyacaktım?" diye devam etti.

Elimdeki kokteylden bir yudum aldım ve gözlerimi oturduğum sandalyenin demirine odakladım. Bu konu hakkında sessizliğimi kullanıyordum.

"Seni aptal! Nasıl benim böyle düşüneceğimi düşünürsün?" diye sordu dehşetle. Aslında tam olarak bende bilmiyordum.

"Tam olarak öyle denilemez. Sadece seni üzmek istemedim işte." diye mırıldandım.

Söylediklerim ikna etmemiş gibi tekrarladı "Nasıl düşündün Gece. Ben sana söylesem sen bana acır mıydın?" Bu sefer kızgın görünüyordu.

"Ah, lanet olsun. Evet haklısın ama bu nasıl bir şey bilmiyorsun. Üstüme gelme." dedim kontrollü bir şekilde.

Bana baktı ve anlamsızca "Gerçekten mi? Sen ne yapardın acaba benim yerimde olsan?" dedi soru sorar gibi.

Şaşırtıcı ve anlık bir öfkeyle "Ne yapardım biliyor musun? Senin üstüne bu kadar gelmezdim. Eğer bana söylememişse bir şey vardır derdim. Sonuçta ben kanser değilim, ne hissettiğini bilmiyorum, boşu boşuna onu üzmeyeyim derdim." diye bağırdım. Kırgınlığımın yol açtığı sinirimi kontrol altına alamamıştım. Bir süre gözlerinin içine baktım ve yanan gözlerime aldırmadan sandalyeden kalktım.

"Gece! Nereye?" diye bağırdı arkamdan. Koşar adımlarla bahçeden çıkıp eve girdim. Elimi, telefonun doldurduğu montumun cebine soktum ve telefonu çıkartıp taksi durağının numarasını çevirdim. En iyisi biraz yalnız kalmaktı.

'
Soğuk demirlikler tenimi gıdıklıyor ve ürpertiyordu. Daha fazla dayanamayıp ellerimi çektim ve bacaklarımın arasına sıkıştırdım. Ardından bulutlara sevecen ve anlamlı bir şekilde bakmaya devam ettim.

Kim bilir en son ne zaman böyle düşündüm?

Daha doğrusu düşünmeye vaktim en son ne zaman olmuştu? Bir ay mı? İki ay mı? Cık. Tam altı ay. Altı aydır şu illetle cebelleşiyordum ve sonucunda vaktimi tüketmişti. Epeyce uzun bir süredir beynim o kelimeyle savaş veriyordu 'kanser'

Şimdi ise altı aya meydan okuyarak kendimi destekliyordum. Evet kızım, evet tam yarım saattir o kelime hakkında düşünmüyorsun. Ve düşünmediğim zaman kendimi özgür hissediyordum. Bir kuş kadar hemde.
Belkide insanlar bu nedenle ruhsuz veya umursamaz gibi davranıyorlardı. Belkide bu seçenekle kamufle oluyorlar, bunun arkasına sığınıyorlardı.

Bir nevi alkol gibiydi. Kullandığınızda hissetmiyordunuz, duygularınız uyuşuyordu ve nedensiz sebeplerle mutlu olabiliyordunuz. Ne yaratıcı ama!

Yinede güzeldi. Kendini hafiflemiş, sanki hiçbir şey olmamış gibi hissetmek. Bu ne kadar iyileştirmesede, uyuşturuyordu. Ne kadar yarayı dikmesede, sarıyordu. Ve bu kısa sürelikte olsa iyi hissetmeye yetiyordu.

Gözlerim gökyüzüne çevrildi.

Güneş yavaş yavaş kendini gösteriyor, ay ortadan kayboluyordu. Hiçbir zaman buluşamayacaklar diye iç geçirdim. Yalnızca bir anlık zaman diliminde karşılaşacaklar ve hep bununla yetinmek zorunda kalacaklar. Birbirlerini uzaktan görecekler ve biri yalnızlığa gömülürken diğeri ortaya çıkacak. Ortak noktaları, ortak zamanları hiç olmayacak.

"Kahvaltı hazır." Babamın sesiyle irkildim. İşine geç kalmaktan nefret ettiğini bildiğimden sandalyeden kalktım ve salona yürüdüm.

Kahvaltı masası görüş alanıma girince keyifle sırıtarak "Mm, baba elinden kahvaltı diye buna derim." dedim.

Bana mutfaktan bağırarak "Sadece bir günlük Gece Hanım, alışma derim." dedi. Her ne kadar görmesem de gülümsediğini hissedebiliyordum.

"Düşünmem gerek." dedim yağ yakarak.

Babam sandalyeyi benim için çekti ve "Buyurun." dedi nazik bir şekilde. Güldüm ve teşekkür anlamında başımı hafifçe aşağı eğdim. Ardından hemen çatalı kapıp kahvaltılıkları işgal etmeye başladım. Bana komik bakışlar yolladığını hissedince "Neden öyle bakıyorsun. Kırk yılda bir kahvaltı hazırladın ve bende faydalanıyorum işte." diyerek sırıttım.

"Kırk yılda birmiş." dedi homurdanarak. "Şunun şurasında daha üç dört ay oldu yahu."

"Baba, lütfen." dedim gülerek. Kendi söylediğine kendi bile inanmamış olmalıydı. "Meral Abla'nın işi çıkmasaydı mutfağa adımını bile atmazdın. Gerçekler acıdır."

Gülümsedi. Hemde çok içten. Neydi bizi tekrar böyle bağlayan. Alışmışlık hissi mi?

"Tamam, teslim oluyorum." dedi ve ardından sanki aklına kötü bir şey gelmiş gibi bir anda yüzü asıldı. "Ha, bu arada bugün doktor randevun var. Saat tam altıda. Seni ararım ve neredeysen alırım." dedi bir anlık ciddiyetle.

Gözlerimi kırpıştırarak "Doktor randevusu mu? Yeni bir doktora mı gideceğiz? Bunun en iyisi olduğunu sanıyordum." dedim soru sorar gibi.

Başını yukarı aşağı salladı ve ağzındaki lokmayı yutup "Ah, evet. O iyiydi fakat başka doktorlar denememiz gerektiğini öğrendim. Belki daha kapsamlı şeyler öğrenebiliriz." dedi. Sesini ciddiyet ele geçirmişti.

"Tamam." demekle yetindim.

Son lokmayı ağzına attığında bana döndü ve "Ben çıkıyorum hayatım." dedi. Gülümsedim ve masadan kalkıp onu kapıya kadar takip ettim. Montunu üstüne geçirdi. Ayakkabılarını da özenle giyip bana döndü ve beni öptü. Bende ona sarıldım ve "Kendine dikkat et. Akşama görüşürüz." dedim hafif bir gülümsemeyle. "Sende, hayatım." diyerek merdivenlerden inmeye başladı.

Kahvaltı masasını toplayarak odama geçtim ve telefonumu uzun arayışlar sonucu buldum. Telefonda Ceylin'in numarasını çevirerek tereddütle telefonu kulağıma götürdüm. Çalan telefon ise anında açıldı ve Ceylin heyecanlı bir ses tonuyla "Özür dilerim. Çok özür dilerim." dedi.

Şaşkınlıkla güldüm ve "Bende. Hemde çok." diye mırıldandım.

"Seni kırdım değil mi?" Soruyla birlikte sol yanım acıyla kıvrandı. Evet, kırmış olmalıydı.

"Evet, hemde çok." deyip ardından hemen ekledim "Ah, Özür dilemen de bir şey ama." dedim gülerek. O da gülerek karşılık verdi.

Birden aklıma gelen fikirle gözlerim parladı. Hız kesmeden konuştum. "Hm, birileri benim gönlümü almak için ne yapmak istediğimi falan sorabilir mi artık?" dedim bıkkın bir sesle. Güldü ve "Tabi ki. Neymiş bakalım gönlünü almak için yapacağım şey?" diye sordu.

Söyleyip söylememekte tereddüte düşsem de cesur tarafım "Bugün Eren'in doğum günü ve bizim barda kutlayacak." deyiverdi. Her ne kadar görmesem de asılan suratı gözümün önüne getirdim. Ses gelmeyince konuşmaya devam ettim. "Benimle katılırsan anlaşabiliriz." diye koşulumu öne sürdüm.

Ceylin çıt çıkarmazken, şimdiden evet cevabını vereceğini sezerek sırıttım.



FısıltıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin